Yazar: 21:00 Röportaj

Serdar Yıldız: Edebiyatta bazı kurallar var elbet, ihmal edildiği zaman metin edebi kazaya uğruyor.

1983 doğumlu Serdar Yıldız’ın ilk romanı “İllet” 2013 yılında basıldı. Yapılan iki baskının ardından yıllar sonra bu zorlu pandemi günlerinde tekrar gün yüzüne çıkan kitap Antares Yayınları tarafından tekrar raflardaki yerini aldı. 

Covid-19’dan yıllar önce yazmış olduğunuz, aynı zamanda ilk romanınız olan İllet, İstanbul’da yaşanan bir kolera salgınını ele alıyor. Bize İllet’ ten biraz bahseder misiniz?

Aslında aklımda salgın romanı yazmak yoktu, sadece Kızkulesi’yle ilgili bir metin planlıyordum. O zamanlar Orkun Uçar’ın evi Cihangir’deydi, bir yazarlar toplantısına katılmıştım. Boğaz’a bakan bir evdi, Kızkulesi muhteşem görünüyordu. Boğaz’ın ortasında yalnız ama görkemli bir görüntü çizen kuleyle ilgili bir şeyler yazılmalı diye düşündüm, yani Kızkulesi’ni o manzaranın içinde görmek benim adıma bir fikri ateşledi. Geçmişine dair birkaç araştırmayla ilginç bilgilere ulaşmanız da mümkün, mesela kuleye atfedilen mitolojik efsaneler var, herkes birkaçını bilir. Araştırmam derinleştikçe ilgimi çeken esas meseleyi buldum, geçtiğimiz yüzyılda İstanbul’u kasıp kavuran kolera salgınında karantina adası olarak kullanılmıştı. Salgınları incelemeye başladım, bu defa da kolera yıllarında İstanbul’da üç semte inşa edilmiş üç tebhirhane çıktı karşıma.

Romanı satırlara dökmeye başlamadan önce tarihsel mekanları görmeye gittim. Veri toplayıp öykümün çatısını kurmaya başlarken bugüne benzer bir atmosferin yüz elli yıl önce de yaşandığını fark ettim. Böylece roman yavaş yavaş kendini buldu. İllet’te Kızkulesi’ne atfedilen efsanelerden dolayı onun dizi ve filmlerde romantizmi çağrıştıran görüntüsünün ötesinde, gerçek kimliğine, esas tarihine de bir vurgu vardır. Romanı 2010’da bitirdim, yayımlanması 2013’ü buldu. Bir sene sonra da ikinci baskıyı yaptı. Kafamda Covid-19 öncesine kadar İllet’le ilgili yeni bir plan yoktu. Farklı çalışmalara yoğunluk vermişken pandemi ortaya çıktı ve İllet’in yeni macerası da ister istemez böylece başladı.

Bu romanla öteki salgın konusunu işleyen eserler arasındaki farklar nelerdir?

İllet İstanbul’un salgın tarihiyle ve dahası Kızkulesi’nin sırlarıyla iç içe geçen bir anlatıya sahip. Anadolu topraklarında yeşeren mitolojik unsurlar da yer alıyor. Bu yönüyle, yani kendi kültürel mirasımızı kullanması bakımından öteki eserlerden ayrılıyor.  Romanda bahsettiğim salgın atmosferi günümüze benziyor; karantina, ürkü iklimi, maskeyle dolaşan, eldiven kullanan insanlar vs. gibi. Satırların bir ölçüde gerçeğe dönmesi benim için garip bir his.

Sizi siz yapan, kullanmazsam olmaz dediğiniz bir cümle kalıbı veya sözcük var mı?

Öykülerin kendine has bir sesi vardır, karakterleri özgün olmalıdır, haliyle böyle bir kalıbım sanırım yok. Her yeni öykü başka dünyaları ve insanları aktardığı için, anlatı da değişime uğrar, öyküye ve karakterlere uygun şekilde kendiliğinden oluşur.

Örneğin İllet’te bir karakter sürekli mukadderat der, çünkü esas kişimizi yaşadığı olayların kader olduğuna inandırma amacı vardır. Başka bir öykümde bir karakter sürekli zavallıcık der. Bu kelimeler metin içinde önemli yer tutar ancak öyküye ve karaktere özgüdür. Farklı bir yerde tekrar kullanmaya kalksam aynı etkiyi göstermesi imkansızdır.

Yazarlığın yanı sıra Antares Yayınları’nda editörlük de yapıyorsunuz. Editörlük yapmanın da getirdiği mesleki bir deformasyon olarak, kitap okurken ne gibi sorunlarla karşılaşıyorsunuz?

