Yazar: 17:56 İnceleme, Roman

Unutma Bahçesinde Anımsamak ve Sil Baştan Yaşamak Üzerine

Kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak

… 

                                      (William Shakespeare)

Kim ister belleğindeki acıyla uyanmak her güne, kim ister bütün tutunuşların kayıp gitmesini? İnsan, devam edebilecek kudreti bulana kadar savrulandır dehlizlerde. Bazen bir sima, bazen bir koku, bazen sadece bir ses tutup önüne koyar sancı yığınını. 

İnsanın zihni; önüne bakabilmeye, sindire sindire iyileşmeye meyillidir. Yaşam gerçeğinde şüphesiz ki varlığı en zorlayan şey unutamamaktır. “Hafıza-i beşer nisyan ila maluldür.” sözünün çalışmadığı yerde ne yapmalı? Bu aynı zamanda bir paradoksu da beraberinde getirir. Unutmaya çalışmak için unutulması gereken şeyleri düşündüğümüz için hepsi yine unutamamaya çıkar. Bir olayı, bir insanı ya da bir durumu bütün halinde unutmaya çalışmak sadece başa sarmamıza sebep olur. Bütün bunları bilip ısrarla yapmanın bir karşılığı vardır dilde “çaresizlik”. Bunun uğrunda verilen kararlar hep eksiltir insanı. Çünkü “Baş edemediğiniz şeylerin üzerine gidin.” sloganı uydurulmuş ve kişisel gelişim adı altında pazarlanmıştır. Üzerine gidilecek şeyleri analiz etmek ve doğru psikanalizle ilerlemek gerekir. Her şeyin üzerine gitmeye çalışanlar farkında olmadan onların altında ezilmeye mahkûmdur. 

Latife Tekin Unutma Bahçesi romanında unutma eyleminin gerçekleşmesi için kurulmuş bir çiftlikten bahseder. Çiftliğin sahibi Şeref, unutamayan insanları çiftliğine davet eder. Buradaki rutin işlerle meşgul oldukça, doğayı tanıdıkça unutacaklarını düşünmektedir. Kimseyi hiçbir şey için zorlamaz, yönlendirmez ya da fikirlerinin esiri etmez. Bu çiftliğe gelenlerin bazıları hiçbir fayda görmezken kimisi bambaşka açılardan bakmayı öğrenir. Her karakterin farklı bir hikâyesi vardır. Hayat da böyle değil midir? Herkesin hikâyesi bambaşka, acıları kendine özgüdür. 

Kitap boyunca Şeref’in neyden kaçtığı ya da neyi unutmaya çalıştığını anlamaya çalışırız. Çok katmanlı bir durumun ortasında kalırız okudukça. İnsanlar unutmak için çiftliğe gelir, Şeref unutmak için unutma eyleminin bahçesini kurmuştur. Bu açıdan bakınca belki de dünya bir unutma bahçesidir. 

Unutmak sözcüğünün Farsçası “ferâmuş”tur. Kaynaklara bakınca kökünün tam olarak nereden geldiği bilinmemektedir, tek sözcük halindedir. Türkçede ise “unıt” fiilinden gelir. Bunun da tam olarak kökü saptanamamıştır. Yani unutmanın kökü de unutulmuştur. 

Tasavvufta bu dünya bir geçiciliktir. Asıl olan bu dünyanın geçiciliğine kanmadan, doğru işler yapan bir insan olarak gerçek dünyaya gitmektir. Bunu da “seyr-i sülük” dedikleri bir devriye sistemi ile açıklarlar. Dünya için çok güzel bir tabir kullanırlar “hab-ı ferâmuş” yani “unutma uykusu”. İnsan dünyaya unutmak için gönderilmiştir ve uykudadır. O zaman dünya içindeki unutamamalar hangi uykunun unutmasıdır?

Kitapta ısrarla bir sözcükten bahsedilir: anımsamak. Anımsamalar hep unutamamak olarak kodlanmıştır insanın kafasında. Oysa unutmanın bir göstergesidir Latife Tekin’e göre. Bunu okuduğumda aklıma yaranın kabuklanması geldi. Bir yara iyileşirken kabuk tutar, arada kaşınır, kaşırken can yanar. Varlığını unuttuğun yarayı tekrar hatırlamak her ne kadar olumsuz gibi gözükse de sonunda iyileşmek ve silinmek vardır. 

Şimdi başka bir ikircikli duruma bakalım.  Bir insanın başka bir insan tarafından unutulmamış olduğunu bilmesi içten içe onu besleyen en gizil narsist duygulardan biridir. Yani unutamayıp acı çekenler unutulmadığı için bir yandan iyileşir. Devam edebilmek için başkasının yarası olmak… Daima “Bu kadar doyumsuzluk niye?” diye isyan edilmiştir. Cevabı sadece unutmaya çalışmaktır. Peki, bu adil ya da etik midir? İşte bunun cevabı nergis çiçeğinin hikâyesinde gizlidir. Echos’un ahı elbet biter derenin kenarında. Unutma bahçesini var eden Şeref, çiçeklerin dilinden anlar. İnsanların diline ise yabancıdır.

Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan) filminde yaşadığı bir ayrılık sonrası sevdiği kadını unutamayan bir adamın hikâyesi anlatılır. Unutma eylemine varamadığı için büyük acıların ortasında kalmıştır. Daima zihninde anıları canlanır. Artık yaşayamaz hale gelince deneysel bir tedaviye başvurur. Bu tedavide beynin sinyalleri incelenir ve unutmak istenen şey suni bir yolla silinir. Buraya kadar her şey tamam, hatta insanların çoğunun isteğidir: Bir makine olsa da şu acı veren anıları silsem. Durum bambaşka bir yere evrilir ve kurtulduğu anıların başka bir yüzüyle yüzleşir. İnsanın yaşadığı hiçbir şey müstakil değildir. Beyinde bulunan sinapslar nasıl ki birbirine bir örümcek ağı gibi bağlıysa yaşadıkları da öyledir. Unutmanın belki de verdiği en güzel his kazandırdığı tecrübedir. Bu tecrübe başka bir olayla bağlanır, insan böyle böyle yaşar gider. Örümcek demişken çok yalnız varlıklardır. Topluluk halinde yaşamadıkları için avlanma şekilleri ağ inşa etmek üzerinedir. İnsan, yaşadıklarını örmediği sürece canı çok acır hatta yaşamaz.

Bu iki eseri birlikte değerlendirdiğimizde görüyoruz ki bazı insanlar geç iyileşir. Belki de hiç iyileşmez, gövdesinde bir sızı kalır. Yine de yaşamak için direnmek ve kabullenmek gerekir. Anımsamadığımız anda korkmak yerine bitişin gelişini karşılamak gerekir. Narsistlerin bir tatmin unsuru olmaktansa yekpare direnenler elbet ayağa kalkacaktır. Nihayetinde her bahar, yeni bir başlangıçtır. Her unutuş ardında bir hikâye bırakır. 

İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkûm olandır.

                                                                         (Didem Madak)

Editör: Melike Kara

Visited 18 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version