Yazar: 18:08 Öykü

Susan Çığlıklar

Üst kat sahanlığındaki kapı açılıyor, hem de dişlerini gıcırdatarak. Gelen rüzgâr. Sanki acelesi var. Bir şeyler arıyor olmalı. Önce sahanlıktaki divanın örtüsünü, sonra da masanın üzerindeki sofra bezini sol uçlarından tutup kaldırdı, altlarına baktı. Aradığını bulamamış olmalı ki homurdanıp masanın üzerindeki peçeteleri yere fırlattı. Ardından ceviz ağacının yapraklarını tartaklayıp uzaklaştı… 

Rüzgârın ardından bakakalıyorsun. Biliyorum, dur demek istiyorsun. Ama dur desen de gidenlerin dinlemeyeceğini çok iyi biliyorsun. Ağzın kurumuş belli. Dilini damağında şaklatıyorsun. Birkaç kere de yalanıyorsun. Her arife günü aynı, yine oruç tutuyorsun. Demedi deme, yarın başın çok kalabalık olacak; oğlanlar, kızlar ve torunlar… Bence bugünden gitmelisin. Hadi üşenme, kalk oturduğun divandan. Şalvarının cebini yokla, araba anahtarı işte orada. 

Önce evinin demir kapısını çekiyorsun. Merdivenlerden inerken tırabzanlardan tutunuyorsun; eskiden böyle miydi, sen de artık yaşlanıyorsun. Ne o, aklın bahçede mi kaldı? Hadi o zaman aç şu tahta kapıyı da gitmeden önce bakalım. Sağdaki çimenleri gördün mü? Sulamalı. Her bir yeri kelleşmiş. Ama kuyu suyunun eski keyfi yok biliyorum, coşkunca gürlediği günler geçmişin dipsiz kuyusuna akmış çoktan. Sallanma, ilerle taş döşeli dar koridordan. Badem ağaçlarının aksine, elmalardan memnunsun anlaşılan. Dallar pek tutkun.  

Bak! Kümesteki koyun yine meledi. Feryat eder ya da yardım ister gibi. Şu petek teller olmasa çoktan kaçıp giderdi. Nasıl da bakınıyor şaşkınca etrafa! Belli, korkuyor da. Biliyorum üzülüyorsun, yanında bir eş olsa bu kadar bağırmayacağını düşünüyorsun. Al sana bir “me” daha. Bu seferki boğuk ve kesik ama. Bir şey var bence ağzında. Gördün mü yerdeki buruşuk şeftalilerden birisini almış kütürdeterek nasıl da yiyor. İşte çekirdeğini de ağzından atıyor.  

Cebinden telefonu çıkarıp saate bakıyorsun. Oooo! Acele et, geç kalıyorsun. Hadi çalıştır şu arabayı, on dakika sürmez aile kabristanı… Haydaaaa! Mezarlığın ana giriş kapısı tıkalı. Tabut, imam ve erkeklerden oluşan bir barikat var girişte. Önce homurdanıyorsun, diline bir küfür düşüyor ya ölülerin hürmetine vazgeçiyorsun. Ardından toprak yola düşüyorsun, arkana toz bulutlarını katıp mezarlığın arka kapısına gidiyorsun. Sağlı sollu mezarların yanından geçtikten sonra arabayı uygun yere park ediyorsun.  

İşte geldin. Ölüleri, bir de kuşları saymazsan aile kabristanında teksin. Bir karga gaklıyor, bir ibibik hüt hütlüyor! Servi ağaçları ve kuru otlar rüzgârla fingirdiyor. Üç ay önce yaptırdığın mezara usulca yaklaşıyorsun. Önce selam veriyorsun, ardından dualar ediyorsun. Duan bitince mezarın başındaki iki plastik bidonu alıp yol üstündeki çeşmeye gidiyorsun. Karınları bellerine yapışmış bidonlar tazyikli suyla buluşunca nasıl da çatırdayarak açıldılar, kan emmiş sülükler gibi şişmanladılar. Dikkat et! Bidonun bir tanesinin altı delik. Adımlarını hızlandırıyorsun. Önce kaidedeki lavantaları suluyorsun. Mezarın yanındaki küçük çam ağacını unutmuyorsun. Kuşluğa da su dolduruyorsun. Sonra mezarın ayakucuna ilişiyorsun. Ne anlatacaksın ona? Kötü şeylerden bahsedip de onun canını sıkma. Bence şunları söyle karına: 

“İyiyim ben, meraklanma. Çocuklar beni hiç yalnız bırakmıyor. Gel bizde kal diyorlar ya, bilirsin rahat edemem. Geçen Yasin pek ısrar etti, kaldım bir gece. Çocuklar çok sevindi. Dondurma aldım hepsine. Ev pırıl pırıl, aklın kalmasın. Haftada bir temizliyorlar. Sık sık yemek de getiriyorlar, en çok da Zarife. Anlayacağın yemem içmem yerinde. Gelinler pek iyi anlaşıyor. Geçen hep beraber pikniğe gitmişler. Çok şükür kavga etmeden dönmüşler. Dün üstüme iki gömlekle bir pantolon aldım. Tahir de ayakkabı almış, bayram hediyesi diye. Pahalı bir şeye benziyor. Gökhan’ın nişanında giyerim gayri. Bayramdan sonra yapacağız nişanı. Kız öğretmenlik bitirmiş, ama boştaymış şimdi. İnşallah atanır. Keşke…” Şimdi sus ve içinden konuş:  

“Sen de olsaydın.” Küçük gelinin düşük yaptığından bahsetme ya da epeydir göğsünün ağrıdığından. Bence şimdilik bu kadar yeter… 

