Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın
Hepiniz mezarısınız kendinizin…
Nilgün Marmara, Mezar
Konserin ilk parçası alkışlarla sonlanırken biri adımı bağırdı. Ellerim birbirine kavuşamadan havada asılı kalmıştı. Şaşkınlıkla kafamı çevirip onun yüzünü gördüm. Yanımdaki koltuğa bileti nasıl almıştı? Ben görmeden bu koltuğa nasıl oturmuştu? Alkışlar kesilmişti. Orkestra yeni parça için hazırlanıyordu. Enstrümanların akort kontrolleri yapılırken, bileğinden tuttuğum gibi onu salondan dışarıya sürükledim. Boş koridora çıkınca sinir bozucu bir kahkaha attı. Konuşmakta olan iki güvenlik görevlisi dönüp baktı. Sadece konserin olduğu salonun değil, koridorların bile akustiği sağlanmıştı sanki. Sesler, kahkahalar her yerden duyuluyordu. Bu yankılı kahkaha tüylerimi diken diken etti. Kaşlarımı çatıp duvarın dibinde duran koyu gri koltuğa oturdum. Gelip yanıma oturdu. Yüzü tepkisizdi. Sanki başını bir yere çarpmıştı, alnına doğru hafif bir kan sızıyordu, “Beni nasıl buldun?” diye sordum. Cevabı beklerken sırtımdan kuyruk sokumuma doğru ürperdim. Sanki beton bir duvara çıplak yaslanmışım gibi titredim. İçimden tüm kötü ruhlar geçti. Geçmeyenler sanki sağıma soluma oturdu. Koridor gitgide küçüldü, oksijen azalmaya başladı. Aldığım derin nefesler ciğerlerime ulaşmıyordu. Yine bir kahkaha. Hiçbir şey söylemedi.
“Sen çok safsın,” derdi annem. Buradaki saf kolaylıkla aldatılabilen anlamındaydı. Gerçekten de aldatıldım. Bazen o kadar çok hayal kuruyordum ki hayalimin ufacık bir yeri gerçek olsa kalanını ben gerçek kılıyordum. Aşk söz konusu oldu mu gözümün önüne bir perde iniyordu. Hayalimdeki adam asla dolandırıcı, şiddet yanlısı ve tehditkâr değildi. Nasıl olduğunu anlamadan tüm paramı onun ödemezse elinden kaybedeceği evinin borcu için verdim. Parayı elden istediğinde dahi şüphelenmedim. Çünkü benimle ilgileniyordu. Görülmeyeni görmüştü. Güzel kalbim, komik sözlerim vardı. Bir süredir el ele tutuşup yürüyüşler yapıyor, yemeğe çıkıyor, uzun telefon sohbetleri ediyorduk. Bence biz sevgiliydik. Para elimden çıkıp onun eline geçtiği anda değişen bakışlar, saygısız gülüşler, aradığımda ulaşılamayan anlar, kaçamak sözler ise hiçbir şey olamadığımızın ipuçlarıydı. Paramı isteyebilmek için, “Elime biraz daha para geçti, sana destek olur,” dediğimde hemen geldi. Paranın olmadığını anladığında boş sokakta hırlar gibi ettiği sözler, sıktığı kolum, birden sinirlenen halleri, karanlıkta parlayan öfkeli gözleri, arabaya doğru yürürken, “Sen o parayı unut, çakallık yapma!” dediği an yerden alıp kafasına vurduğum taş, yere düşüşü, akan kan, içimdeki çığlık, korku ve intikamımı almanın verdiği garip bir haz. Uzun süre ona baktım. Başından sızan kanı seyrettim. Bir ara gözlerini açtı, yalvarır gibi bir sesle adımı söyledi.
Her cuma geldiğim bu konserler vurduğum taşı anlatır. Bazen taşın vuruluşunu bazen de akan kanın kırmızısını. Bazen karanlık sokakları bazen de sessizliği. Çünkü taşla birlikte havaya kalkan elimde, hayatımın şefiydim. Bir nefesle üflediğim öfkemle, ahenkle inen kolumla ve ritimle sallanan vücudumla kendi senfonimi çalıyordum. Vicdanımı yüklenip içime yaptığım yolculuklar hep bu senfoniyi dinlemek içindi. Bu uzun yolculuklar, hızla değişen hafızamın manzaraları, kalabalığın içinde oturduğum can kenarındaki koltuğun rahatsızlığı beni bu zamandan uzaklaştırıyordu.
“Benden ne istiyorsun?” diye sordum, “ben sadece paramı değil güvenimi de kaybetmişken kafandan akan kan ödediğin bedeldi,” diye bağırdım. Sessizce bana bakmaya devam etti. Konuştukça, ona baktıkça öfkem arttı. Aynı karanlık sokağa, sessiz geceye döndüm. Yerden bir taş bulamazdım, çantamı alıp hızla kafasına indirdim. Tekrar, tekrar vurdum. Alnına doğru sızan kan çoğalmaya başladı. Yine ambulansı arayan sesimi duydum. Saklandığım köşeye çekilip, yine onu sedyeye yatırışlarını, birden açtığı gözlerini ve o gözlerdeki şaşkın bakışı gördüm. İki görevlinin yanıma geldiğini ise benimle konuştukları zaman fark ettim, “Hanımefendi sizi dışarı almak zorundayız,” dedi genç olanı. Derin bir nefes aldım. Bana bakan gözler kaybolmuş, etraf aydınlanmıştı, “Sorun yok, gitmiş,” dedim. İki görevlinin birbirine kaçamak bakışlarını yakaladım, “Aradan sonra içeri geçerim, endişelenmeyin, güvendeyim, yalnızım artık.”
Yaşından dolayı daha kıdemli olduğunu tahmin ettiğim görevli kelimelerin üstüne basa basa konuştu: “Siz hep yalnızdınız. Yanınızda oturan beyefendi yüksek sesle konuştuğunuz için rahatsız olmuş, sizi uyarmış, birden kalkıp dışarı çıkmak için izin istemişsiniz. Size buraya kadar eşlik etti. Sonra kahkaha atmaya başladınız, kendi kendinize konuştunuz, çantanızı sağa sola fırlattınız. Ambulans çağırdık, gelmek üzeredir.”
İki görevliyle dışarı çıkarken kapının yanında duran aynada bir çift bakış yakaladım. Başını bembeyaz gazlı bezle sarmışlardı. Gazlı bezin bir noktasında kırmızı bir leke göze çarpıyordu. Pişmanlıklar senfonisi çalıyordu.
- Pişmanlıklar Senfonisi - 17 Mart 2022