Yazar: 21:04 Anlatı, Sanat

Yol Hikâyeleri -4 | Sahilde Güneş ve Çocuklar

Yolcunun hayatında bir an vardır; geri dönmenin yola devam etmekten artık daha makul görünmediği bir andır bu. Yol öyle uzamıştır ki çünkü, yolcu geriye dönüp baktığında, ardında bıraktığı yolu önünde uzanan yoldan daha karmaşık ve tehlikeli bulur. Yola devam etmekten başka diğer tüm seçenekler geride kalmıştır artık. Yol ile yolcunun birer sırdaşa dönüştüğü, yolcunun cesaretini topladığı, yolun uysallaşmaya başladığı bir andır bu.  

Küçük bir sahil kasabasında, kumsalı gören bir çınarın gölgesinde oturmuş dinlenirken, içinde bu anın kendine has coşkusunu duyumsadı yolcu. “Sahi, ne zamandır yoldayım?” diye sordu kendine. Tekrar ardında bıraktığı yolu düşündü; arşınladığı yolun mesafesini, yol üstündeki kentleri, buğday, arpa, ayçiçeği tarlalarını… Sonra gökdelenleri, aile apartmanlarını, kışlaları, genelevleri, lunaparkları… “Geçmiş bulanık.”  diye geçirdi içinden. Hafızasındaki tüm görüntüler saydam, loş ya da karanlıktı. “Belki de” dedi “süresi dolmuş tüm kentler, yenilerine yer açmak üzere siliniyor zihnimden.” 

Kumların üstünde koşturan, oyunlar oynayan, denizde yüzen çocukların cıvıltılarını dinledi bir süre. Açıklarda süzülen gemileri izledi. Karşı tepelerdeki rüzgar güllerine baktı uzun uzun: “Peki ya ben” dedi sonra, “her fısıltının rüzgâra kapılıp gittiği ve simaların hatırlanmaz olduğu, her kentin bir öncekinin anıları üstünde yükseldiği bu yolda ben hala aynı kişi miyim?”  

Değildi. Geçtiği her kentte aynalardaki, sulardaki ya da pencerelerdeki yansımalarının giderek bulanıklaşması bu yüzdendi. Değişiyor, daha doğrusu, eksiliyordu. Geçtiği her kent, onun varlığıyla tamamlanıyor, dahil olduğu her manzara onunla anlamına kavuşuyordu, ama tüm bunları kendi cebinden, varlığıyla ödüyordu. Böylece geçtiği her kenti ve manzarayı tamamlayan varlığı bir sonraki kente biraz daha eksik varıyor; giderek hafifleyen varlığı, duygu ve düşüncelerini de artık taşıyamaz bir hale geliyordu. Evet, nihayetinde işte buradaydı; parlayan altın kumları, oradan oraya koşturan çocukları, mavi denizi, kumsalın hemen üstündeki çamlıklarıyla bu küçük kasabanın bir yerinde, manzarasına kendi varlığından bir parça ekleyerek onu tamamlıyordu.  Buğday ya da ayçiçeği tarlalarının içinden geçerken, büyük kentlerin sokaklarında öylece dolanırken, lunaparkları izlerken ya da sadece yolda olduğu haliyle bir şeyleri tamamladığı gibi… Şimdi, burada da… 

Derin bir nefes çekti içine. Havayla dolan ciğerleri yandı. Önünde uzanıp giden sahile baktı bir kez daha.  “Sahil, güneş, çocuklar…. ve bir de ben elbette.” diye geçirdi içinden. Ben’i vurguladı. Çünkü her kent, bir yanıyla, ancak onun içinde bulunduğu şekliyle var olabilirdi. Ama nereye kadar? Eksilen varlığının sancısını duyumsadı.  

“Acaba!” dedi, “ben bu yolun sonunda, geçtiğim her kente varlığımdan bir parça bırakarak yok mu olacağım?”

Ve sancılar çektik  
Varoluşun çetin kıyılarında  
İzleri hala yüreğimizdedir her birinin 
Yaşamaksa yaşamaktır adı 
Ölmekse, henüz söz konusu değil 
Bir sanrı gibi saydamdan öte  
Ve saydama eşdeğer zaman zaman 
Mesela koklamak üzereyken bir çiçeği 
Birdenbire öylesine ağırlaşabilir insan 

Latest posts by Burak Nefesoğlu (see all)
Visited 8 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version