Yazar: 12:27 Anlatı

Herhangi Bir Satır

Bir kitabın satırına hapsolmuş zaman tümleci gibiyim. Eskiyorum… Bilmediğim bir sonu yazarken; beyazlayan, dökülen saçlarımın yerine yenileri çıkıyor. Sıralanmış Murphy’ler dize gelirken ilk önce kalemimin ucunu kırdım, sonra da elektrikler kesildi. En sonunda da kulağımda o ses çınladı, “Şimdi ağlamamalısın,” diyordu. Oysa ben sahneye girmeyi bekleyen bir oyuncu gibi sandalyemde oturmuş, ağlama sıramı bekliyordum. Beş dakika, on dakika, on beş dakika derken… Zamanın içindeki cümleler yinelendikçe dağılan zihnim bir hikâyenin son satırından aşağıya atlamaya karar veriyor. Tam atlayacağım anda bir vazgeçiş beni geriye döndürüyor.  

Geriye gitmek için sandalyeden kalkıp halının üzerine bıraktığım ayak izlerime bakıyorum. Odanın içine ve bedenime birden yağmur yağıyor. Ayak izlerim suyla doluyor, kayboluyorlar. Kaybolmasınlar diye kimsenin  sevmediği o ucu kırık şemsiyeyi açmak zorunda kalıyorum. İpinden tutunca, bir duvardan öbür duvara, sonra da aşağıya gölgesi düşüyor.  
“Söylesene bu zamana kadar hiç canın yandı mı?” diye soruyorum. Hiçbir şey söylemiyor. Susuyorum. O zaten hiç konuşmuyor. Kim bilir ne kadar sessiz kaldık? Bilmiyorum. Artık sessizliği de dinlemekten vazgeçiyorum. Ayağa kalkıp o başlangıca, bilmediğim sona doğru yürümek istiyorum.  

Sokak kapısından çıkarken başımı kaldırıp yukarı baktığımda, saçlarıma sonbaharın gölgesi düşüyor. Kapı önünde biriken çamur birikintisine bile isteye basıyorum. Sonra yaprakların üzerine basa basa çamurlu ayakkabılarımla gidiyorum. 

Zaman geçiyor, ben kendimden geçiyorum. Biraz duraksadığımı hatırlıyorum. Gözlerimi açtığımda fark ediyorum ki şimdi geç kalınan şehirlerarası bir otobüsün yolcusu gibi şehirden, yaşamdan uzaklaşmak isteyen ve insanların düşüncelerini bilmek istemeyen bir turun yolcusuyum. “Ne dediğimi anlamasam da… Pek bir şey bilmiyorum,” diye kesik kesik tekrar ederken, kapıdan çıkmadan önce çantama koyduğum kalem ile defterimi elimle yoklayarak, o an hayatın sıradanlığını ve dakikalarını kabul ediyorum. 

Yukarıdan aşağıya bakıyormuş gibi kaçırdığım günün saatlerini de kabullendiğim dakikalarda, kaybettiğim o anı bildiğim için artık memnunum. Hiçbir şey bilmezken inandığım hikâyelerin başlangıcındaki gibi son cümlelere her zaman geç kaldığımı da artık biliyorum. O geç kalış, bilmediğim herhangi bir satırın üzerini nasıl çizeceğimi bile seçtirmezken; dinlemeyi, düşünmeyi, yazmayı zorlanmadan seçtim. Artık kendimde inandığım tek şey buydu. Şöyle geriye dönüp tekrar bakınca; hayatın resminin içine karışan renklerin çizgisini bile çizip boyayamazken, satır boşluklarımı doldurduğum kelimelerimin anlamı da hayatın içinde anlamsız duruyordu. O yürüdüğüm yol başıma gelmeyen olayları, bir yol hikâyesi gibi düşlerken, eğri büğrü başlayan satır başları artık sayfaları çevirtecek kadar bile bir şeyler hayal ettirmiyordu.  

Çamurlu ayakkabılarımla yürürken henüz yolculuğumun yarısına bile gelemediğimin farkındayım. Zihnimin içinde havalanan perdenin tıkırtısı, çalan müziğin sesi, iç sesimin ritmi, adımlarımı bu yüzden bozuyor. Yine saçma sapan dil sürçmelerine, hatalara düşüyorum. Yaşanılan durumu tanımlamaya çalışırken sözlükten yeni sıfatlar seçiyorum. Bir an duraksayınca anlıyorum ki sonu gelmeyecek bir kitap cildinin orta sayfalarında geçen, herhangi satırdan birisiyim. 

Latest posts by Gülçin Gümüşay (see all)
Visited 39 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version