Merdivenin en üst basamağından sonuncuya dek, ince ince yaklaşık yirmi oluktan inen kan ilk bakışta bir şeye benzemiyor, yaklaşınca insanı irkiltip burada az önce yaşanan vahşiliği hissettiriyordu. Açıkçası on beş dakika önce öldürdüğüm bu iki kişiyi hiç mi hiç sevmezdim. Onlar bana göre; türlü türlü çürük meyve dolu bir çöp poşeti, ondan yayılan berbat koku, yine poşetin damlattığı parkelerin pis görüntüsü, çöpü dışarı koyarken yaşanılan kaza sonucu etrafa saçılması, çürük meyvelerin üstüme ve tüm sokağa dökülmesiyle bitiveren tiksinç bir hazımsızlık kaynağıydılar. Tüm bu olaylar silsilesi gibi az önce öldürdüğüm iki kişi de, belki o tek bir sözü etmeseydi, merdivenlerden kan akmayacak, ev temiz kalacak, kazağım batmayacak ve işte her şey yolunda diyebilecektim. Ancak bu alçaklar, ölen iki kurnaz tilki, bana verdikleri büyük temizlik zahmeti yetmezmiş gibi, bir de içime, mantıklı düşüncelerin iş görmediği o gizemli yere giriyor, tıpkı merdivenler gibi orayı da kirletip paniklememe sebep oluyorlardı. Yine de sakince çamaşır suyu aramaya devam ettim. Evde kutu kutu bulunduğunu düşünürken sadece yarım şişe kalması raydan çıkmış paniğimi azdırıyor, ölen iki alçağın intikamını alıyordu.
Temizlik işi şakaya gelmezdi, oturup nereden başlayacağımı düşünmem, kol ve bacaklarımı mümkün olduğunca az hareket ettirecek şekilde sıraya sokmam gerekti. Ayrıca, sadece cesetleri ve akan kanı yok edersem, o bölümler üzerinde özel çaba harcadığımdan, iş bittiğinde evin geri kalanından daha temiz gözükeceklerdi. Eh, bu da şüphe çekerdi. Neden bir evde en temiz yer merdivenler olsundu ki? En iyisi mi her yere eşit özeni göstererek tüm evi baştan aşağı temizlemekti. Hem bu sayede, oluşacak yorgunlukla birlikte paniğim azalır, şu iki alçağa karşı daha fazla küçük düşmezdim.
Planın bu şekilde hazır oluşu her ne kadar şöyle bir durup dinlenme isteği yaratsa da, işe koyulmalı, çamaşır suyu almak için markete gitmeliydim. Ayrıca, şu iki aptaldan geriye kalanları temizlerken cildimi mahvetmek istemediğimden bir çift korunaklı eldiven almayı da istiyordum. Cesetleri öylece bırakarak, ki onları erteleyebilme lüksü büyük bir hazdı, ceketimi omzuma asıp çıktım. Koca koca reklam panoları geçtim, daha küçük afişleri de geçtim. Geniş yolları birbirine bağlayan dar geçitleri yürüdüm, küçük bir market de geçtim. En sonunda, üstelik biraz da sakinlemiş bir halde, süpermarketin kapısına geldim. İçerdeki dehşet verici ürün fazlalığı kafamı karıştırmadan önce alacağım şeyleri teker teker içimden saydım. Bittiğinde koca bir adımla meyve sebze reyonuna girdim. Daha ilk nefeste kafam karışmış, temizlikten sonra belki evde bir şeyler pişirebilirim diye donmuş patateslerden almıştım. Yanına da iyi bir et seçmek gerekti. Böylece tam on beş dakika evdeki cesetleri unutarak dolandım. Sonuçta, temizlikten sonra ziyafet çekmek isteyecektim.
Yemek için alınacaklar bitmişti. Temizlik ürünlerinin satıldığı bölüme başka hiçbir çeldiriciye bakmadan koştum. Tam beş tane çamaşır suyu, iki tane güzel kokulu ama muhtemelen kötü çözücü olan garip karışım, altı tane sünger, üç büyük boy çöp poşeti aldım. Eğer yetmezse, akşam yemeğinden sonra tekrar gelip eksikleri hallederdim. Evimde ölü olan iki kurnaz tilkiyi öylesine umursamıyordum ki minik bir ara verip, iki hatta üç kez kaldığım yerden devam edecek, onların bu dünyadaki son maddi varlıklarına bile saygı duymayacaktım. Bu pervasızlığımı coşkuyla karşıladığımdan, kutlama için güzel bir tatlı da attım sepetime. Uzun süredir evde kalmadığımdan yeni çarşaflar da gerekecekti. Yanına yumuşak bir yastık da ekledim. Sonunda alışveriş bitmişti. Yine de birkaç saat sonra süpermarkete geri dönme isteği duyuyor, almak istediğim şeylerin sadece yarısına göz attığımı düşünüyordum. Evet, işimi çabucak bitirip kesinlikle geri dönecektim. Poşetlerin ağırlığı yüzünden geliş hızımın yarısıyla reklam panolarını bu sefer tersten aşmaya başladım. Taşıyabileceğimden çok daha fazlasını yüklendiğimden yorulmuştum. Şu köşedeki bankta biraz oturup soluklansam ne olurdu ki? Evdekiler canlanacak değildi ya. Karşıya geçip kendimden önce poşetleri banka dizdim. İçinde tatlı olanı kucağıma alarak oturdum. Sabahtan beri tek lokma yememiştim, tatlının birazını aşırabilirdim. Cadde nispeten ilk geçişime göre daha kalabalıktı, sanırım herkes süpermarkete doğru koşuyordu. Zaten bu yol başka adam akıllı bir yere de çıkmazdı.
