Yazar: 17:53 İnceleme

Acının Rengine Dokunan Kadın: Frida Kahlo

Frida Kahlo’nun Dijitalleşen Evreni Üzerinden Yazıları ve Tabloları

Sanatçının iç dünyasını dijitalleştirerek görsel bir şenliğe bürünen “Kökler ve İzler” sergisinden yayılan edebiyat, sanat ve kitap kokularından bir yazı…

Ankara Cer Modern’deki sergiden çıktığımda olağanüstü müziklerle kalibre olmuş görsel şölenin etkileyiciliğinden bir süre kendime gelemedim. Evet, bu muhteşem kadın hakkında bilindik her şeye rağmen, bu sergi onun dünyasının tam içine çekildiğiniz bir dijital tiyatroydu.  Biraz evvel ne yaşadım diye silkelenirken Frida Kahlo’nun hem fiziksel hem de ruhsal acıları içime işlemişti. Duvarlara asılmış acılarda, gökyüzüne savrulmuş makaslarda, uçuşan çivilerde ve kanlı yatak sahnelerinde dolanıyordu o acılar. Sergi, yalnızca bir sanatçının eserlerini değil; bir kadının, bir bedenin, bir hayatın en çıplak halini, utançsız ve maskesiz olarak önümüze seriyor.

Chavela Vargas’ın La Llorona şarkısıyla açılan sergi, Meksika kültüründe kadının acı, aşk ve kimlik arayışının derinliğini yansıtıyor. Şarkıyla bütünleşen Kahlo tablolarının dijital geçidinde, bu iki sanatçının dostluğunun derinliği de hissediliyor. Bu açıdan Vargas’ın yorumu, Frida’nın iç dünyasının müzikal yansımasıdır. Serginin müzikal çarpıcılığını, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Genel Müzik Direktörü olan Cemi’i Can Deliorman düzenleyip yönetiyor. Hakkını da fazlasıyla vermiş. 

Sergi, Frida’nın, iki büyük kazaya bölünmüş hayatının ,ilki genç yaşta geçirdiği o meşhur trafik kazası, otobüse çarpan tramvay ve kalçasından pelvis kemiğine saplanan demir parçası. Diğeri, kendisinin deyimiyle: Diego Rivera,  bedensel ve duygusal parçalanmasına odaklanıyor ve son derece etkileyici. 

Otuzdan fazla ameliyat geçirmiş Frida’nın hayatta kalmasının ve yaşama tutunmasının en büyük dayanağı babası. Bir Meksika eliti ve muhteşem bir baba. Çocuk felcinden zaten kullanamadığı bacağına eklenen trafik kazasıyla parçalanan diğer kemiklerin operasyonlarına duygusal ameliyatları da eklenince acılarının, sanattan başka tarifi ve dayanırlığı tek kelimeyle yok.  

Acı çekmedim, kırıldım. Eğer renklere sarılmasaydım yaşayamazdım.

Yazarların kelimelerle duasını Frida, renklerle yapmış. Hem de öyle bir dua ki içinde kızgınlık, sitem ama aynı zamanda isyan ve kabulleniş var. Resimleri, bir kadının yalnızca fizyolojik değil, kültürel ve duygusal travmalarla nasıl şekillendiğini gösteriyor.

Serginin rehberi ve aynı zamanda Sanat Tarihçi Buse Aksoy’un (alt resim) faaliyet öncesi verdiği Kahlo hakkındaki bilgilerle içeriye adım attığınız andan itibaren o büyülü atmosferle buluşuyorsunuz.  Hareketlendirilmiş tablolar, makasların, çivilerin, kanın ve rahim imgelerinin havada dans edişi Frida’nın zihnine açılmış bir pencere gibi. Anlatılması kolay değil, seyirci olmaktan öteye geçemiyorsunuz. 

