Başkaları istiyor diye sürekli kendimce mücadele araçları yaratmaktan yoruldum. Her zaman daha güçlü ol, daha kapasiteli ol, daha dirençli ol, ololol mecbur ol, bunun sonu yok-tu.
Alternatif sadelik istiyorsun, saadet zinciri değil, biliyorum. En iyisi ruhunu sat bana. Dijital kül olarak kalsın.
Evlerin yanından geçerken balkonları yıkayan kadınlar ve gider borularından henüz sokağa akmış sabunlu su, deterjan veya bilumum yüzey temizleyicinin kokusunu alınca çocukluğuma dönüyorum. Bazı şeyler gerçekten zamansız, yani hep seninle ama bazı şeyler… İnsan yılda iki üç kez çocukluğuna döner, daha fazla dönenler şanslıdır. Evden dışarı atınca kendimi, hafızama olur olmaz bir düzen geldiğini hissettim. Sıcak havayı fırsat bilip nefes aldırmayan her şeyin kusmuğuyla siyah şapkamı kombin yapışımın etkisi büyük. Sadece doksan gram paket kahve almıştım.
Senden önce ne güzel takılıyordum. İçim kıyıldı sayende. Ben sana lanet olacaktım sen bana lanet oldun. İster inan ister inanma devrin en popüleri benim fakat bana gereken önemi vermiyorsun. Sen kimsin be? Siyah giyenin gizemi, heybeli meleğin oksijeni…
Gerçeklerle yüz yüze gelmeyi hiç kimse istemiyordu. Bananecilik bencilliğin bakiyesini gösteriyordu. Ne kadar çok şeye ”Bana ne,” derseniz bakiyeniz o kadar neşeyle doluyor, geri kalanlar da herbokolog analizciler tarafından yönlendiriliyordu. Bakiye önemlidir, manyetik sersemletmeler yaşatır. Zincir markete girerken önümdeki yirmibeş-otuz yaşlarında biri bitirdiği dondurma çubuğunu yolun orta yerine attı ve tesadüfen kasa sırasını önümde bekledi ve kasiyer fişini uzatınca teşekkür etti ve çekip gitti. Peki, bu ufacık nezaketi neden doğaya göstermedi? Onun yerine totale hitap etti. Peki ben neden online sipariş uygulamalarından tek tıkla halletmedim, moto-kurye çılgınlığına katılıp opsiyonel e-posta adresimin verdiği yetkinin dibini sıyırmadım? Bir yetkin varsa dibi sıyrılır, ben yürümeye bir bahanem olsun istedim. Öyleyse tamam, hep beraber: Bana ne! Bak gördün mü, YouTube’dan öğrendiğim sinizm diye bir şeyi hayatıma çabucak adapte etmeye başladım. Bu iyi haber.
Bravo, aşırı sevindirici, havucunu hak ettin! İlkokul öğretmenin artık seninle gurur duyabilir. Nereden mi biliyorum? Yahu işimiz bu! İletilerim arasında bunu özellikle en başa koyacağım. Gerekirse ekstra elektron harcarım işleyişe çomak sokturtmam. Felaket tellalı, skandal ilgilisi seni!
Dün gece durmaksızın devam eden korna seslerine, silah seslerine, havai fişek patlamalarına, egzoz bağırtmalarına nazaran sokaklar sessizdi, belli ki herkes işteydi ve mesai saatlerini dolduruyordu. Gündemi yoğun şekilde meşgul eden anketler, yorumlar, yangına körükle gidenler… Nihayet Cumhurbaşkanlığı seçim dönemi sona erdi, dün gece sonuçlandı ve değişen bir şey olmadı. Ben de sanki oy kullanmadım da Covid testi yaptırdım. Burnum sızladı, gözlerim doldu, boğazım düğüm düğüm kurudu. Zaten bizler hep böyle yaşarız.
“Zaman, düz bir çemberdir.” Sabahlara kadar dizi izlersen zihnin kenarlarında birkaç replik kalıyordu. Dijital el sineması, ciddi ya da ciddiyetsiz, sayısız sanat gösterimi sunuyordu. Korkutucu olan kullan-at döngüsü gibi “san ve at” şekline bürünmesiydi.