Antares yeni kuruldu. Benimki editörlükten ziyade gönüllü bir hizmet aslında. Öğretmen olduğum için yazmak ve okumak benim için tam zamanlı bir iş olamıyor maalesef. Güzel eserler ve yeni isimleri edebiyat dünyamıza kazandırma motivasyonuyla vakit buldukça katkı sunmaya çalışıyorum. Bir kitabı yayına hazırlamak ciddi emek isteyen ancak zevkli bir süreç. Çok dikkatli olmanız gerekiyor, redaksiyonundan sayfa tasarımına kadar. Yoksa ufak tefek kazalara uğrayabiliyorsunuz, İllet’te bunu yaşadık. Antares yeni bir yayınevi olmasına rağmen okur nezdinde bir heyecan yaratmış olmalı ki her hafta birkaç dosya başvurusu geliyor. Bunların hepsini okumak ve yayın planına alınıp alınmadığıyla ilgili yazar adaylarına detaylı bir dönüt vermek zor. Sanırım, onlara daha fazlası gittiği için büyük yayınevleri açısından daha meşakkatli bir süreç bu.

Daha önce ismini duymadığımız fakat gönderdiği dosya vasıtasıyla kendisiyle tanıştığımız birkaç yazarın eserleri önümüzdeki aylarda Antares’te yayımlanacak. Gelen tüm dosyalar inceleniyor ve bir kısmı çeşitli sebeplerle öne çıkıyor tabii. Bu eserleri değerlendirmek sorumluluk isteyen ciddi bir iş. Dosyasını gönderen yazarların da kendilerini en iyi şekilde ifade etmeleri önemli, yani işin içindeki tüm paydaşların birbirinden özen beklemesi elzem. Nasıl ki trafikte uymanız gereken birtakım kurallar varsa ve kurallara uymadığınızda bir kaza kaçınılmazsa yazma eyleminde de benzeri geçerli. Özeni, dikkati ihmal ettiğiniz an metin kazaya uğruyor.

Yazarın kendi metnindeki aksaklıkları görmesi, fark etmesi zor, metne yabancı, dışardan başka bir gözün radarına yakalanması daha kolay. Dolayısıyla ham yani üzerinde çalışılması gereken bir metni okumak yorucu, dikkat isteyen bir iş. Sonuçta kısıtlı bir zamanınız var ve bir okur olarak iyi kitaplar okumak istersiniz, bu nedenle editörlerin işlerinin kolay olmadığını düşünüyorum.

Sormasak duramayacağımız bir merak konusu daha var. Yayınevlerinin kitap dosyasının ilk beş sayfasını okuyup ona göre kararını şekillendirdiği doğru mu? Türkiye’ de yeni yerli yazarlarımızın okuyucu tarafından çoğu zaman “görünmez” olmasını neye bağlıyorsunuz?

Yüzlerce yayınevi var, her biri farklı bir uygulamaya sahiptir. Ancak şunu söyleyebilirim ki özellikle genç yazarların kafalarında soru işaretleri oluşması normal, hissedilen o heyecan bir an önce sonuca ulaşma konusunda büyük bir motivasyon sağlıyor. Bana kalırsa acele etmeye hiç gerek yok. Genelde yol boyunca, hata yapa yapa öğreniyoruz ve farkı tecrübelerimizle piyasayı daha iyi anlıyoruz. Antares’te özellikle genç yazarlara karşı daha anlayışlı olunduğunu biliyorum. Dosya değerlendirirken bazen beş sayfa baştan, birkaç sayfa ortadan okumak yeterli görülebilir, bu tamamen yayıncının zamanı olup olmadığıyla ilgili bir konudur. Tabii herkes eserinin baştan sona büyük bir dikkatle okunmasını ister. Ama yaşadığımız çağı bir düşünelim, bu gerçekten çok zor.

Buna rağmen sadece ilk birkaç sayfada kendini ispat eden eserler de vardır ki onların fark edilmemesi imkânsız. Başka bir konu da şu: Yayınevleri dosya başvurularında genelde özet ve özgeçmiş de talep ediyor. Ancak bazı başvurularda buna dikkat edilmiyor. Kendini tanıtmadan, eserle ilgili heyecanını birkaç kelimeyle belirtmeden bir cevap alabilmek zor, hatta bu elenme sebebi olabilir.