Frida’nın çocuk felciyle başlayan bedensel kısıtlılığı, sonrasında geçirdiği talihsiz trafik kazasının izleriyle derinleşir. Tekerlekli sandalye, protez bacak ve düşürdüğü üç çocuğun gölgesi, onun yalnızca bedenini değil, kadın kimliğini de yeniden tanımlar. Ama bu yeniden tanımlayış, mağduriyet edebiyatı değil, tam tersine, bir meydan okumadır: En çok da kadın olmak üzerine.

Frida’nın eserleri, zamanının oldukça ötesinde. Bir kadının doğurganlığı, aşkı, sadakati, ihaneti, bedeni ve hayatta kalma mücadelesi hakkında bu kadar çıplak ve cesur resimler yapmak, bugün bile hâlâ rahatsız edici sayılabilir. Ama işte sanat tam olarak budur: Rahatsız etmek, yüzleşmeye zorlamak ve iz bırakmak.

Acı, dönüştürülebilir bir şey mi gerçekten?” Frida için öyle olmuş. Onun yaşadıkları bir ilham perisi değil. İçilen acıların tuvallere fışkırması. Belki de gerçek sanat, ilhamdan çok, sindirilemeyen duyguların dışa vurumudur. Biz bugün hangi renklerle ayakta duruyoruz? Kendi acılarımızı hangi dile çeviriyoruz? Belki müzik, belki yazı, belki renkler… 

Tablolarından ziyade, Frida Kahlo’nun yazılarından bahsetmek istiyorum. Kahlo, doğrudan bir kitap yazmadı ama hep yazdı. Fırça gibi kalemini de elinden düşürmedi. Yazıları, mektupları, günlüklerini ve notlarını içeren birincil kaynaklar ölümünden kırk sene sonra yayınlandı. Mektuplarının en fazlası hayatının aşkı Diego’ya yazmıştı. 

“Benim Diego’m:

Gecemin aynası

Gözlerin etimin içinde yeşil kılıçlar gibi. Ellerimizin arasındaki dalgalar.

Hepiniz seslerle dolu bir alandasınız — gölgede ve ışıkta. Sen OKSOKROM’sun, rengi yakalayan. BEN KROMOFOR’um, renk veren.

Sen tüm sayıların kombinasyonlarısın. Hayatım. Dileğim. Çizgilerim, gölgelerim, hareketimin anlamı. Sen yerine getiriyorsun ve ben alıyorum. Sözlerin uzayın tamamını dolaşıyor ve yıldızlarım olan hücrelerime ulaşıyor, sonra ışığım olan seninkilere gidiyor.”[1]

Kahlo’nun yaşamında önemli yer tutan unsurlardan biri, duygusal yöneliminin akışkanlığıydı. Aşka tutkun olan ünlü sanatçı hem erkeklerle hem kadınlarla derin, tutkulu ve cesur ilişkiler yaşadı. Özellikle Fransız şarkıcı, dansçı ve aktris Josephine Baker ve Rus Marksist teorisyen Leon Troçki’yle olan ilişkileri, onun özgürlükçü ve sınır tanımayan doğasını yansıtır. Bu deneyimler, onun aşka ve bedene bakışını genişletti; heteronormatif kalıplara meydan okuyan tavrını güçlendirdi. Ancak tüm bu ilişkilerin gölgesinde Diego’yla bağı bambaşka bir yerde duruyordu onun için.  Sık sık “en büyük ikinci kazam” diyerek tanımladığı Diego Rivera, onun en büyük tutkusu, muazzam bir ilham kaynağı ve en büyük yıkımıydı. Bu aşk dolu, iniş çıkışlı ilişki, onun sanatsal evrenine olduğu kadar duygusal evrenine de damgasını vurdu. Frida, Diego’ya olan sevgisini resimlerinde, yazılarında, mektuplarında defalarca dile getirdi. Bu aşk onun için belki de en büyük acının ve aynı zamanda en büyük gücün kaynağıydı.

“Oksokrom — Kromofor. Diego.

Rengi giyen.
Rengi gören.
1922 yılından beri.