Deli misin yaa, nelere kafa yoruyorsun? Bıktım senden. Sen önce dün gece beni unuttuğun kapüşonlunun cebinden çıkar. Eve geldik artık, yemişim senin çelişkilerini. Beni burdan çıkar, değersiz hissediyorum bak. Takdir edersin ki kişisel ihtiyaçlarım var ve onları sen karşılayacaksın.
Yokluğunu öngörüp kendimi duygusal olarak hazırlamam gerekenleri, temsil ile teslim arasındaki ince çizgileri ne yapacaktım? Neyse, büyük bir fincan kahve yapmalıyım.
Oldu canım, bana da aloe vera özlü sprey alıver, ekranım daha canlı ve daha dolgun görünsün. Sümerliler yanılıyor olamaz, gençlik çeşmesine hayır diyemem. Benle iyi geçin yoksa seni kötü kodlarım ha!
Birinci Kahve
Bağ kurma arzum yerli yerindeydi. Ama bağ kuramıyordum. Başka bir ülkede doğmuş olsam nasıl biri olurdum sorusu aklımdan sık sık geçiyordu. Hangi duygularım daha baskın, hangi meslek grubundayım, kişilik gelişimimde nasıl bir yol yürüdüm, üniversite yıllarımda rektörün yolsuzluk yaptığı iddiasıyla onu protesto eden öğrencilerin coplanıp karga tulumba gözaltına alınışı sırasında kendimi olayın tam ortasında bulacak mıydım? Yine kimin yerine koyuyordum kendimi? Hayatımı zorlaştıracak her şey arayıp buluyor muydu beni? İsterdim ki lotus tütsümü yakayım, Consuelo Luz- Los Bilbilicos şarkısını açayım, hikmetli arınmalar içine gireyim, neyse, sadece kahve içmek istiyorum, sadece.
Hı hı, bana sanki Tarantino. Kendi kendine konuşmalar, beni masanın üstüne sallamalar. Feri kaçmış gözünü seveyim, aç şuradan bir komedi podcast’i gülelim ya da Mabel’den bir parça, rica ediyorum. Ne zor insansın ya. Şu odayı da zahmet olmazsa havalandır!
İlk başlarda kahveyi frenchpress ile demliyordum. Daha sonra pişirerek içmeye başladım. Eğer pişirerek tercih ederseniz köpüğünün krem şanti kıvamında olmasına dikkat etmelisiniz çünkü ben öyle seviyorum. Ve şekersiz. Hayallerimin arasında uzayda Türk kahvesi içip fal bakabilmek var. Bunu ilk kim yapacaktı acaba? Çok değil birkaç yüzyıl sonra “uzaylılar” diye bir ayrıcalıklı toplumsal sınıf daha ortaya çıkacaktı şüphesiz. Bilinmeyenler yahut bilinmesi istenenler. Kaçınılmaz gibi duruyor. Filmlerdeki türden de olabilirdi, kitaplarda yazılanlardan da. Önemli değil. Dünya yok olmazsa yaşanacak. Seyahat edilebilen, hafta sonu barbekü partisi için rezervasyon yaptırılabilen, avantajlarından yararlanmak için doğum listelerinin uzayıp gideceği alegorik bir düzen. Vize yok, oyalayıcı sorgu sualler yok.
“Nerelisin?
Uzay.”
“Kendinizle barışmaya uzayın derinliklerinde başlayın.”
“Ruhsal uyanışı bir de böyle keşfedin.”
“Bu bir mucize! Henüz adı bilinmeyen göktaşının yaydığı enerjinin cinsel gücü arttırdığı saptandı.”
Bir şey diyeceğim, SA -NA-NE! Bunlar bizim işimiz. Senin yerinde olsam var ya kaparım sırt çantamı doooğru bir ormanın içine ya da rasgele bir kıyının dibine. Konser konser şehir şehir savrul dur. Ben böyle konuşuyorum ama hiç samimi değilim, bilirsin idare et işte.
