Yazar: 12:30 Öykü

Nasıl Yapmalı?

“Biz sizi ararız,” dedikten sonra yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirdi. Kolunun altındaki dosyayı işaret ederek “İletişim bilgileriniz var zaten,” diye de ekledi. Hazırladığım özgeçmiş üç sayfayı geçmiyordu. Hadi benim uzun uzun anlatacağım eski bir çalışma hayatım yok, anlı şanlı iş tecrübesiyle kâğıtları kabartanları da dikkate alırsak orada en az elli kişilik iş başvurusu vardı. Kızıl saçlı kadının koltuk altındaki dosyayla hesabım bitmemişti ki diğer elini bana uzattı. Elini sıkıp “O zaman ben sizden haber bekliyorum,” derken gözlerinin içine bakarak cevap bekledim. Bakışlarını kaçırdı. Dosyayı masaya bırakıp fönlü, kızıl saçlarıyla oynamaya başladı. “Görüşmek dileğiyle,” deyip hızlıca arkasındaki koltuğa çöktü. Çantamı bıraktığım sandalyenin üzerinden alırken odanın beyaza boyalı duvarlarını süzdüm. Girdiğim kapıdan ses etmeden çıktım.

Raskolnikov’un Neva Nehri etrafında deli deli düşüncelere daldığı gibi yürüdüm sokaklarda. Bir mağaza önünü bekleme noktasına çevirmiş kalabalığın arasında oturacak yer buldum. Sigara yaktım. Gözüme sokulan dosyanın kalınlığı aklımdan çıkmıyordu. Kalabalığın uğultusu “O kadar insan arasından seni hayatta aramazlar,” gibi çalındı kulağıma.

Altı üstü mimarlar odasında asgari ücrete sekreterlik yapacaktım. Sanki beni maliye bakanı yapacakmış gibi sorguya aldı. Karşısındakine kötü hissettirme konusunda özel eğitim almış olmalı. Allah’tan sandalyeye oturttu, ondan her şey beklenir, ayağa da dikebilirdi. Ben var ya, Ankara Üniversitesi’nde Halkla İlişkiler okudum, sekreterlik işine fazlayım ben. Sigaramın külünü yere çırparken spor ayakkabımın yırtığını fark ettim.  Sağ dış yan. Ayak parmaklarımı oynatarak açıklığın mesafesini ölçtüm. İçime bir daraltı geldi. Yoksa kızıl saç gördü de onun için mi işe almaya gönlü olmadı. Ayakkabım mı iş yapacaktı canım, ondan değildir. Hem yüzüme bile bakmadı ki, onun gözündeki ederim mavi dosyanın içindeki kâğıttan ibaret. Bitmiş sigaramın izmaritini atacak yer bulamadığım için avucumun içinde buruşturup durduğum peçeteye sardım, montumun cebine koydum.

Kafelerden birine girip çay içesim geldi. Cebimdeki parayı hesapladım. Okul günlerindeki gibi annemin gönderdiği harçlıklarla geçiniyordum. Aslında emekli maaşının tamamına yakınını bana gönderiyordu da ev kirasıyla mutfak masrafına ancak yetiyordu. Başkaca hiçbir harcama yapmamaya özen gösterdiğimden en azından temel ihtiyaçlarım aksamıyordu. Bütçemde dışarda çay içmeye yer kalmamış, evde demlerim artık.

Otobüs durağına doğru yürüdüm. Durakta bekleyen insanlar tek sıra halinde çok uzadığından bir yerde kıvrılıp L çizmişti.  L’nin sonuna gelip bekledim. Otobüsün yarısı önceki duraklarda, diğer yarısı da bana sıra gelmeden dolmuştu. İkinci otobüste yer bulup eve doğru giderken nereden ve nasıl iş bulacağımı düşünüyordum. “Önümüzdeki beş yıl içinde kendinizi nerede görüyorsunuz?” sorusuna gerçekçi bir cevap bulamadan ineceğim durağa gelmiştim.

