Yazar: 16:00 Öykü

Kurda, Kuşa ve Karısına Sözü Geçmiyordu

“Ben mi kuzuladım da almıyorsun?” dedi yavrusunu emzirmek istemeyen koyuna.

Bahar döneminde tüm sürü yavrulamıştı. Her şeyi ağırdan alan bu koyunsa yazın ortasında ancak doğurabilmişti. Kuzunun çelimsiz halini iyi görmeyen Deli Veli sürüyü başka çobana emanet etmiş, yavruyu ve anneyi alıp eve getirmişti. Adını ana babası koymuştu tamam ama deli sıfatını uçan kuşla bile kavga ederek kendisi hak etmişti. Kırk yıldır hiç kimseyi bulamazsa gölgesiyle takışıyordu.

Analık vazifesini hatırlatma sözüne kulak asmayan koyun, çelimsiz kuzu memesine uzandığında basıyordu tekmeyi. Ağıla girmeden hemen önceki avluda kocasına yardım etmek isteyen kadın elinden geldiğince sağa sola koşturuyordu.

Bu defa da karısına “Büvelek tutmuş gibi koşturup duracağına, tuz getir de soyka yalarken emzirelim,” dedi.

Babasının Veli’yi damat olarak seçtiği günden beri kendisini pek sevmediğine kanaat getiren Kezban, şu dünyada güvenecek kimsesinin olmadığını düşünerek eve koştu.

Dağdan Deli Veli’yle birlikte gelmiş eşek ağıldan avluya doğru yürüyen civcivlerden birinin tam sırtına bastı. Yavrusu ezilen tavuk palazlanıp “gurk, gurk, gurk” diye eşeğin üzerine yürüdü. Eşek istifini bozmadan başını bir sağa bir sola çevirdi, önce kulaklarını, sonra kuyruğunu salladı.

Kuzuyla koyunla ilgilenmeyi bırakıp tavuğun sesine dönen Deli Veli olanları görüp eşeğe “Katil, katil. Boşuna mı eşek demişler. Kasten bastı da öldürdü,” dedi. Hırsını bağırmayla alamayıp yerde duran değnekle kalçasına iki tane vurdu. Niye dayak yediğini idrak edemeyen eşek sopalar indikçe irkildi. Sonra, “gurk gurk” diyen tavuğa dönüp “Kör müydün sen de aldın geldin bunları!” dedi.

 Karısı bir avuç tuzla geri döndüğünde ölü civcive bakıp “Ne oldu la buna?” dedi.

“Tuzu evden değil de ilçe bakkalından almaya gidersen, olacağı bu!” diye konuya üslubunca açıklama getirmiş oldu Veli.

Olayın kendine fatura edilmesine ne diyeceğini bilmeyen Kezban, etrafında “Ayıptır Veli bu kadının ne suçu var!” diyecek konu komşu aradı. İki yaşlı keyifle Veli’yi seyrediyordu. Kadının kendilerine baktığını anlayınca “Bizi deli kocanla uğraştırma Kezban,” manasında arkasını döndüler.

Komşulardan kendisini savunacak kimseyi bulamayınca “Ma Veli benim ne suçum var da!” dedi.

Veli kaşını kaldırıp, gözlerinin akını çoğaltırken ellerini de kadına doğru açtı. Ağzını eğerek  “Benim ne suçum var demesini biliyorsun. Bir avuç tuza diye gidip evde çay kahve içmeyi ihmal etmiyorsun. İki saat oldu seni bekliyorum. Hızlı olsaydın şu yavrucuk yaşıyor olurdu,” diye ezilmiş civcive baktı.

“Ne çayı, ne kahvesi izimin üstüne geri döndüm. Bana çatmadığın gün işin rast gitmiyor. Bir var ki her gün erkenden dağa gidiyorsun da rahat ediyorum!” dedi Kezban. Bir elini koyunun boynuna dolayıp diğerindeki tuzu yalattı. “De haydi hayvan rahatlamışken şu kuzuyu emzir!”