Evdeki cesetleri yaklaşık bir saat yalnız bırakmıştım. Herhalde kendi başlarının çaresine bakabilirlerdi! Üstelik bu bankta dinlenmem, artık bir ihtiyaç değil prensip meselesi haline gelmişti. O an da yeni bir karar aldım, eve gidene dek oyalanabileceğim her ne zımbırtı varsa peşinden gidecek, öldürdüğüm iki kişinin kokuşması için gereken zamanı onlara tanıyacaktım. Artık bu da üst düzey bir alay değilse, daha ne olabilirdi ki?
Poşetlerimi alıp yürümeye devam ettim. Ne yazık ki tüm yol çok sakindi, içine karışabileceğim bir kavga, taraf tutmak gereken sataşmalar, hatta peşinden gidip besleyebileceğim tek bir hayvan bile yoktu. Demek ki ölen iki kişi, hala bir şekilde benden bekledikleri saygıyı, yani vaktinde gömülmeyi, almak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Açıkçası şu saatten sonra biraz insaflı davranmam yerinde olur. Tıka basa biriken eziyetlerin hangi biri evimdeki iki cesedi rahatsız edebilir ki? Evet, en iyisi hızlıca eve gitmek. Bu kararla birlikte, poşetleri taşımak için tüm yol boyu gösterdiğimden daha fazla çabayla koşmaya başladım. Sanki eve zamanında varamazsam daha az önce aldığım çamaşır suyu şişenin içinde bozulacak, yiyecekler birer ceza gibi küflenecekti. Koşmaya devam ettim.
Geçtiğim son dönemeçti. İşte orada, tam karşımda bıraktığım gibi duruyordu ev. Kapının önüne poşetleri bırakıp sonsuzluğa uzanan ceplerimde anahtarı aradım. Küçük aksi metal parçası olmadık yerde yine zorluk çıkartıyordu, onu cezalandırmak için cesetlerle birlikte gömer, kilidi de toptan değiştirirdim. En sonunda bulup küçük aksi metali bulup kapıyı açtım. Ev yine eskisi gibiydi ama bir garip ses, var mı yok mu anlayamadığım bir çeşit gıcırtı… Belki açık pencerelerin oyunu belki de çamaşır suyunun sabırsızlanıp poşete çarpmasıydı. Ancak emin değildim, her şeyi mahvedebilecek bir gıcırtıyı yabana atamayacağımdan evi kolaçan etmeye karar verdim. Bodrum katından başlamak en doğrusuydu, bir fareyle karşılaşıp tüm suçu ona yıkmayı umuyordum. Merdivenler tozdan gözükmüyordu. Cesetlerden önce buraları temizlemek gerekti, kir alçaklara özgü olduğundan ona basamazdım. Poşetten çamaşır suyunu çıkartıp bana adımlarım için yeterli alanı sağlayana dek merdivenden aşağı boşalttım. İşte şimdi, fare avına çıkabilirdim. Ne yazık ki bodrum oldukça sessizdi, hızlıca kaçan bir gölge yoktu.
“Ellerini havaya kaldır! Çabuk!”
Evdeki iki ceset benden intikam almak için polisi mi çağırmıştı? Onları sadece, ama sadece bir saatliğine yalnız bırakmış, bir saatliğine sadakatlerini istemiştim. İşte, ölmeyi neden hak ettikleri ortadaydı! Ellerimi havaya kaldırdım. Acaba, evdeki yarım şişe çamaşır suyuyla cesetleri kaldırıp önce temizliği halletseydim, daha mı iyiydi? Hayır, markete gitmek gerekliydi, üstelik eldivenim bile yoktu!
Ellerimi kaldırdığımı gören polislerden ikisi hızlıca beni yakalayıp kelepçeleri taktı. Neredeyse bacaklarımı bile kullanmadan bodrumdan çıkartıldım. Poşetler kapının girişinde öylece duruyordu. Şimdi, zafer kutlaması için aldığım yemekler çürüyecek, evdeki tüm böcekleri üstüne çekecek, belki pencereden giren bir kedi ya da gerçekten bir fare gelip leş saçacak, evi kirletecekti.
- Garip Lüksün Muğlak Kullanım Hakkı - 7 Ocak 2021
- On Beş Dakika Önce Ölen İki Adam - 2 Ocak 2021
- Serdar Yıldız: Edebiyatta bazı kurallar var elbet, ihmal edildiği zaman metin edebi kazaya uğruyor. - 22 Aralık 2020