Yazar: 18:57 Öykü

Dilimin Ucunda

Ağzımın kenarını sildim elimin tersiyle. 

İlkti. Annem tembihlediydi küçükken, yapmamalıydım. O gün her şey aksi gidiyor, olmadık oluyordu. Kalabalıktı. Bayraklarımız elimizdeydi, birden bir sis kapladı etrafı. Rahmetli babam sokağa gönderirken, “Hiçbir şey göremeyince anla,” demişti. “Göremediğin zaman sadece nefes al.”  Aldım, veremedim. Sonrası ters kelepçe. Herkes sanırsın farklı dillerde bağırıyordu, o an kimsenin zinhar anlamadığı bir dil kullanmaya başlamıştık hepimiz. 

O şiiri de hatırlayamadım be Handan, takıldı aklıma. Dur bak, dilimin ucunda. 

Ağzımın kenarını sildim elimin tersiyle.

İstifini bozmayan tek şahıs sokağın başındaki kitap okuyan kız heykeliydi. Yüzünde aynı mağrur ifadeyle hepimizi kucaklar bir havası vardı. Şerbet koktu ortalık. Arpa olanından. Biraya şerbet demek aramızdaki bir koddu. Biraya “bira” rakıya da “rakı” demeyi bırakalı epey olmuştu. Alışamadığımızı ya da alışamayacağımızı anlayınca buluyorduk kendimizi Sakarya’da. İleri geri yürüyüp bağırıyor, birbirimize sarılıyorduk. Böyle bir gündü yine ona evlenme teklif ettiğim. Yüzüklü, romantik falan olmaya hacet yoktu. “Benim hiç öyle hayallerim olmadı, bırak boş ver,” dediydi bir keresinde, ben de kısa kestim mevzuyu. Cevabı alamadan ortalık karıştıydı. Birkaç gün sonra “Evet,” dediydi. “Yakan top” adını koyduydu sokaktaki bu kepazeliğimize. Her şeyi böyle hafife alırdı; yokmuş, olmamış gibi davranırdı. “Yetimhanede her şey şakadır, hiçbir şeyin aslı yoktur,” diyerek kızmıştı, ben sitem edince. Bize saatlerce gibi gelse de on dakikalık bir itiş kakış keşmekeşiydi aslında.  Bir örnek giyinmiş yabancı tanıdıklar bizi yerlerde süründürür, oramızı buramızı avuçlar, yüzümüze yüzümüze çemkirirlerdi. Bitince de eziyetin büyüğü için taşınmamız gerekirdi. Toz kokuyordu otobüs bir de osuruk, belki de çiş bile kokuyordu ama kimse ağzını açıp da bir laf etmiyordu. Takat mı kalmıştı? Özgürlük diye çıkılan savaş ellerimiz kelepçeli devam ediyordu. Handan neredeydi bilmem, bu otobüste miydi? Daha da önemlisi hayatta mıydı?  Kim bilecekti.  O da yana döne “Mahir nerede?” diye beni arayıp duruyordur muhakkak. Sorsam mıydı, kime soracaktım ki, kim tanırdı Handan’ı. Bu otobüste hangimizin adı vardı? O şiir neydi ya dilimin ucunda?

Ağzımın kenarını sildim elimin tersiyle.

Mazot kokuyordu kesif kesif, birazdan patlasak kimse yadırgamaz, zaten patlatarak öldürmek ne varsa ortadan kaldırdığı için izi sürülmez bir yol, tercih sebebi yani. İzin olsa kim sürecekti ki sen öldükten sonra. Kahve mi koktu? Yok artık, sanırım bayılacağım da öyle koku falan geliyor burnuma, zihnim oyun oynuyor aslında kahve falan yok. Kan var, o kokuyor olmasın? Hiç bilmediğim bir koku bu, o yüzden mi zihnim karışık ki?  Kan kokusu. Kurban Bayramı. Hatırlar gibi oldum. Annemim sesi geliyor. Ciğer mi koktu. Bak o olabilir işte. Başım dönüyor.

Ağzımın kenarını sildim elimin tersiyle.

Otobüsün kapısı açıldı. Koca koca adamlar birbirlerini anladıklarında kafalarını öyle bir sallıyorlar ki emme basma tulumba gibi, mütemadiyen şapkaları da sallanıyor. Köpükler saçıyorlar ağızlarından. Copla sırtımdan ittirdi biri. Tetiği çekmeden bir adım öncesi, bir nevi tanıtım. Ben düşman mıyım? O bana düşman, belli gözlerinden, çok adam telef etmiş bir edayla dişlerini sıkıp üzerime yürüyor, tecrübeli. Handan nerede?

“Kızıl saçlı, boyluca bi kadın, memur bey.”

“Ne kızılı kardeşim, yürü, az komünist değilsiniz siz ha, yürü lan!”

“Saçları kızıl renk, renk…”

 “Yersin şimdi ha!”

Yedim.