Deli Veli kuzunun başından tutarak çenesini sakinlemiş koyunun memesine yapıştırdı. Kuzu şap şap şap emerken; yük hayvanları gibi çalıştığını, ne sabanının ne akşamının olduğunu düşündü. “Bir gün eve erken geldim, şu kadının dediğine bak, ben yokken rahatmış,” diye içinden geçirirken “ Kezban Hanım’ın rahatı bozulmuş beni gördüğü için,” dedi.

Kezban Veli’yi duymamış gibi yaptı. Boynuna doladığı eliyle koyunun yünlerini okşadı. İçinden de “ Çenen çekilsin senin. Bu deliye akşama kadar sırtında taş taşıtacaksın ki akşam da yükten gelmiş eşek gibi devrilsin de sesi kesilsin,” diye temennilerde bulunuyordu. Emzirme işi bitince “Ben bostana gidiyorum. Sen dağdan gelmişsin, yorgunsun, eve git de yat,” dedi.

Yaz ortası öğle güneşinde evde yatma teklifini cazip karşılayan Veli “Ses etme de o zaman yatayım,” diyerek eve gitti.

Yatakta bir sağına bir soluna döndü. Uyuyamadı. Hiç kimse tarafından kıymetinin bilinmediğine üzüldü. Evinin geçimi, hayvanların sağlığı için çırpınıyordu. Hele karısı hiçbir çabasını takdir etmiyordu. Birlikte oturup iki muhabbet etmek istese bir bahane uydurup kaçıyordu. Geceleri bir konu açsa çoğu zaman uyuyor numarası yapıyordu. Şu hayatta anlaşılır olmayı isterdi, olmadı. İçi daraldı. Kalktı bostana gitti. Kezban fasulye topluyordu. Veli’yi görünce yüzünü ekşitti. Veli teveklerin arasından bir salatalık kopardı. Şalvarının cebinden çıkardığı çoban bıçağıyla soydu. Yerken bahçeyi seyre koyuldu. Armut ağacının dibinin eşelenmiş olduğu gözünden kaçmadı. Bostanın etrafı çöğür dikenleriyle çevrildiği halde domates karıklarının da bir kısmının eşelenmiş olduğunu anladı.

“Süs bebeği gibi evde köpek besliyoruz güya, hiç mi havlamaz bu. Domuzlar kapımıza kadar gelmiş, hiç ses etmiyor,” diye ortaya konuştu.

Sınırı sınırına bitişik bahçedeki adam bükük belini tuta tuta Veli’nin lafına güldüğü için cevap vermek zorunluluğu hissetti. “Domuzlar çok türedi kapımızın önündeki bostana kadar geliyorlar.”

Muhatap bulmasına sevinen Veli salatalığını çiğnerken “Bunlar Suriyeli domuzlar. Savaştan kaçıp gelmişler, yoksa bu kadar çoğalmaları mümkün değil,” dedi.

“Doğrudur. Dağlardaki patlamalar onları da yuvasından etmiştir. Suriyeliler hayvanıyla, insanıyla mülteci oldu.”

Kezban fasulye yapraklarını aralarken kulaklarını da dikmiş konuşulanları dinliyordu. Veli kafasına göre birini buldu diye düşündü.

“Gidip valiye, karakola, kaymakama şikâyet edeceğim. Bu kadar misafirlik kâfi, toplasın götürsünler şu domuzları. Sınırın öteki tarafına atsınlar,” derken Veli’nin omuzları gerçek bir mağdurunki gibi çöktü.

“Haklısın vallahi, kapımızın önündeki bostanı yiyemiyoruz,” diye yan bahçedeki ihtiyar sesten destek geldi.

