Yazar: 20:44 Öykü

Bir Ölünün Son Çırpınışı

Yataktan kalkıp hastaneye gitmek benim için büyük bir işkence. Yüzümde yastık izleri var, salyam akmış. Artık beyazlayan sakallarım yastığın kılıfını tırmalıyor. Kafam kaldıramayacağım kadar ağır geliyor. Karnım ateşe atılmış bir odun parçası gibi yanıyor. Ayağa kalktığım anda göğsüme doğru yükselen sancılar kusma hissi uyandırıyor. Ayak parmaklarım bir yılbaşı akşamı yapılan kartopu savaşının izlerini taşırcasına uyuşuk. Bir hamleyle doğrulmaya çalışıyorum, belime saplanan ağrılar beni sırtüstü deviriyor. Güç bela kalkıyorum, tuvalet üç beş adım ötede; fakat varmak için bir ton adım atmam gerekiyor. Birkaç adım attıktan sonra idrarımı kaçırdığımı fark ediyorum. İç çamaşırımda kan lekeleri var. Üzerimi değiştirip aynada yüzümü inceliyorum. Kireç gibi bir surat. Tekrar odama gidip yatağa kıvrılıyorum. 

Çok geçmeden kapı çalıyor. Kim kalkıp açacak kapıyı? Çalar çalar gider diye bir süre bekliyorum, hatta kimse yok sansınlar diye nefesimi bile tutuyorum. Yok! Çalmaya devam. Kıvrana kıvrana kalkıp kapıyı açıyorum. Kız kardeşim gelmiş. Gözleri ateş saçıyor: 

“Sen hala gitmedin mi?” 

“Hayır!” 

“Bok mu yiyeceğiz? Gidip çeksene maaşını.” 

“Hiç halim yok,” diyorum. Kapıyı suratıma çarpıp çıkıyor. Eşi terk ettiğinden beri yan sokağımdaki bir binanın bodrum katında iki oğluyla birlikte kirada oturuyorlar. Aldığı tedbir nafakası kiraya bile yetmediğinden geri kalan ihtiyaçlara ben destek oluyorum. Normalde banka kartımı kız kardeşime veriyordum, ama geçen hafta kaybettiğim için bizzat bankaya gitmem gerekiyor. Emekli olduğumdan beri evden dışarıya pek çıktığım söylenemez. Konfor alanımı terk etmekten nefret ettiğim için iki yüz metre uzağımdaki hastaneye gitmeye bile üşeniyorum. Halim perişan olsa bile yatağa kıvrılıp her şeyin kendi kendine geçmesini bekliyorum. İşin ucunda ölüm dahi olsa bu güvenli alanı terk etmek benim için büyük bir problem. Tekrar yatağa kıvrılıyorum. Ayaklarım buz gibi, tüm vücudum titriyor, dişlerim zangırdıyor. Saçlarımın arasından süzülen ter damlaları gözümü yakıyor. Bu sırada tekrar kapı çalıyor. Yine kız kardeşimdir diye çabucak doğrulmaya çabalıyorum. Gelen apartman yöneticisi. İki aydır ödemediğim aidatı tahsil etmeye gelmiş. Maaşı henüz çekemediğimi söylüyorum, “İyi misiniz?” diyor. İyi olduğumu, aidatı birkaç gün sonra getireceğimi söyleyip adamı savuşturuyorum. Kapıyı kapattıktan sonra bir süre diz çöküp dinleniyorum. Nefes alışverişim düzene girince bir bardak su içmek üzere mutfağa yöneldiğimde kapı tekrar çalıyor. Zile basmak yok: “Tak tak tak!” Suyumu içip dönsem bu hızla en az beş dakika geçer. Geri dönüp kapıyı açıyorum. Kız kardeşim iki oğlunu alıp kapıya dayanmış: 

“Hadi! Taksi çağırdım, kapıda bekliyor. Üzerini giyin gel,” diyor. 

“Yardım eder misin?” diyorum. 

“Siz bekleyin,” diyor çocuklara. Kumaş pantolonumu giymeme yardım ediyor, üzerime de bir gömlek geçiriyorum. Koluma giriyor. Anahtarı alıp kapıyı çekiyorum. Yeğenlerden büyük olan ters ters bakıyor. Lise son sınıfa gidiyor sanırım, öteki ilkokulda, elindeki telefondan başını kaldırıp bakmaya tenezzül etmiyor. Sarı taksi kapıda, çalışır vaziyette bekliyor. Büyük yeğenim de diğer koluma girince biraz daha hızlı hareket ediyoruz. Arka koltuğa devriliyorum, ağırlığımı sol kalçama doğru verince ağrılarım biraz daha hafifliyor. Şoför ön koltuğa oturan kız kardeşime:  

“Nereye abla?” diye soruyor.  