İkinci Kahve
Arz-talep dengesinde YouTuberlara sponsor olup uzayda pizza yeme challenge videoları virale sokulacaktı. İlgi günden güne artacaktı. Bankalar uzaya özel kredi faiz oranlarını yapılandıracaktı. Tabii ki hizmet sektörünü es geçemeyiz. Hemen akabinde iş bölümlerine uygun üniversitelerde mesleki eğitimler türeyecekti. Uzay işletmeciliği, uzay mimarlığı, uzay stilisti, uzay aşçılığı, uzay seks işçiliği vesaire. En fazla iki kontenjanlı ama önü açık, kimse benim gibi işsiz kalmazdı. Zaten bildiğim kadarıyla kontenjan dediğin şey ihtiyaca göre belirlenirdi. Diğer yandan ilk kez tecrübe edeceklere psikolojik destek, uzay hayatına başlangıç kursları daha neler neler. Sonuçta duygu kontrolü çağımızın püf noktası. Hey taksi! İstikamet uzayın Las Vegası! Ödemeler kripto paralarla yapılacaktı. Tam kapsamlı yaşam sunamasa da seçkinler sınıfına bir eğlence alanı, yeni değerler şürekası, yeni spor şampiyonaları, kozmopolit bir din bile olabilirdi. Uzaya tatile gidip gelen birinden ne hediye istenir ya da beklenirdi? Ay parçası, Mars toprağından fincan takımı…
- Ben Ay taşlı yüzüğe layık değil miyim aşkım?
- Sana yıldızlardan taç yaptırdım anneciğim.
- Bu yılbaşında kendime ödül, uzay boşluğunda hangover olacağım.
Bireysel ekonominin heyecanla zıt giden ilişkisine inanılmaz derecede iyileştirici araf, uzay mekiği. Tüm bu düşündüklerim yıllar öncesinden planlanmış programlanmış, zamanı gelince sahneye sürülecek şeylerdi. Yani ben yeni fikirlere dalmıyorum. Sadece bu olacakları zamanın akışında kafamda canlandırdıkça kendi tasarımım gibi iyi hissettiriyordu. Kendi kendimi heyecanlandırıyor, kendi kendimin gönlünü okşuyordum. Sanırım buna yol açan yaşayamayacak olmam. Diğerleriyse sadece gösterildiği kadarını bilecekti. Aynı bugün gibi. Velhasıl astronot kıyafetiyle orman yürüyüşüne ihtiyacım var. Çok şeye ihtiyacım var, biri de olsun artık.
Şarjım bitecek ve tam yirmi bir dakika yedi saniyedir yüzüme bakmıyorsun. Yazıklar olsun. Evet, benim verilerim benim gizliliğim. Evet, senin tükenmişliğin benim kazancım. Bunlara alıştın zaten tekrar tekrar söyletme. Bazı zırvalıkları söylemem gerekiyordu söyledim. Akışa bırak kendini.
O kadar çok seviyordum ki akşam olmasını, benim keyif verici maddem akşam karanlığı. Boş vaktimse, bir şeylere özendikten sonra yapamayacağımı anlayınca gelen hayal kırıklığı ve hiçbir şey yapmamak.
Hayret bir şeysin, seni unutmayacağım, çok şanslısın var ya, bir kere börek yiyebiliyorsun. Çıtır çıtır mercimekli börek, yumuşacık patlıcanlı börek, hadi yapsana, yerken seni izleyeyim. Ha bir de sahte ifadeler takınmazsan hayatın içine giremezsin. Gelecek böyle hesaplanır.
Hepinize merhaba ben de sizdenim.”Dünyanın düz olduğuna inandırmak zordu bari zihinleri dümdüz yapalım ne derseniz.” OÇÜKS(Ortak Çıkarlar Üzerine Kurulu Savaş) Bugün Twitter’daki paylaşımım bu olsun.
Sana şimdi sorsam ki, estetik cerrah olsaydın kimlerin şekil bozukluklarını gideremezdin diye, dünyadaki tüm siyasetçilerin çirkinlikleri cevabını alacağımdan dolayı sormuyorum bile.
Eski flörtüm mesaj atmış. O kadar haklıydı ki sadece haklısın diyebilmiştim.
Üçüncü Kahve
Hayrola yüzüne gözüne birden kan can geldi, bir enerji doldun. Sence de Clickbait ile öpüşmek benzemiyor mu? İkisi de hassas sinir uçlarını yerinden zıplatıyor. Peki tohumdan terminatör olur mu? Beni dinliyor musun sen? Tamam hadi. Periyodik çizelgenin kira fiyatlarına etkileri nelerdir? Delirtme beni, DNA ile enflasyonun ne ilgisi olabilir. Ne gibi bir bağlantı yani? Tuvalete girince bırak bari elinden!
Editör: İlknur Sıdar Gülbay
- Boş Vakit: Araf - 17 Ekim 2023