İnsan bazen en büyük direnişini susmakla gösterir. Demirkubuz’un “Hayat”ı tam da burada başlıyor. Karakter sessizliğinin ardına saklanmış bir isyanı taşıyor içinde. Yönetmenin minimal yaklaşımı, varoluşun o en çıplak halini gözler önüne seriyor. Her plan, her kare aslında bir hesaplaşmanın parçası.
Dünya dediğimiz bu mezbelede insan ya direnecek ya da çürüyecek. Demirkubuz’un kahramanı ikisini birden yapmayı seçiyor. Çürürken direniyor, direnirken çürüyor. Vicdan denilen o ağır yük, karakterin omuzlarında bir dağ gibi yükseliyor. Ama dağların bile dayanamayacağı şeyler vardır bazı zamanlar.
Filmin soğuk renk paleti, insanın içine işleyen o kasvetli atmosfer, sadece görsel bir tercih değil. Her karede biraz daha derinleşen bir felsefi sorgulamanın izlerini görüyoruz. Kamera karakterin yüzünde durduğunda, aslında bütün insanlığın yüzüne tutulan bir ayna oluyor. İnsan kendi karanlığıyla ancak başkasının gözlerinde yüzleşebilir çünkü.
Demirkubuz sineması hiçbir zaman kolay cevaplar sunmadı izleyicisine. “Hayat” filminde de bu geleneğini sürdürüyor. Her sahne yeni bir soru, her diyalog yeni bir yara açıyor ruhumuzda. Öfke bile insanı arındıramıyor artık. Çünkü öfkenin kendisi de kirlenmiş, içi boşaltılmış bir duyguya dönüşmüş durumda.
Karakterin vicdanıyla olan hesaplaşması, Dostoyevski’nin karakterlerini andırıyor. Ama burada Rus edebiyatının o karanlık dehlizlerinden farklı bir şey var: Anadolu insanının kadim suskunluğu. Bu suskunluk öyle derinleşiyor ki bazen, bağırmaktan daha gürültülü hale geliyor.
Film ilerledikçe anlıyoruz ki hayat dediğimiz şey, aslında bir varoluş sancısından ibaret. İnsan ya acıyla var olacak ya da hiç var olmayacak. Başka bir seçenek yok. Demirkubuz’un kahramanı da tam bu noktada duruyor: Var olmanın ve yok olmanın kesiştiği o ince çizgide.
Her insan içinde bir karadelik taşır. Bazıları bunu bilir, bazıları bilmez. “Hayat”ın kahramanı bunu biliyor ve o karadelikle yaşamayı öğrenmiş. Ama bilmek her zaman katlanmak anlamına gelmiyor. Bazen bilmek, acıyı daha da derinleştiriyor.
Yönetmenin minimal anlatımı, karakterin iç dünyasındaki fırtınayı daha da görünür kılıyor. Az söz, çok anlam prensibi, filmin her karesine sinmiş durumda. Çünkü bazı hakikatler ancak suskunlukta kendini gösterir.
Vicdan, insanın kendi kendine kurduğu en büyük tuzaktır belki de. Film boyunca karakterin vicdanıyla olan savaşı, aslında insanın kendisiyle olan savaşının bir yansıması. Bu savaşta kazanan yoktur, sadece kaybedenler vardır.
Demirkubuz’un kamerası, karakterin iç dünyasını öyle bir ustalıkla yansıtıyor ki, her plan aslında bir ruh çözümlemesine dönüşüyor. Yüzlerdeki en ufak bir titreme, gözlerdeki en küçük bir kıpırtı, derin bir varoluşsal sancının işareti oluyor.
Sonunda anlıyoruz ki hayat, ne bir armağandır ne de bir ceza. Hayat sadece vardır ve biz onunla ne yapacağımıza karar vermek zorundayız. Demirkubuz’un filmi tam da bu noktada duruyor; insanın kendi varlığıyla hesaplaşmasının tam ortasında.
İnsan bazen öyle bir noktaya gelir ki, direnmek ile teslim olmak arasındaki fark silinir. İşte o noktada ya kendini yeniden yaratacaktır ya da tamamen yok olacaktır. Başka bir ihtimal yoktur. “Hayat” bu ihtimalsizliğin hikâyesidir.
Editör: Gülçin Yurdaer
- Hayat: Bir Direnişin Anatomisi - 24 Ocak 2025
- Ah Kunâla-Varla Yok Arası-, İbrahim’in Baltası: Asaf Hâlet ve Putları - 15 Ekim 2024
- Dünya İle Derdi Olanlar: Tolstoy’un Varoluş Arayışı - 9 Eylül 2024