“Tepedeki bankaya.” 

Tüm camlar açık, taksicinin üfürdüğü sigara dumanı, cereyanın etkisiyle yüzüme çarpıyor. Sağım solum buz kesiyor, ama vardık. Büyük yeğen inmeme yardım ediyor, kız kardeşim taksiciye beklemesini, para çekip döneceğimizi söylüyor. Bankaya girip ayrıcalıklı müşterilerin işlemlerini halletmesini bekliyoruz. Yaklaşık yarım saat sonra sıra bize geliyor. Veznedeki kadın hızlı hareketlerle işlemimizin ne olduğunu soruyor. Yeni bir banka kartı ve bu ayki maaşımı istediğimi belirtiyorum, ancak ağrılarımın şiddeti daha da artıyor. Midem bulanıyor, gözüm kararıyor, kusacak gibiyim ve karanlık…  

*** 

Gözümü hastanede açıyorum, büyük yeğenim nefretle bana bakıyor, küçük olan telefonla oynuyor. Anneleri ortalarda yok. “Annen nerede?” diyorum, o sırada içeriye kısa boylu ve telaşlı bir doktor giriyor: 

“Ölmeden evvel hastaneye uğrayabilmişsin,” diyor. 

“Nasıl?” 

“Böbreğin biri bitik, safra keseni de alacağız. Birkaç gün buradasın. Sonrasını konuşuruz.” 

“Anneniz nerede?” 

“Ne annesi?” 

“Size demedim doktor bey, yeğenime kız kardeşimin nerede olduğunu soruyorum da!” 

“Odada senden ve benden başka kimse yok.” 

“Nasıl?” 

“Haha! Şaka yapıyorum, geçmiş olsun.” 

“Teşekkür ederim, oğlum cevap versene annen nerede?” 

Doktor çıkarken kız kardeşim de içeriye giriyor. Bir süre yüzüme baktıktan sonra: 

“Maaşı çekemedik yine, taksiciye rezil oldum,” diyor. 

“Nasıl hallettin?” 

“Senin apartmanın yöneticisinden istedim. Ayarladık bir şekilde.” 

*** 

Üç gün hastanede serum yedikten sonra, ameliyat günü için randevu alıp eve doğru yola koyuluyorum. Anahtarla deliği zorlarken kapı açılıyor. Büyük yeğenim sinirli bir şekilde bana bakıyor. “Ne var ne yo…” demeye kalmadan elindeki sopayı bana doğru savuruyor. Kenara çekildiğim için sopa omzumda patlıyor. Bir kere daha hamle yapmasına fırsat vermeden üzerine doğru atılıyorum. Sopa elinden düşüyor, “Ne oluyor oğlum sana?” diye soruyorum. Gözleri yaşarıyor, yüzü kızarıyor. Omzumda feci bir sancı, sol kolumu kıpırdatamıyorum. 

“Geldin mi?” diyor arkamdan kız kardeşim. Elinde bir ekmek var.  

“Geldim,” diyorum. 

“Evi boşalttım, sana yerleştik. Çocuklar evde kalsın, biz hemen bankaya gidelim.” 

“Tamam,” diyorum. Kapıyı çekip çıkıyoruz. 

*** 

Bankaya tıka basa dolu bir minibüs ile geldik. Şoföre üç sefer, “Müsait bir yerde inecek var!” diye bağırdı kız kardeşim. İndiğimizde omzumu tuttuğumu fark edince ne olduğunu sordu, cevap vermedim. Sıra numaramızı aldık, kırk dakikadır bekliyoruz. Araya giren ayrıcalıklı müşteriler olmasa sıra bizde aslında. O sırada kız kardeşimin telefonu çalıyor. Çok dinlemiyorum ama, telaşlı bir ses tonu, çatılan kaşlar, endişeli hareketler eşliğinde telefonu kapatıyor. Bana dönüp: “Umut düşmüş, hastaneye götürüyorlarmış,” diyor. 

*** 

Çocuk komada, abisi sopayla kafasına vurduğunu itiraf etmiş, “Aslında dayıma vuracaktım, beceremedim. Onlar bankaya gittiği vakit kardeşim beni çok kızdırdı,” deyince gözaltına almışlar. Hastanenin önünde volta atıyorum, omzum, karnım ve başım ağrıyor. Bir banka oturup gözlerimi dinlendiriyorum. O sırada birisi yanıma ilişiyor, gözlerimi açıyorum. Kız kardeşim: 

“Müsait bir zamanda gidip maaşını çek,” diyor. 

Çizim: Seda Nur Yıldız

Latest posts by Onur Özkoparan (see all)
Visited 24 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version