Eve geçmeden markete uğradım. Şeker raflarının önündeki kuyruk zam geleceği haberini alan insanların akınına benziyordu.  Nasıl olsa biter diye sıranın sonuna geçtim. Fazladan almak isteyenlere görevli sadece bir tane haklarının olduğunu söylüyordu. Bir paket almayı başardım. Reyonların arasından ilerleyip bu akşam ve diğer günler için pişirmeyi düşündüğüm makarna paketlerinden de market arabasına yerleştirdim. Kasaya ilerlerken yan komşum Gülsüm teyzeyi gördüm.  Merhaba demeden evvel aldığım makarnaları işaret ederek “A101’ de BİM’den daha ucuzu var. Şekerini eve koy, makarnayı da oradan al. Yazık değil mi parana. Beş kuruş aşağısı kardır,” dedi.

“Orada bedava vermiyorlar ya Gülsüm teyze. Beş kuruş aşağısı beni zengin mi edecek?”

“Öyle öyle ev olunuyor kızım. Paranın kıymetini bil,” derken ilerlemeye devam eden Gülsüm teyze raf fiyatlarına bakıp diğer marketlerle kıyaslamaya girdiği için başka bir şey söylemedi.

Aldığım şeker ve makarnaları öderken kendimi annemin emekli maaşına ipotek koyan banka gibi hissettim. Düşmedim şu kadının yakasından.  Attığım her adım poşetlerimi hafifletirken işsizliğimi ağırlaştırıp omuzlarımı çökertiyordu. Evin kapısını açıp elimdekileri mutfak masasının üzerine bıraktıktan sonra montumu dahi çıkarmadan yatağa uzandım. Uykuya dalmak üzereyken telefon çaldı. Anacığım “Kızım gelsen, memurluk sınavına hazırlansan, orada bir başınasın,” gibi söylemekten usanmadığı lafları tekrar ediyordu. Güzel anam, Uşak’ta amcamın halıcı dükkânına sekreter mi olayım? Ankara büyük şehir, illa bir iş bulurum. Memurluk sınavına benim bölümümden kaç kişiyi alıyorlar sanıyorsun!

Telefonu kapattıktan sonra bir süre daha uzandım. Montumu çıkarıp mutfağa makarna pişirmeye gittim. Geçen yıl bu zamanlar okulum vardı. Tek derdim vize, final zamanı ders çalışmaktı. Haziranda gelen mezuniyet, çalışma zorunluluğu getirdi. Önceleri nasılsa iş bulunur diye düşünüyordum. Fakat Ekim ayında hâlâ işsiz güçsüz dolaşınca ilk düşüncemde yanıldığım ortaya çıktı. Akşamüstü Kozadan İpeğe Kadın Emeği Derneğine gitmem gerektiğini anımsadım. Derneğin kurulmasına üniversite birinci sınıftayken ben de emek vermiştim. Üniversite kantininde bir grup gencin kadın konulu tartışmasından çıkmıştı fikir. Ankara’daki ilk yıllarımdı. Üst sınıflardan sosyal hizmet öğrencisi hemşerim çağırmıştı beni söyleşi var diye. Okul yakınındaki muhitte kadın derneği kurmaya vardırmıştık işi. Mahalleli kadınlar da çok sevmişti. Hatta o kadar çok sevip sahip çıkmışlardı ki biz değil de onlar kurmuş sanılabilirdi. Kısa zamanda onlar ev sahibi, biz misafir gibi olmuştuk. Kozadan ipeğe bir şeyler üretilmiyorsa da böreği, çöreği, kısırı, keki, çayı eksik olmayan kadınlar kahvesine dönüşmüştü. Makarnayı süzüp soslayarak hızlıca yedim. Kapanmadan yetişmeliydim.

Kapısında çiçekli pazen kumaşla adı yazılı dernekten içeri girdim. Apartmanın en alt katında dışarıdan girişi olan tek odalı bir yerdi. Mahallenin hatırı sayılır kadrosu masanın etrafında çay eşliğinde kek yiyor, muhabbet ediyordu. Başlar bana döndü. Her zaman herkesten önce davranan Fatma abla seslendi.

“Hoş geldin Güneş. Kaynanan da seviyormuş. Kendine tabak hazırla da öyle otur.”

“Hoş bulduk. Vallahi yemek üstüne çay ne güzel olur.”

Masanın geri kalanına hızlı bir merhaba dedikten sonra duvara sabitlenmiş tezgâhın üzerinden kek aldım, ocaktan çayımı doldurdum. Yuvarlak masanın etrafında yerimi alıp çayımı yudumlarken Fatma abla malum konuya girdi.

