Yazar: 09:31 Öykü

Yafa ya da Filistin’in Hafızası

Sen nasılsın bugün Yafa? Benim hiç keyfim yok. Okuldan erkenden çıktık bugün. Artık ders de işleyemiyoruz. Biliyorum beni duyuyorsun, hatta anlıyorsun değil mi? Keşke cevap da verebilseydin bana. Rahmetli babaannemin ruhu içime kaçmış olabilir mi? Kendimi onun kadar yaşlı ve onun kadar huysuz hissediyorum.

İyi ki senin kadar uzun yaşamayacağım Yafa, yoksa dayanamazdım bu dünyaya. Sahi sen gördüğün onca zulme rağmen nasıl başardın sapasağlam ayakta kalmayı, hayret ediyorum. Ben daha 9 yaşımda yoruldum hayattan.

Abimin bana hep anlatmaya çalıştığı zor günler buymuş demek ki. Neden başka topraklar, başka çocuklar değil de biz? Neden, Yafa neden?  Dünya bu kadar büyükken insanlar neden sığamıyor aklım almıyor bir türlü.

Bak mor menekşeli defterime, güzel mi?  Abim “Bana anlatmak istediğin her şeyi defterine yaz döndüğümde beraber salıncakta okuyacağız,” dedi. Bense gittiğinden beri tek kelime yazamadım.

Müdürün okula gelemeyen arkadaşlarımın sağlık haberlerini öğrenmeye çalışmasını mı, annemin artık gidecek bir işi olmadığını mı, elektrik kesintilerinin daha da uzamasını mı yazayım?  Yazarsam cümleler kocaman kara bir delik gibi bizi yutacak sanıyorum.  

Ya sözünü tutamazsa ağabeyim, dönemezse eve? Yahut dönse de evimizi, bizi bıraktığı yerde bulamazsa. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olamazsa.

 Yafa sen şahidim ol! Göğümüzü kaplayan korku bulutları dağılsın, sıra ne zaman bize gelecek diye çaresiz beklemeyelim. Bir de abim sağ salim gelsin. Artık annem söylemeden ödevlerimi yapacağım, odamı her zaman derli toplu tutacağım. Söz veriyorum sana…

Mina, geçen bir haftada kaç yaş birden aldı bilemiyorum. Kollarıyla gövdeme sarılıp sessiz sessiz ağlarken boyundan büyük laflar ediyor. Onu ağlarken gördükçe nefesim kesiliyor. Kısıtlı imkanlarla ya da keyfi baskılarla yaşamaya alışıklardı ama bu türden ne zaman biteceği belli olmayan acımasız bir saldırıyı beklemiyorlardı. Hayatları birdenbire alt üst oldu. Rutinlerini sürdürebilmek, her şey normal seyrindeymiş gibi yaşayabilmek gittikçe zorlaştı. Çocuklar gündüz vakti bile ortalıkta gezinmekten korkuyorlar. Bahçede buluşabildiklerinde olası bir saldırı anında ne yapabileceklerini planlıyorlar. En güvenli buldukları Ayşelerin evinin bodrum katındaki sığınağa kaçma tatbikatı yapıyorlar. Korkularını unutabildiklerinde oynamaya başlıyorlar. Oyunları uzaktan gelen bir ambulans sireniyle bitince birbirlerine sarılıp, bağıra bağıra marş söylüyorlar.

“çok yaşa Filistin ve ez siyonizmi

çok yaşa Filistin ve ez siyonizmi

çok, çok, çok yaşa Filistin

çok, çok, çok yaşa Filistin

çok yaşa Filistin ve ez siyonizmi

çok yaşa Filistin ve ez siyonizmi

ve ektik toprağı

ve biçtik buğdayı

biz topladık limonları

ve zeytinleri sıktık

ve bütün dünya bizim toprağımızı bilir

ve bütün dünya bizim toprağımızı bilir

çok, çok, çok yaşa Filistin

çok, çok, çok yaşa Filistin

çok yaşa Filistin ve ez siyonizmi

…………….

………………………………………”

 Çocukları dinlerken bir mucize istiyorum Allah’tan. Keşke bu uğursuz günlerin sona ermesi için elimden gelen bir çare olsa. Ah ne çok isterdim kocaman köklerimle koşa koşa zalimlerin karşısına dikilmeyi. Buralar bizim, biz buralarız diye bağırabilmeyi. Dallarımdaki her bir yaprağımla ateşler saçıp yok edebilmeyi tüm zalimleri.

Ertesi gün ikindi vakti İsrail’in havadan attığı broşürlerde halka yakın zamanda büyük bir askeri operasyonun başlayacağı konusunda uyarılar yapıldı. Tedirginlik ve endişe yerden göğe kadar her yeri kuşattı.

Okulların artık tamamen kapandığını, işgalci gücün Şifa Hastanesi’ni bile bombaladığını, annelerinin pamuklara sarıp sarmaladığı kuzularının üzerini beton yığınlarının örttüğünü, güvenli koridorlardan kaçmaya çalışan insanların akıbetinin bilinmediğini Mina ile Meryem’in birbirlerine alelacele kitap verirken konuşmalarından öğrendim. Öğrendiklerim belimi büktü.

