Güney Amerika’nın siyasi ve kültürel zemini
Güney Amerika edebiyatını anlamak için eserlerin oluşturulduğu yazınsal zeminine kuş bakışı bakmak ve o dönemi sosyal, siyasal ve kültürel olarak iyi okumak gerekir. Güney Amerika’daki fetihler sona erince Avrupalı işgalciler efendi, yerliler ise çoğunlukla köleydi. Zenginler, İspanya ve Portekiz’i hala anavatanları olarak görüyorlardı. Yazılanlar ise daha çok Amerika kıtasının coğrafi özellikleriyle ilgiliydi. Güney Amerika “Latin Patlaması” olarak adlandırılan büyülü gerçekliğin ortaya çıktığı edebiyat akımıyla birlikte yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren yükselişe geçti. Yazarlar da metinlerinde çoktan Latin Amerika rüzgârı estirmeye başlamışlardı.
İspanyol sömürgelerinin özgürlük mücadelesi aynı zamanda kültürel bağımsızlık mücadelesinin fitilini de ateşledi. Bir şeylerin değişmesi için yazarların toplumsal sorunlara eğilmesi zorunluluğu ortaya çıktı. Baskıcı ve acımasız güç erkleri altında elbette ki bu çok kolay olmadı. Bu zorluğu Latin Amerika’yı tüm hücrelerine inerek eserlerinde işleyen Mario Vargas Llosa üzerinden anlatmak gerekirse askeri okul öğrenciliğinden Nobel Edebiyat Ödülü’ne giden yoldaki siyasi ve sanatsal serüvenine daha yakından bakmamız gerektiği aşikârdır.
Yaşamı ve hafızalarda iz bırakan eserleri üzerine
1936 yılında Peru’da doğan Mario Vargas Llosa, öykü ve romanlarıyla sömürülen halkın yüreğine dokunmayı başarmıştır. Dedesi Cochabamba’da konsolos olduğu için çocukluk yılları buradaki sıkıcı bürokratik hayatın çevresinde geçti. Peru’nun başkenti Lima’daki askeri okula gitmesine rağmen daha sonra Lima San Marcos Üniversitesi’nde edebiyat eğitimi aldı. İlk eseri 1952 yılında yayımlanan İnka’nın Kaçışı adlı oyundur. Çeşitli dergilerde yazın hayatına devam etse de en büyük ilgiyi 1963’te yayımladığı romanı Kent ve Köpekler ile görür. Yazar, bu kitabıyla uluslararası edebiyat çevreleri tarafından büyük beğeni toplar. Romanı birçok dile çevrilir. Kitap, Peru’nun başkenti Lima’da askeri bir okulda geçen olayları anlatır. Bu askeri okulun başlıca özelliği zenginlerle yoksulların, beyazlarla kızılderililerin, burjuva çocuklarıyla halk çocuklarının, mahkûm çocuklarıyla masum çocukların bir arada eğitim görmesidir. Llosa’nın öğrencilik yıllarından izler taşıyan pasajları kitabın gerçekçiliğini ve inandırıcılığını artıran en önemli unsur olarak görülür. Birçok insan portresini anılarıyla zenginleştiren yazar samimi bir anlatım yakalamıştır. Öyle ki Peru askeri güçleri kitabı Ekvator’un planladığı bir karalama kampanyası olarak düşünüp birçok kopyasını yaktırmıştır. Lima’da kasvetli, karanlık erkeklerin egemen olduğu dünyadan kopuk, içe kapalı bir yaşam süren Vargas ilk romanı Kent ve Köpekler ile çıktığı yolculuğun istikametini yakın zamanda tayin edecektir aslında.