Her zaman ve sonsuza kadar. Şimdi 1944’te. Yaşanan tüm saatlerden sonra. Vektörler orijinal yönlerinde devam ediyor. Hiçbir şey onları durduramaz. Canlı duygudan daha fazla bilgi olmadan. Karşılaşana kadar devam etmekten başka bir istek olmadan. Yavaşça. Büyük bir huzursuzlukla, ancak her şeyin “altın oran” tarafından yönlendirildiği kesinliğiyle. Hücresel düzenleme var. Hareket var. Işık var. Tüm merkezler aynı. Delilik diye bir şey yok. Bizler olduğumuz ve olacağımız gibiyiz. Aptalca kadere güvenmiyoruz.”

The Diary of Frida Kahlo: An Intimate Self-Portrait (Frida Kahlo’nun Günlüğü – İçsel Bir Oto portre) Bu kitap, Frida’nın ölümünden 41 yıl sonra yayınlandı. Frida’nın son on yılına ait tüm günlükleri, desenleri, çizimleri ve içsel monologları içeriyor. Aşk, acı, sanat, devrim ve Diego üzerine notlar… Dili bazen şiirsel, bazen öfkeli, bazen delice dürüst. Bu günlüklerde hem İspanyolca metinler hem de Frida’nın yaptığı illüstrasyonlar bulunuyor; kelimenin tam anlamıyla Frida’nın zihin kıvrımlarında dolaşmak gibi: Kırılgan, çarpıcı ve samimi. Kitabın yazarı Frida Kahlo’nun kendisi. Basım, onun yazı ve çizimlerinden -hiç değiştirilmeden- derlenmiş.  Alas Rotas (İspanyolca: Kırık Kanatlar), günlükteki en bilinen ifadenin ismi, bir yazar adı değil; Frida’nın sıklıkla kullandığı bir tema ve aynı zamanda onun sanatıyla özdeşleşmiş bir sembol. 

Görseldeki bu kitap “The Letters of Frida Kahlo: Cartas Apasionadas”, yani onun mektuplarının Martha Zamora tarafından derlenmiş hali. Diğer bahsettiğin kitap olan “Cartas Apasionadas” (İspanyolca: Tutkulu Mektuplar) da yine onun başlığı; Diego Rivera’ya ve başkalarına yazdığı mektuplardan oluşan bir derleme. Frida’nın farklı dönemlerde Diego Rivera’ya, arkadaşlarına ve ailesine yazdığı satırlar yer alıyor. Gerçekten onun en ham, filtresiz duygularına tanıklık eden bir kaynak.

Frida’nın yazdıklarını, bir “yazar” kimliği gibi değil; daha çok bir “ifade aracı” olarak görmeliyiz. Onun için yazmak da resim gibi bir direnme biçimi. Bu yüzden dili zaman zaman parçalı, çoğu zaman duygusal imgelerle doludur. Mektupları el yazısı ve eskizleriyle birlikte olduğu gibi basılarak yayınlandı. [2]

Maalesef, bu derlemelerin tamamının Türkçe çevirisi yok.
Birkaç mektubu dergilerde ya da Frida’yla ilgili kitaplarda alıntılar halinde çıktı, ancak başlı başına bir Türkçe baskı yayınlanmadı. Sadece “Frida Kahlo: Aşk ve Acı” başlıklı, yazar Rauda Jamis’dan çevrilmiş bir yayın, Everest yayıncılıktan “Unutulmayan Kadınlar” serisinden çıktı. Ancak kitap, Frida’nın günlüğü ya da mektuplarının birebir çevirisi değil. Daha çok Frida’nın hayat hikâyesini, onun acılarını, aşklarını ve sanatsal yolculuğunu anlatan bir biyografi. 


[1] Orijinal el yazısı mektup fotoğrafları ve yazılar   https://www.themarginalian.org/2013/04/19/frida-kahlo-diary-love-letters/ sitesinden alınılarak yazar tarafından çevrilmiştir. (y.n.)

[2] Resimler https://bdlbooks.com/product/the-diary-of-frida-kahlo sitesinden alınmıştır. (y.n.)

Editör: Melike Kara

Visited 5 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version