Yaşanan acil gelişme dolayısıyla akşamleyin bahçede toplantı yapan erkeklerden Mina’nın babası Refah sınır kapısının kuzeyindeki Han Yunus Mülteci Kampı’na sığınmanın burada ölümü beklemekten daha mantıklı olduğuna komşularını ikna etmeye çalışıyordu. Cafer Amca ise İsrail’in daha önce yerinden edilen halkı güvenli diye yönlendirdiği bölgeye bile saldırı düzenlediğini söyleyerek bu fikre karşı çıktı. Gitmek söz konusu olduğunda aralarında şiddetli münakaşalar çıkıyordu. Bu toprak, bu gökyüzü, bu evler, bu bahçeler, bu salıncaklar, onlarınken nereye ve neden gideceklerdi? Aslında mahalledeki herkes yaklaşan saldırılardan kaçınmak gerekliliğini iliklerine kadar hissediyordu ama ocaklarını kapatıp bilinmeze gitmeye kimse cesaret edemiyordu. Yaptıkları oylamada fazla çıkan bir oyla beklemeye karar verdiler. Bu sonuca sanırım en çok ben sevindim. Birkaç gün sonra Meryem’i bahçeye çağırırken gördüğüm Mina neşeliydi. Arkadaşını beklerken salıncakta oturdu.  

Biliyor musun Yafa defterimin ilk sayfasına kocaman harflerle “çok şükür” yazdım. Bak, güzel yazabilmiş miyim? Ağabeyim kuzenimiz Mahmut’la haber göndermiş, canı sağ imiş

Mina defterine pembe pastel boyayla kalpler çizip abisiyle adını yazmıştı ki kulakları sağır edecek kadar korkunç bir patlama sesi duyuldu. Yer öyle şiddetle sarsıldı ki geniş yarıklar oluştu. Mina donup kaldıktan kısa bir an sonra titremeye başladı. Korkudan oracıkta öleceğini sandım. Bana çok uzun gelen belki bir belki iki dakika kadar sonra annesinin “Kuzumm!” diyen feryadı gittikçe yakınlaşan patlama seslerini bastırdı. Kadın, “Şükür, şükür,” diyerek Mina’yı kaptı. Nereden geldiğini anlayamadığım şarapnel parçalarının dallarımı cayır cayır yaktığını o zaman fark ettim. Bir anda kesif bir koku yeryüzünde yaşayan ne varsa hepsini yutacakmış gibi yayıldı. Mina’yı son görüşümden sonra gökyüzünü kaplayan simsiyah dumanlar hiç dağılmadı.  Annesi götürürken yere düşürdüğü mor menekşeli defteri yağan yağmurlarla ıslandı, toprağa karıştı. Hava ağırlaştı. Zaman bir muamma oldu. Mina’nın anneannesi, “Yafa’da bıraktığım çocukluğuma, torunlarım inşallah bir gün kavuşur,“ diye hasretle o günlerin gelmesini umarken kim bilir bu defa nereye sığındılar, acaba durumları nasıl, canları sağ mı? Onları bir daha görebilecek miyim? Gün doğarken ümitleniyorum belki Mina gelir, dibimde oturur yahut salıncakta sallanırken şarkılar söyler diye türlü hayaller kuruyorum. Heyecanlı, bıcır bıcır haliyle o anları tekrar yaşıyormuş gibi okulda yaptıklarını anlatır, sınıf öğretmeni Hatice Hanım’ı taklit eder, kankası Meryem’le kıkırdayıp gülerler. Kahkahaları bana can olur.

 Gün batarken ümidimin yerini bitmek bilmeyen kaygılar alıyor. Korkuyorum. Korktukça mahallelinin her sonbaharda zeytin toplarken söyledikleri şarkılara, marşlara sığınıyorum. İçimden tekrar tekrar söylüyorum.  Sesim göklere yükselsin, sağır dünyalar duysun istiyorum. Mina’yı bir daha görememe ihtimali beni kahrediyor. Yanık dallarımı taşıyamayacak kadar yoruldum. Bir daha meyve verebileceğimi sanmıyorum. Ama… Ama işte beklemeye devam etmeliyim. İşittiğim insansız hava araçlarının gürültüsünden neredeyse aklımı, ümidimi kaybetmekten korksam da var olmalıyım.

Ben Gazze’nin güney şeridindeki Han Yunus’ta bir zeytin bahçesinin en yaşlı, en bilge, en heybetli ağacıyım. Ben Mina’nın hiç göremeden mahallelerini, caddelerini, sokaklarını ezbere saydığı Yafa’sıyım.

 Onu tekrar bağrıma basıncaya, o çocuk gülüşlerini tekrar duyuncaya kadar dayanacağım. Çünkü ben Filistin’in hafızasıyım.

Editör: Burak Akbaş

Latest posts by Tuğba Poyraz Kemani (see all)
Visited 6 times, 6 visit(s) today
Close
Exit mobile version