Ağzımın kenarını sildim elimin tersiyle

Kapandı demir kapı olanca haşmetiyle. Bir daha çıkmayacaksın dedi sanki usulca kulağıma, fısıldıyordu. Arada açılınca bir el, kuru, yenilmeyecek kadar sert bir somun ekmek attı içeri ilk iki gün. Sonra bir kova getirdi biri. Hani şu teneke, galvanizli olanlardan. Y-a-n-g-ı-n kovaları var ya onun boyasızı. Kim bilir belki ilk harf Y’ydi, belki son harf N. Onun bile bir haysiyeti var da benim yok. Ters kelepçe kadar özgürüm. Şiiri hâlâ mı hatırlayamaz insan? Kafa mı bıraktılar?

Ağzımın kenarını sildim elimin tersiyle.

Gece oldu. Minicik penceremden bir tane yıldız görüyordum. Handan neredeydi ki, çok acıkmıştım, hani açlığını kanıksarsın ya öyle işte. Açlık ne ki, bu eziyetin yanında? Uyumuşum.

Şiir dilimin ucunda be Handan…

Anne, ne pişirdin. Tavuk suyuna çorba mı, Allah razı olsun, nohut pilav, üstü tavuk. Sen var ya, dünyada bana bakan en güzel gözsün. Hani yemekler nerede, boş bu tabaklar, bizim tabaklar da değil bunlar. Anne siyah ayran mı olur, acıktım. Kan bu ağzımdaki, bir peçete yok mu. Babama mı diyecen beni, kime dersen de de o yemekleri bir getir hele. Ne oldu gözlerine, nereye gitti.  Şiiri hatırlıyor musun? Handan’ı gördün mü? Anne gözlerin….

Ağzımın kenarını sildim elimin tersiyle.

Dıp dıp dıp…

O dıp, o ses ne? Dıp. O ses. Dıp dıp. Ekmek nerede, o ses ne? Dıp, hayır tıp tıp. 

Anne kapatsan ya musluğu, açık kalmış. Nereye gidiyordun dıp dıp. Handan’a bi baksan, oralarda mı? Tıp tıp. Dıp, tıp. Dıp dıp, tıp, tıp. 

O ne? Ampule sinek geldi, bok sineği bu, kokusunu alır. Kovaya geldi ama ışığa yapıştı. Cızırt, zızır. Tıp tıp. Tıp tıp, cızırt cızırt. Anneannemlerin köyde bir alet vardı sinekleri kapıyordu, ama ne sinek vardı. Sinek yaşamalı mı bilemedim ki. Sonra bokun bok olduğunu nerden anlayacağız? Tıp tıp. Tıp tıp. Lan şu musluğu bi sıkın biriniz.

Ağzımın kenarını sildim elimin tersiyle

Handan nerede. Ben Mahir. Handan nerede. Tıp, tıp, tıp, tıp. Ters kelepçedeyken çişimi de kovaya nasıl denk getireceğim ki, iyice başım dönüyor. Ulan kovaya işemek zorunda mıyım? Tıp tıp, tıp, dıp dıp. Olacak iş mi lan? Bu kadarı da delilik. Dıp tıs dıp, dıp. Lan şu musluğu sıkın biriniz. Şiir neydi…

Ağzımın kenarını elimin tersiyle sildim.

Anne tasarruf bilmiyor bu pezevenkler. Lan sıkın şu musluğu ya da gelin kafama sıkın. Sabaha kadar dinlettiniz. Tıp tıp, dıp, dıp… Gözümün yaşı kadar damladı. Gözyaşının sesi var mı diye sorsam, işte bu lanet musluğun sesi. Dıp, dıp… Gözyaşım bile bok kokuyor.  Handan’ın parfümü geliyor dalga dalga burnuma tavuk pilavla birlikte. İyi bari sen geliyorsun da karnım doyuyor be anne. Ne zamandır buradayız?

Ağzımın kenarını elimin tersiyle sildim.

Dıp, dıp, dıp, dıp, dıp, dıp, dıp.

Sıçtım anne. Ne yedin de ne sıçtın diyecen de inan bilmiyorum ki bir bok yedim herhalde ki buralarda donuma sıçtım. Bize öğrettiler lüzumsuzsa söndür diye hele bi el at da sıksınlar şu musluğu. Üç gün mü oldu, kaç gün oldu, onu dinliyorum dıp, dıp, dıp. Hani bir çadır kuruyorduk, köyde, ağustos böceklerinden uyuyamadıydım ya; bir kere babaannemde o koca saati indirdim ya duvardan, aynı öyle anne. Duramıyorum, söyle sıksın biri musluğu. Anne orda bir insan var mı? Hiç mi yok? Nerede bu insanlar!

Ağzımın kenarını sildim elimin tersiyle.

Çok şükür! Handan otur şöyle, çıkar mantonu. Nerelerdesin ya hu? Seni ara ara öldüm. Ayakkabıların yeni mi? Annem tavuk pilav yapmış beraber yiyelim. Gelir o da şimdilerde. Şu musluğu bi sık sana zahmet Handan. Bırak o bayrağı, pankartı filan. Ağzını bir sil, kan var. Neden böyle boş boş bakıyorsun? Seni de delirtti değil mi bu ses? Dıp dıp da tıp tıp. Handan, hatırladım şiiri sonunda, sen gelince. Dinle bak, seversin sen.

Vurulsam, kaybolsam derim
Çırılçıplak, bir kavgada
Erkekçe olsun isterim
Dostluk da düşmanlık da
Hiçbiri olmaz hâlbuki.

Latest posts by Melike Pehlivan İşler (see all)
Visited 34 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version