Salonu çepeçevre saran, ceviz ağacından yapılmış oymalı kahverengi mobilyaların en geniş üyesi vitrinin üst kısmındaki dolapta pötibör bisküviler saklanırdı. Boyum yetişmediği için yemek masasının sandalyelerinden birini dolabın önüne sürükleyerek çeker, üzerine çıkıp bisküvileri alırdım.
Pötibör bisküvileri mahalle bakkalındaki tuzlu bisküvilerle takas etme fikri, bana bir şeyler başardığımı hissettiriyordu. Büyük paketler halindeki bisküvilerin tamamını almaz, yaptığımı evdekilere belli etmek istemezdim. Böylelikle, balık ve çubuk krakerle değiştirmek için heyecanla poşete koyduğum pötibör bisküviler bakkaldaki yerlerini almak üzere benimle gönüllü olup olmadıklarını bilmediğim bir yolculuğa çıkarlardı.
Bu yolculuklardan birinde elimdeki poşetle bakkala doğru yürürken karşıdan gelen üç çocuğun bana bulaşmadan geçip gitmeleri için dua ediyordum. Yeni taşındığımız bu mahallede sıklıkla maruz kaldığım zorbalıkları evdekilere asla anlatmıyordum çünkü istediğim en son şey onlara sorun çıkarmaktı.
Daha önce birkaç defa hem sözlü hem fiziksel saldırılarına maruz kaldığım bu çocuklardan hoşlanmıyordum ama istediğim gibi karşılık da veremiyordum, çünkü yalnızdım. Onlar, üç kişiydiler. Çocuklardan biri yanıma yaklaşır yaklaşmaz beni omzumdan iterek yere düşürdü. O an bir yerimin incinmesinden çok bisküvilerin kırılmasından endişeliydim. Bir yerim incinirse geçebilirdi ama bisküviler kırılırsa bakkal bisküvileri almaz ve ben de istediklerime kavuşamazdım.
Her zaman olduğu gibi düşsem de korktuğumu belli etmemeye çalışarak kaşlarımı çatıp onlara sertçe baktım. Ama bu, onları güldürmekten başka bir işe yaramadı. Çocuklar kızgın suratım ve çatık kaşlarımla dalga geçerek uzaklaşırken ayağa kalkıp önce bisküvileri sonra da üstümü başımı kontrol edip yine yola koyuldum.
Sekiz yaşımı bitirmek üzereydim. Yalnızdım, en yakın arkadaşım başka bir şehirde kalmıştı. Buradaki çocuklar kabullenmeyi bırak, benden hiç hoşlanmamışlardı. Onlara görünmemek için elimden geleni yapsam da benimle uğraşmaktan keyif alıyorlardı.
Bakkalın kapısından içeri girerken saçları seyrelmiş, tıknaz adam gözlüğünü indirip yüzüme baktı. Hitler’inkine benzeyen bıyığıyla sevimli mi yoksa korkutucu mu olduğuna bir türlü karar veremediğim yaşlı adam duraksadığımı görünce “Gel gel,” diyerek beni içeri çağırdı. Ondan aldığım cesaretle;
“Bu bisküvileri verip yerine başka bir şeyler almak istiyorum.” dedim.
İki büyük paket pötibör bisküviyi eline aldı, evirdi çevirdi.
“Hadi al bakalım ne istiyorsan,” dedi ve ekledi.
“bak leblebi tozları da yeni geldi onlardan da al.”
Ben balık krakerle çubuk kraker almak istediğimi söyledim. Her birinden ikişer tane almama izin verdi, çıkarken de elime bir paket leblebi tozu tutuşturdu.
Bakkaldan çıktığımda çok mutluydum. İyi bir alışveriş yaptığımı düşünüyor, kendimle gurur duyuyordum. Dönüş yolunda aynı çocuklarla karşılaşmamak için eve farklı bir yoldan gitmeye karar verdim. Önce durup poşetten leblebi tozunu çıkardım, tamamını ağzıma atarsam boğulabilirdim, daha önce başıma gelmişti. Bir kısmını ağzıma atıp yuvarlayarak çiğnemeye çalışırken yürümeye devam ettim.
Geniş, tenha yolun kenarındaki akasya ağaçlarının kokusu bütün sokağa yayılmıştı. İleriye doğru baktım, yolda kimsecikler yoktu, rahatlamıştım. Ama hâlâ leblebi tozunu yutamamıştım. Bir yandan da bugünkü başarımı akşam anneme anlatmayı planlıyordum.
Yeşil renkli, uzunca bir demir kapısı olan evin önünden geçerken avluda zincirlenmiş köpek beni görünce kapıya doğru koştu ve patilerini parmaklıklara dayayıp büyük bir öfkeyle havlamaya başladı. Köpek koşmaya başlar başlamaz korkuyla yolun en soluna kaçtım ve evden biraz uzaklaşınca da hızlıca koştum. Ama ne kadar hızlı koşarsam koşayım köpeğin gözleriyle beni takip ettiğini hissediyordum.
Hafif yokuş olan yolu koşarak çıktıktan sonra arkama baktığımda artık o ev görünmüyordu. Ama köpek havlamaya devam ediyordu. Nefes nefese kalmıştım. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki sesini kulaklarımda hissediyordum. Biraz soluklandım. Birkaç dakika sonra evde olacaktım. Nefesim biraz düzelince yürümeye devam ettim.
Birkaç saniye sonra aynı çocukların soldaki yoldan dönerek bana doğru geldiklerini fark ettim ve o anda bir karar verdim: Bu defa ne olursa olsun karşılık verecektim. Poşetten leblebi tozunu çıkardım ve tamamını ağzıma attım. Birbirleriyle itişerek bana doğru alaycı bir şekilde yaklaşmaya devam ediyorlardı. Bir yandan da eve hızlıca koşarsam onlardan kurtulup kurtulamayacağımı hesaplıyordum. Yanımdan geçerken içlerinden biri çelme takmaya çalıştı ama ben ayağımı hızlıca çekip ağzımdaki leblebi tozunu suratına püskürttüm ve arkama bile bakmadan eve doğru koşmaya başladım. Eve bir iki adım kalmışken çocuklardan biri yetişip beni yere itti ve yere düşen kraker poşetini ayaklarıyla ezdi.
Poşeti hızlıca çektiğim gibi kalkıp yeniden koşmaya başladım. Sokak kapısından içeri girdiğimde artık güvendeydim. Peşimden gelmemişlerdi. Başımı uzatıp sokağa baktım, arkalarını dönmüş gidiyorlardı. Poşetten krakerleri çıkardım, balık krakerler un ufak olmuştu, çubukların da neredeyse tamamı kırılmıştı. O an boğazıma bir şeyin düğümlendiğini hissettim. Ama bir yandan da onlara karşılık verdiğim için mutluydum. Düştüğüm yerden tek başıma kalkmayı başarmış ve bugün onlara karşı ilk zaferimi kazanmıştım. Krakerlerimi kırmış olabilirlerdi ama bu defa üzgün değil güçlü hissediyordum. Paketi açıp çubuk krakerlerin kırık parçalarını yemeye başladım.
Editör: Melike Kara
- Leblebi Tozu - 1 Eylül 2023