“Ne yaptın Güneş, iş bulamadın mı?”

“Yok be Fatma abla! İşin bu kadar bulunmaz bir şey olduğunu bilmiyordum.”

“Benim çalıştığım evlerde temizlik işi var diyeceğim ama okumuş kızlar bizim mecburen yaptığımızı beğenip de yapmaz.”

Ah be Fatma abla okuduk da karşılığını alabildik mi? Fikir kulüplerinde dünyanın beğenmediğimiz kısımlarını değiştiriyorduk, okul bitti, iş yok. Eminim içinden “Güneş Hanım başkasının evini temizle de emekçi yanını görelim,” diyorsun. Emekçilik illa temizlik yapmayla mı oluyor? Kurumsal bir iş arıyorum, sigortası, sendikası olsun diye. Cam silerken ayağım kaysa, düşsem kime hesap soracağım, nasıl tedavi olacağım. Emine Abla içimden geçenleri okumuş gibi “Sen daha eli ayağı düzgün bir şey bulursan söyle Fatma, ne yapsın kız senin çalıştığın yerdeki temizlik işini,” dedi. Belki daha fazla laf söyleyecekti ama çay koymaya giden Arife’yi görünce yarısına kadar dolu bardağı kafasına dikip “Arife, kalkmışken bana da çay koy,” diye ekledi.

Ağzıma attığım ilk lokmada bir dilim daha kek almadığıma pişman oldum. Tepsiye baktım kalmış mı diye. Çatal yarıştırdım. Gün boyu içemediğim çay da cabası. Tabağımı, bardağımı bitirdim, yenisini aldım.

Yiyip içerken Fatma olayları özetledi. Memleketime gittiğini sandığını da özellikle belirtti. İşsizlik depresyonuna girdim de denmiyor ki. Beni yeteri kadar konuştuğuna ikna olunca da “Gazoz Meryem’in kocası evden kaçmış,” dedi.

“Nasıl kaçmış ya. Kocaya kaçan kızları duydum. Babasından, kocasından kaçan kadınları da duydum. Evden kaçan bir adam duymadım.”

“Kaçmış işte baya. Hiçbir şey demeden pılısını pırtısını toplamış gitmiş. Gazoz, gelirse affederim diyormuş.”

“Kadınlar da ilginç. Erkekler hangi kirli işi çevirirse çevirsin iki sabunlayıp çitileyip başının üstünde taşımaya devam ediyorlar.”

“Sen yokken kızlar da oğlanlar da kaçtı. Elif’in kızı kaçtı. Ayşe’nin oğlu uyuşturucu kullanıyormuş kaç senedir. O da nsokağa kaçtı.”

Dinlerken halime şükrettim. Benim bir işsizliğim, millette ne problemler var. Kendi derdime çözüm bulamadıysam da başkalarınınkini gördüm hafifledim.

“Burada kozadan ipeğe bir şey ördüğümüz yok. Kapatsak da iki yakası bir araya gelmeyenler derneği mi kursak acaba, daha çok kişiye hitap eder!” diye güldüm.

“Biz tüm kışlık hazırlığımızı burada yaptık ki. Sırayla erişte kestik. Hem yardım eden çoktu hem de evler kirlenmedi,” dedi Fatma abla.

Ne diyeceğini bilemedim. Dernek fikrinde Çernişevski’nin Nasıl Yapmalı romanındaki terzi atölyesinin ağırlığı büyüktü. Proje sahiplerinin hepsi okulu bitince çekip gitmişti. Gitmeyen benim gibileri de iş güç derdine düşmüştü. Geriye derneğin gerçek sahipleri kalmıştı. İster kışlık turşu kurarlar isterlerse de salça yaparlardı.

“Ha iyi düşünmüşsünüz,” diyebildim. Cep telefonum titredi. Kadınlar bana odaklanmayı bırakmışken mesaja baktım.  Okuldan arkadaşımdı. “Selam Güneş, bir barda garsonluk yapıyorum. Birine daha ihtiyaç oldu. Aklıma sen geldin. Evet dersen hızlıca beni ara.”

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Latest posts by Zeynep Şahin (see all)
Visited 234 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version