1966 yılında yayımlanan Yeşil Ev’de ise yolunu ve yönünü artık bulmuştur. Peru’nun sorunlarını, acılarını, sıkıntılarını birbirinden canlı, yakıcı, keskin portreler üzerinden anlatmakta kararlıdır. Yeşil Ev, ülkenin yaşadığı çok katmanlı kültürel çelişkileri iç içe geçiren modernleşmeyi ve yozlaşmayı sorgulatan bir romandır. Kitabın satır aralarındaki mekân isimlerinden bunun aslında otobiyografik bir roman olduğu ihtimali güçlenir zira yazar bu yerlerin çoğunda bizzat yaşamıştır. Yazarı çocukluğunun bir bölümü Piura’da geçmiştir. Kitap beş bölümden oluşsa da aslında iç içe geçmiş hikâyeler tıpkı kollara ayrılan Amazon Nehri gibidir. Büyülü gerçekçiliği sürdüren bir yazar olmasına rağmen bu kitabında fantastik unsurlara çok rastlanmadığı görülmektedir. Ancak anlatımdaki şiirsellik Yeşil Ev metaforu üzerinden her paragrafta kendini belli eder.
Mario Vargas Llosa’nın edebiyat dünyasına getirdiği bu yeni soluk 1995’te Cervantes Ödülü’ne layık görülmüştür.
Yazar, Teke Şenliği ile edebiyat dünyasındaki yerini sağlama almayı başarmıştır. Teke Şenliği, otuz bir yıl Dominik Cumhuriyeti’nde hüküm süren ve bu süreçte yaklaşık elli bin insanın ölümünden sorumlu tutulan Diktatör Rafael Trujillo yani kitabın Teke’sinin iktidarı süresince yaşananlara dikkat çeker. Diktatör’ün yardımcılarından birinin kızı Urania Cabrol’un ve diktatöre suikast düzenleyen bir grup Dominikli vatanseverin gözünden olayları değerlendirir. Canlı, gerçekçi ve zengin anlatımıyla Teke Şenliği, diktatörlük üzerine yazılmış önemli eserlerden biridir ve ödüle layık görülmesindeki sürecin domino taşlarının başında gelir.
2010 yılında Mario Vargas Llosa, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken Akademi Komitesi gerekçesinde iktidarın yapısının haritasını çıkardığı ve bireyin direnişini, isyanını gayet keskin imgelerle yansıttığını belirterek yazara methiyeler dizmiştir.
Vargos ise ödülü aldıktan sonra yaptığı teşekkür konuşmasında bağnazların cahilliğine karşı çıkarak hayal etmek ve hayallerimizi gerçek kılma hakkımızı savunmamız gerektiğini öne sürer. Yazar, son olarak, “Hayal etmeye, okumaya ve yazmaya devam etmeliyiz,” der.
Vargas edebi ve siyasi şapkalarıyla ülkesinin her şeyi olmaya çalıştı. Hem yazar hem devrimci bazen sağcı bazense sesi güçlü çıkan bir hayalci oldu. Bu kadar çok kıyafeti üzerine giymeyi başaramasaydı belki de Latin Amerika gerçeklerini bu kadar içten anlatamayacaktı. 1990’da devlet başkanı seçilememesi Peru siyaseti için bir kayıp gibi görülmüş olsa da dünya edebiyatı için paha biçilemez bir kazanım olmuştur. Yazarın öykü, eleştiri ve ağırlıklı olarak roman türünde yayımlanmış birçok eserinin tekrar basımları yapılmaktadır. Köpek Yavruları (1967), Katedralde Konuşma (1974), Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu (1973, 1988), Mayta’nın Öyküsü (1992), And Dağları’nda Terör (1993), Julia Teyze (1977, 1994), Masalcı (1996), Üveyanne’ye Övgü (1994) ve Dünyanın Sonunu Getiren Savaş (1982) romanlarından bazılarıdır. Yazar, eşi ve üç çocuğuyla halen Avrupa’da yaşamaktadır.
KAYNAK
oggito.com
kidega.com
turkedebiyati.com
1000kitap.com
- Jostein Gaarder’in Kaleminden İskandinav Edebiyatının Felsefeyle Harmanlanmış Eseri: Sofie’nin Dünyası - 7 Nisan 2022
- Askeri Öğrencilikten Nobel’e Uzanan Yolculuğun Adı: Mario Vargas Llosa - 10 Şubat 2022
- Poşet Çanta - 11 Kasım 2021