Tasdiklendiğini gören Veli sevindi. “Gecen gün dut ağaçlarını suladığımız fıskiyeyi kırmışlar. Bu domuzlar toplatılıp gitmeden bize rahat yok. Yarın öbür gün evin içine de girerler. Kabımızı, kaşığımızı pisletirler,” dedi.

Ağarmış sakalını sıvazlama bahanesiyle gülmesini gizleyen adam “Yerden göğe kadar haklısın Veli. Hemen yarın sen ilçeye git, gerekli yerlere şikâyetlerini ilet,” diye cevapladı.

Veli keyiflendi. Uzun zaman olmuştu söyledikleri kimsenden bu denli destek bulmayalı. Göğsünü şişirip kollarını salladı.

Kezban içinden “Bir çekişmediğin domuz kalmıştı,” diye geçirirken Veli’ye baktı “Kaymakama, valiye böyle bir şikâyetle gidersen elini kolunu bağlayıp tımarhaneye atarlar. Adamları rahatsız etme, eli de kendine güldürme,” dedi.

Kezban’ın sözüyle irkilen ihtiyar çömelip başını önüne eğdi, parmağıyla toprağı karıştırmaya başladı.

Veli içinden “Bu kadın beni bir gün olsun takdir etmedi. Kurumuş ot gibi saçlarına da bakmıyor da ikide bir beni tersliyor,” diye düşündü. Bitmiş salatalığın bıraktığı ıslaklığı diğer elinin avucuna yaydı. Derin bir nefes aldı. “Domuzlardan bir ben değil herkes şikâyetçi. Hepimiz bir olursak vali de kaymakam da anlayacaktır. Öyle değil mi Hasan emmi, beraber gideriz,” dedi.

Eğik başını kaldıran ihtiyar “Veli sen yaz günü davarını ihmal etme. Ben bir büyük olarak altmış beşlik maaşımı almaya gittiğimde başvururum. Gelişmeleri de sana iletirim,” dedi. Bulduğu çözüme kendisi de şaşırdı.

Veli çocuklar gibi sevindi. Karısına bakıp “Vay beni tımarhaneye atacaklarmış da vay adamları meşgul etmeyecekmişiz de… Aklın yolu bir, Hasan emmi şikâyetçi olacak. Sen de görürsün o domuzlar gidince,” dedi. Bir yandan da ilçeye kendisinin de gitmesinin iyi olacağını düşünüyordu. Askerden beri düzgün Türkçe konuşmaya özen gösteriyordu. Geçenlerde bankaya işi düştüğünde çalışanlar düzgün diksiyonundan dolayı “Öğretmen misiniz?” demişti. Bu problemi de kendisinden daha iyi anlatabilen olamazdı.

Kezban bir ihtiyara, bir kocasına baktı “Görürüz Veli görürüz. Hem ne belli Suriye’den geldikleri, pasaportlarına mı baktın?” dedi. Güneşin gökyüzündeki konumunu seyretti, daha gece olmasına çok vardı. Bu deli uyumaz. Neydi de koyunu, kuzuyu sırtladı geldi. Allah’a şükür ki her gün erkenden davara gidiyor diye rahatladı.

Veli karısının son itirazına cevap vermezken, toplanan domuzların dış devletlere satılırsa iyi kazanç getireceğini hesapladı. Neden olmasındı? Domuz etinin seveni çoktu. Bu fikri çok parlak buldu. Nadiren de olsa bir canlının kendisini onaylamasından mutluydu.  İhtiyara minnetle baktı. En başta karısının, kurtların, kuşların, kuzuların, ağaçların bile ne söylese tersini iddia ettiklerini düşünürdü. Hele o sürünün başını çeken keçi yok muydu, en çok ona söz geçiremiyordu. Alıp başını gidiyordu. İhtiyara tekrar baktı, güldü. Islık çala çala köyün dışındaki dut bahçesine doğru yürüdü.

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Latest posts by Zeynep Şahin (see all)
Visited 61 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version