Birkaç farklı nokta, yenilik, ifade gücü hatta kitap ismi bile dosyanın şansını artırabilir. Bir yayıncı önüne gelen eser iyiyse yazarın yaşına bakmaz sanırım. O yüzden kendime yer bulamam diye düşünmek yerine en iyisini üretmek için çabalarsak daha iyi olmaz mı? Edebiyat bence bir heves alanı olmamalı, kaleminizden en güzel ve anlamlı kelimelerin ne zaman döküleceği belli olmaz. Zaten bu alanda birkaç tecrübe edinip olgunlaştıktan sonra dosyam illaki yayımlansın düşüncesinden uzaklaşmanız kaçınılmaz. Sadece doğru anı beklersiniz, iyi metinler yazıp artık vakti geldiğine inandığınızda harekete geçersiniz.

Pandemi sürecinde yayımlanan kitap sayısındaki düşüş ortada. Şansız bir dönemdeyiz. İnsanların öncelikleri değişmiş, ruhsal vaziyetleri onları kitaplar gibi enerji ve dikkat isteyen bir eylem odağından uzaklaştırmışken yayımlanan her kitap okura ulaşma açısından riskli bir adımdır. Tüm bunlar yeni yazarlara belki daha fazla yer verilmemesine neden olabilir ancak doğru zaman mutlaka gelecektir.

E-kitap hakkındaki düşünceleriniz neler? Yurt dışında epey yaygın bir biçimde kullanılmasına rağmen Türkiye’de pek rağbet görmediğini söylemek yanlış olmaz. Bunu neye bağlayabiliriz?

Sanırım Türkiye’deki ilk Kindle kullanıcılarından biriyim. Bir de Nook’um var. Yasal mecralardan yüze yakın e-kitap aldım. Bana kalırsa e-kitaplar ve tabii e-kitap okuyucular faydalı bir deneyim sunuyor. Konuyla ilgili farklı yerlerde birkaç yazı yayımlamış, e-kitap teknolojisiyle nasıl tanıştığımı anlatmıştım, uzun bir hikâye. E-kitap ve okuyucuları ilk dönemler büyük bir heyecan yaratmıştı, şu an yine ilgi var ama bir miktar azaldı. Ülkemizde e-kitap okuyucuların fiyatları yüksek olduğu için çoğu kişi, özellikle öğrenciler ulaşamıyor olabilir. Bunun yanı sıra tablet ve cep telefonundan okuyanlar da var, hem de azımsanamayacak sayıdalar.

Kitap sadece içindeki metinle var olmaz, o aynı zamanda fiziksel bir eserdir. Sırf rafta duruşu, oradaki varlığı beni cezbettiği için basılı kitaptan vazgeçemem. Buna rağmen kitap kokusu romantizmine de sahip değilim. Özellikle araştırma/inceleme okurken e-kitabı tercih ediyorum; roman, öykü, deneme gibi edebi türlerde ise fiziksel kitabı. Herkesin okuma alışkanlığı farklıdır, e-kitaplar bir noktada benim alışkanlığımı sınırlıyor. Okurken satırların altını çizerim, sayfa kenarlarına not alırım, daha sonra tekrar döndüğümde neden o cümlenin altını çizdim diye düşünmek hoşuma gider. E-kitapta da bunu yapabilirsin ama elle not almak çok daha farklı hissettiriyor, kitapla daha sağlam bir yakınlık kurmanı sağlıyor, özellikle kalemlere karşı da bir ilginiz varsa.

E-kitabı destekliyorum, keşke tüm kitaplar için bir alternatif olarak sunulsa, hatta kendi kitaplarım da e-kitap olsun isterim. İnsanları daima e-kitaba teşvik ettim, çünkü böyle bir kolaylıktan herkes faydalansın istiyorum. Bu konu TÜYAP’ta Alberto Manguel’e sorulmuştu. Sektörün e-kitaplardan ziyade cihazlardan para kazanmaya öncelik verdiği sürece, okurlar için tercih edilmesinin kolaylaşmayacağını söylemişti. Aynı fikirdeyim.

Son olarak, üzerinde çalıştığınız yeni bir eser var mı?

İlki Risk Endüstrisi, bilim kurgu türünde bir roman.  Risk Endüstrisi hem yapı hem de konu anlamında farklı bir yerde duruyor ve beni gerçekten heyecanlandırıyor.

Bir de “Homeros Saplantısı” adında bir roman çalışmam var, antik kent Troya ile ilgili. Homeros Saplantısı’nı yazmaya daha önce başlamıştım fakat şu an Risk Endüstrisi’ne öncelik verdim, biraz beklemesi gerekecek. Yakın zamanda ikisini de tamamlayacağım umarım. Bunların haricinde öykülerim var, kitaplaşabilirler ancak acele etmiyorum.

Visited 35 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version