Yazar: 18:00 Öykü

Limon

DERS: İNGİLİZCE

KONU: FRUİTS

KONUŞANLAR: RECEP XXX

Öğretmen içeriye giriyor, elinde bir limon. Üstünde siyah deri bir yelek var, altında sarı gömlek, gömleğin üstüne kırmızı bir şal dolamış. Saçlarının ön tarafı biraz uzun, alnından aşağıya sarkmış. Ağzında bir dal gezdiriyor. Şule, öğretmen içeriye girince yerine oturuyor. Bembeyaz, saçları ipek gibi, üstelik ayakkabıları da kundura. Otururken Recep’e ters ters bakıyor. Öğretmen Recep’i çağırıyor tahtaya. Sözlü yoklamanın ilk kurbanı belli olmuştur. Recep yerinden kalkarken pencereden göğe bakıyor, gözleri bulutların arasından gelecek bir koyun arıyor. Yok. Öğretmenin karşısına geçip başını masaya uzatıyor. Öğretmen elindeki limonu gösteriyor Recep’e ve soruyor, “Vat iz diz?” Recep duruyor öylece. Ekşi bir kelime sıkışmış ağzında. “Leymûn,” diyebiliyor sonunda. Öğretmen elindeki limonu Recep’in kafasına fırlatıyor, limon geri dönüyor, tekrar fırlatıyor, tekrar geri dönüyor. Limonun tenis topuna benzeyen devinimlerine iki cümle sığıyor. “Aptal Recep, salak Recep.” Recep iki cümle arasında başını çevirip Şule’ye bakıyor. Şule bembeyaz, ayakkabıları da kundura. “Oh olsun!” diyen bir bakış var gözlerinde. Recep razı, Şule oh dedikten sonra Recep başına ekşi dayaklar yemekten gocunmaz. Öğretmen limonlu dayağı bırakıyor, “İt iz nat leymûn it iz lemın Recep!” diye çıkışıyor. Recep’in aklına bir masal geliyor, öğretmene sormadan anlatmaya başlıyor.

 “Bir gün Babil Kulesi’nde bir Türk, bir Kürt ve bir İngiliz oturuyorlarmış,” diyor. Öğretmen ağzındaki dalı sıkmaya başlıyor. “Ortalarına gökten bir limon düşmüş. Türk, bu limondur demiş, İngiliz, hayır lemındır demiş, Kürt ikisinin de gönlünü kırmamış, leymûn demiş. Kulede onların dışında altmış dokuz kişi daha varmış. Birisi sitğon demiş, bir başkası nimbu. Büyük bir tartışma çıkmış sonra. Sonuçta kimse benim limonum ekşidir, dememiş. Birbirlerine küserek kuleyi terk etmişler. Sonra tanrı Osiris gelip kulenin üstüne oturmuş. Kulenin içindeki limonu görmüş. Ekşi ve sulu, altın gibi sapsarı. İştahı kabarmış. Yüzünü buruşturarak yemeye başlamış. Ağzından şapır şupur sesler yayılıyormuş. Bitirdikten sonra ağzında kalan çekirdeği çıkarmış, işaret parmağının üstüne koyup başparmağıyla fiske vurarak fırlatmış. Çekirdek, kuleden küserek ayrılan yetmiş iki kişinin yayıldığı topraklara düşmüş, üstüne yağmur yağmış, büyümüş, ağaç olmuş, meyve vermiş. Yetmiş iki farklı adı olmuş ağacın. Ve kendisinin olduğuna inanan yetmiş iki farklı sahibi. Büyük kavgalar çıkmış sonra. Tanrı Osiris, kulenin üstünden izlerken acımış bu insanlara, bir ağaçkakan göndermiş yardıma. Ağaçkakan limon ağacına konup bir limonu gagalamaya başlamış, yedikten sonra ağacın biraz ilerisine pislemiş. Dışkısından çıkan limon çekirdeği toprağa gömülmüş. Yağmur yağmış, güneş açmış, çekirdek filizlenmiş. ‘Vaaayyyy,’ demiş yetmiş iki fırka. Hepsi kendine bir limon bahçesi kurmuş. Biri demiş, “Benim bahçemin adı İrem’dir.” Bir başkası, “Benimki Firdevs,” demiş. Daha bir başkası Aden koymuş bahçesinin adını. En güzel bahçeyi seçmek için güzellik yarışması yapmışlar. Kendi bahçelerinin en güzel olması için diğer bahçelere böcek salmışlar. Zamanla bütün bahçeler kurumuş. Ellerinde ekecek kaliteli çekirdek de kalmayınca uzun seneler kıtlık içerisinde yaşamışlar. Tanrı Osiris merhametine yenilmiş, ağaçkakanı çağırmış yine. Bir limon uzatıp, ‘Ye bunu,’ demiş. Ağaçkakan mızmızlanmış, ‘Yemem o ekşi şeyi, gökte uçan kuşları görmeyen bu insanlara bir limon çekirdeği bile fazla,’ demiş. Kurak toprakların üstünde uçarken ötmüş. Onu duyan serçe, puhu ve martı eşlik etmişler. Rengârenk sesler dolmuş semaya. Yetmiş iki fırkadan insanlar açlıktan kırılan boyunlarını göğe çevirmişler, ‘Kuşlar gibi özgür olabilsek keşke, ’demişler.”

“Otur yerine, sıfır!” diyor öğretmen. Recep yerine geçerken zil çalıyor. Şule sırasından çıkıp bahçeye koşuyor. Ayağında kundura, okul duvarına oturuyor. Elinde çubuk kraker, ayaklarını sallıyor. Recep prens olma ihtimalini düşlüyor, aşkla bakıyor kundura ayakkabılara. Dost başa âşık ayağa. Hızla gidip ayağından kapıyor ayakkabının tekini. “Bu ayakkabı teki kimin ayağına olursa o kişi benim prensesim olacaktır!” diye bağırıyor okul bahçesinde. Çocuklar arkasından işaret edip dalga geçiyorlar. Bahçedeki çeşmenin taşına takılıyor ayağı, su yalağının içine düşüyor. Sırılsıklam bir âşığa dönüşüyor sonra. Şule dikiliyor karşısında, bembeyaz, bir ayağı çıplak. “Öp beni, prens olayım,” diyor Recep. Şule, ayakkabısının tekini Recep’in elinden alıp kafasına vuruyor, ayakkabı geri dönüyor, sonra tekrar vuruyor, tekrar geri dönüyor. Recep’in aklına bir masal geliyor. “Babil’in yüksek penceresinden saçlarını aşağıya sarkıtarak oturmuş bembeyaz prensesi gören, siyah bıyıklı, kıvırcık saçlı bir adam fazlaca tükettiği isottan ötürü insanın içini yakacak acılıkta çıkan bir sesle şarkı söylüyormuş, ‘Eyaaağında kuuunduraaaa!’…”

Editör: Hatice Akalın


Latest posts by Hicret Birik (see all)
Visited 48 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version