Sade, kolay anlaşılır ama bir o kadar da iddialı bir isimle, hafife alınmayacak kadar uzun süredir kapalı gişe oynuyor Kumpanya. İtiraf etmeliyim, Tiyatro Peron’un aylık programında ismini gördüğümde hiç ilgimi çekmemişti. Sonra eski bir oyuncu olan, bilgisine ve düşüncelerine çok değer verdiğim arkadaşım “Gidelim mi bu oyuna?” deyince dikkat sınırlarım içerisine girdi. Eğlendirme potansiyeli yüksek görsel paylaşımları bizi, bol bol gülümseyeceğimiz iki perdelik misafirliğe davet ediyordu.
Bu teklifi geri çevirmedik tabii. Oyun bitiminde izleyicilerde oluşan memnuniyet, bitmeyen alkışlar ve tiyatro kapısından çıkarken bile devam eden tebrikler pek çok şeyin özetiydi aslında. Coşkuyu görüp şaşıran, salonda olmayan ama tesadüfen orada bulunan birinin, “Allah Allah. Ne vardı ki bu kadar?” diye sorduğunu anımsıyorum. Cevabı basitti. İnsanların iyi vakit geçirmesini sağlamak ve oyunun yaşam süresini uzun tutabilmek için fazlaca düşünüp bir sürü formüller üreten, farklı yöntemler deneyen tiyatrocu arkadaşlara Kumpanya’nın başarısını tek kelimeyle ifade edebilirim: Dürüstlük.
Her şeyden önce çok doğru yerde başlıyor Kumpanya. İlk sahnesi, bizleri iki perdelik, makul uzunluktaki maceranın doğum anında kucaklıyor. Öykünün başlangıcında konuya ortak olmak önemli. Karakterlerin telaşını ve tiyatro aşkını, çok da eğlenceli bir mekânda adeta kafa dağıtmaya gelmişçesine sahipleniyoruz. Elbette bu noktada sevgili Murat Sağlam’ın beni şaşırtan, muhteşem sesi ile ortama kattığı doğallık ve sıcaklık da es geçilmemeli.
Sonrasında atmosfer, büyüsünü sadeleşerek koruyor. Öykünün dallanıp budaklanması için formülü yine uzayda aramıyor Kumpanya. Oldukça tuhaf, nedenini sorgulamayacağınız, insani bir çelişki ile çıkmaza sokuyor hikâyeyi. Basitlikten ve dürüstlükten taviz vermeden, kısa mesafeli çalımlar atarak gülümsetiyor. Oyun içinde oyun taktiğini tilki kurnazlığında gözlerimize sürünce de, ortaya neşeli, ele avuca sığmaz, müzik kalitesi yüksek ve temposunu neredeyse hiç kaybetmeyen bir oyun çıkıyor.
Tiyatro bu. Aşkın ta kendisi. Sahnede, seyirci karşısında nefes alıp vermeye alışan oyuncuların, gerçek dünyada yalnızca kendileriyle kalmalarının zorluğunu gözler önüne seren bir oyun Kumpanya. Oyuncu, rolden role girdikçe çoğalan, ruhunu kopyalayıp zenginleştiren ve ortak olduğu hayatların içerisinde başkalaşıma uğrayıp beslenen, anlaşılmaz zor ama her daim alkışı hak eden biridir. Bu besin kaynağı olmadan, günlük yaşantının ortasında çöle düşmüş gibidir. Çiçek açamaz. Yaprakları kurur. O yüzden tutkudan daha ötedir tiyatro. Bitkinin yüzüne uzanan güneş, dudaklarına damla damla dökülen yağmur tanelerini andırır. İşte kirli, yorucu, monoton yaşantılarımıza sanat ve kültür oksijeni ile pansuman yapan oyuncu fabrikalarının asla pes etmeyen yolculuğunu, güldürerek yakınlaştırıyor bizlere Kumpanya. Yani neresinden bakarsanız bakın, tümüyle çılgın bir çalışma duruyor karşınızda.
Büyük üstat Sait Faik Abasıyanık’ın kaleme aldığı, Uğur Uzunel tarafından uyarlanan ve Ant Aksan gibi bir ustanın yönettiği Kumpanya, pek çok oyuncunun üstün performansı ile göz kamaştırıyor. Murat Niyazi Emre ile açılışı yapmak istiyorum. Sahnedeki varlığıyla diğer oyunculara verdiği güven, olağanüstü bir şeffaflıkla seyircilere de geçiyor. Oyunun aksama veya sarkma riski olan herhangi bir yerinde “Paniğe hiç gerek yok,” diyebiliyoruz onu görünce. Çünkü “Murat Niyazi Emre sorunu çözer,” hissini sahnedeki her anında fazlasıyla hissettiriyor.