Müsaade istiyorsun. Kalkarken: 

“Bayramın mübarek olsun, yine geleceğim…” diyorsun. Gitmeden önce mezar taşını okşuyorsun. İncitmeden. Sanki bir taş değilmiş gibi. Çakıl taşı döşeli yoldan başı önde ilerliyorsun. Hava biraz bulutlu. Sol eline bir damla düşüyor. Gökyüzüne bakmıyorsun, çünkü düşen yağmur damlası değil biliyorsun. Arabanın kapısını açarken telefonun çalıyor. Arayan büyük oğlun. Kurbanlığını bahçedeki kümese indirmiş ha. Yarın beraber kesersiniz artık… 

Eve vardığında önce bahçeye giriyorsun. Kümeste koyunun yanında bir koç duruyor görüyor musun? Nasıl da heybetli! Kara başlı, uzun boynuzlu, kuyruğu küçücük. Bak koyunun çığlıkları nasıl da kesilmiş. Biliyorum sevindin onun için. Saat kaç oldu bu arada? Az kalmış akşam ezanına…  

Bostana giriyorsun. Taze maydanoz, nane, reyhan, domates ve salatalık koparıyorsun. Sonra evinin kapısını açıp sahanlıktaki masanın üzerinde salatanı hazırlıyorsun. Maydanoz, nane ve reyhanı avucuna toparlayıp önündeki tabağa ince ince kıyıyorsun…  İşte bitirdin sonunda, ne güzel duruyor tabaktaki salata. Kokusu da bir harika. Kafandaki el örmesi yeşil takkeyi çıkarıp alnını ovalıyorsun. Tam tependeki egzamayı tatlı tatlı kaşıyorsun. Bak işte başlıyor karnın guruldamaya. Kalk usulca ayağa da geçelim mutfağa.  

Ah şu karıncalar! Yine mutfağın her yerindeler, tezgâha kadar çıkmışlar. Naftalin koymalısın buralara. Buzdolabı epeydir aksi bir ihtiyar gibi söylenip duruyor. Bak yine aynı şeyi yapıyor, kim bilir belki de son günlerini yaşıyor. Açıyorsun dolabı ve orta rafta, üzerine şeffaf ekmek poşeti geçirilmiş tabağa uzanıyorsun. Bulgur pilavı ve pilavın üzerinde tavuk budu. Organik tavuk, sen kesmiştin geçenlerde. Tabağın üzerindeki poşeti çıkarıp mikrodalga fırına koyuyorsun… 

Şimdi sahanlıktaki masaya kurduğun sofranın başında bekleme zamanı. Ellerini önünde kenetlemişsin, bir an önce duymak istiyorsun ezanı. Nihayet! Orucunu suyla açıyorsun. Lokmalarını çiğnerken çıkan sesler sessizliğin içinde büyüyor; küçük bir güvenin lambaya vuruşlarıyla nereden geldiği belli olmayan küçük ve büyükbaş hayvan sesleri sessizliği daha da heybetli kılıyor. Ürperiyorsun, lokmalar ağzında büyüyor. Yemeğin sonunda bitiyor, masayı ve mutfağı toplayıp odana geçiyorsun. Ardından namazını kılıyorsun. Duvara dayalı masanın üzerindeki bayram şekerlerine bakıyorsun. Çekinme al hadi bir tane. Biraz da kolonya dök eline. Aklına takıldı değil mi? Elbise dolabındaki gri ceketinin yan cebine istiflediğin banknotları kontrol ediyorsun. Yeter bence bu kadar beşlik, hatta artar bile. Gözün yine alt rafta duran etekle bluza takılıyor. Utanma, iç geçir ve kapa gözlerini. Sonra da eğil ve eteğin üzerinde gezdir elini. Hadi otur masana şimdi, yoruldun sabahtan beri. Yakın gözlüklerini takıyorsun burnunun üstüne. Not defterini eline alıp bakıyorsun yazdığın şiirlere…  

Yatsı ezanı okunurken hala masandasın. Gözlerin hafiften kapanıyor, önce namazını kılmalısın… Allah kabul etsin. Üzerini değiştir de uzan yatağına. Nasıl da iyi geldi uzanmak. Dinle bak, koç geldi geleli koyunun sesi çıkmıyor. Ne de olsa eşini buldu. Bir an kendini koyunun yerine koyuyorsun. Ama biliyorum, sen yeni bir eş istemiyorsun. Ancak ruhundaki çığlıkların da dinmesini istiyorsun. Bunu kim yapabilir? Uyumadan önce eşine kavuşmayı diliyorsun. İyi geceler, Allah rahatlık versin… 

Uyan hadi uyan, geç kaldın! Baksana saate, bayram namazını kaçırdın. Aşağıdan gelen o sesler de ne? Toparlan hadi, inip bakalım şu bahçeye. Yavaş ol, düşeceksin. Dur bir dakika, orada biri mi var? Yanlış görüyorsun belki de. Gözlerini ovala da tekrar bak hele. Yok hayır, yanılmamışsın. Bir kadın var kümesin önünde. Arkası bize dönük. Üzerindekiler senin dolabındaki bluz ve etek değil mi? Peki ama koç ve koyun nerede? Yoklar hiçbir yerde. Titrek adımlarla usulca yaklaşıyorsun. Yoksa bu o mu? Şimdi başını çevirip gülümsedi. Ruhundaki tüm çığlıklar dindiğine göre ta kendisi. Git ve tut elini. Girin kümese ve alın koçla koyunun yerini…  

Latest posts by Ebuzer Kalender (see all)
Visited 30 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version