Güzin Sönmez, seyircinin uzlaşı gösterdiği üzere gecenin yıldızıydı. Başrol olmadan, en çok dikkati çekip en parlak gülüşleri yakalayan kişiydi. Hani Türk sinemasından örnek verecek olsaydım, Ayşen Gruda veya Adile Naşit gibi ustaların izinde olduğunu söyleyebilirdim. Kumpanya’nın çılgın tarafının en ışıltılı yanı ona aitti.
Mehmet Duran ise, sivrilen performansı ile oyunun ağır yükünü taşıyan kişiydi. Seyirci etkileşimini üst seviyede sağlayabilmesi kendisi adına büyük avantaj. Yetenekleri zaten Kumpanya’nın sevimli ve uçarı tarafını süslüyor. Ferhan Şensoy’un andıran konuşma ve tonlama kısımları da büyük beceri elbette. Ancak bu noktada biraz aşırıya kaçtığını söyleyebilirim. Belki de Ferhan Şensoy, tıpkı Kemal Sunal gibi kırmızı çizgim olduğu içindir, taklide yönelen kısımlar çok bastırılınca tadı kaçabiliyor. Bu da nazar boncuğu olsun diyelim.
Fatma Kılıçsoy asıl kızdı. Oyuna dâhil oluşu geç ve gizemliydi. Bu yüzden üzerine fazlaca sorumluluk yüklenmişti. Ama rolünün ve beklentinin altında ezilmedi. Zor, aşırı keskin ve seyircinin yüz çevirme ihtimali yüksek sahnelerin üstesinden gelirken, karakterinin içinde yeniden doğuşu ile göz kamaştırdı. Yalnız Fransızca esprilerde sadece “r” harfi ve gırtlak hareketliliği ile sınırlı kalınması bence büyük bir fırsatı ıskalamaktı. Çünkü seyirci ısınmıştı, Fransızca çok doğru yerde belirmişti, üstelik Fatma Kılıçsoy da sempatikti. Türkçe ile Fransızca kelimeler arasında yüzlerce espri malzemesi olduğunu düşününce, “Yazık oldu,” demeden edemiyor insan. Bence buraya çalışılmalı.
Doğan Üstünyavuz’un bende yeri ayrıdır. Onu ilk seyrettiğim “Hiç Kimsenin Öyküsü” çok etkilemişti beni. Orada sunduğu psikolojik şölenden sonra burada çok farklı ve esprisi bol bir rolde tempoyu yükselten oyunculardan birisi olmasına şapka çıkarıyorum. Çok yönlü ve sahnede sorun çözme özelliği adeta bağırıyor. Mahmut Doğan da, kısa anların büyük oyuncusu olarak iz bırakanlardan. Umulmadık anlarda ön plana çıktı ve hep doğru, tadında oynadı. Ne abarttı ne de ufalttı. Oyunun sahip olduğu dürüstlük ve samimiyet onda fazlasıyla mevcuttu.
Son olarak oldukça kalabalık olan yardımcı oyunculara değinmem gerekli. Hepsi pırıl pırıl. Gözlerinin içi gülüyor ve belli ki bulundukları sahneden inanılmaz keyif alıyorlar. Bu duygunun izleyici ile bütünleşmesi, inanın tüm oyundan daha değerli. Onların telaşı ve kısa anları kusursuz oynamaya çalışırken ki cömert tebessümleri, gecenin tatlısı oldu. Alkışın en büyüğü tabii ki de onlara gitmeli.
Uzun lafın kısası, Kumpanya gerçek bir yolculuk. Belki tren raylarını göremiyorsunuz ama kompartımanın içinde oyuncularla birlikte savruluyor düşünceleriniz. Sonra elinizle dokunmadan kalp atışlarınızın sesini yükselttiğini fark ediyorsunuz. “İdeallerimin peşinden gitmeyi neden bıraktım ki?” diye soruyorsunuz sonra. İkinci soru: “Yolumu mu kaybettim? Yoksa o trene hiç bilet almadım mı?”
Kumpanya, tiyatro aşkını şarkılı, oyunlu, kâh gizemli kâh şeffaf, tadından yenmez biçimde dolu dolu iki perdeyle sunuyor bizlere. Hedefe ulaşmak için pes etmeyi ihtimaller arasında dâhil etmeyenlerin ve hayal dediğimiz pek çok şeyin hikâyesinin aslında kalbimizde yazılı olduğunu fark edenlerin kaçırmaması gereken bir şölen bu. Mutlaka biletinizi alın ve bu yolculuğa çıkın derim. İyi seyirler.
Editör: Çisem Arslan
- Sakinler – Hande Ortaç - 27 Ağustos 2024
- Herkes Kocama Benziyor - 24 Mayıs 2024
- Cyrano de Bergerac – Tiyatro Peron - 1 Mart 2024