Yazar: 19:00 Öykü

Renkli Dünya

 I 

Siyah 

Evin içi karanlık sayılırdı. Perdeler çekilmemiş, belli belirsiz açmış güneş de içeriye dalmayı başaramamıştı. Düzensiz bir biçimde uzamış olan dağınık saçları, yatmakta olduğu masaya değiyordu adamın. İki kolunu yastık biçiminde koymuştu önüne. Zil sesiyle irkildi. Başını kaldırdı. Kapıya yöneldi. Ağır aksak yürümeye başladı. Gelenin kim olduğuna bakmaksızın açtı kapıyı.  Uzun sarı saçlı, elmacık kemikleri pek belirgin, yüzü solgun ancak pek güzel bir kadın çıktı karşısına. Öfkeli görünüyordu. 

“Alt kattan geliyorum. Dün gece çıkardığınız gürültüden uyuyamadık. Bir daha olursa polis çağıracağım.” 

“Peki.” 

Yalnızca bunu söyleyebilmişti genç adam. Uykusundan uyanalı çok olmadığından, söyleyeceği sözleri toparlayamamıştı. Yüzünden anlaşılıyordu bu. Uyuklar gibiydi. Kadın bunu görünce sertçe çıkıştı. Bu uykusuzluk halinin, dün geceki gürültünün bir sonucu olduğunu bildiğinden öfkesi daha da artmıştı. 

“Nasıl isterseniz! Yine de dediğim gibi, aynı şey yinelenecek olursa ben de yapacağımı bilirim. Görüşmek üzere!” 

Son sözü oldukça ilginç gözükmüştü gözüne. Bu denli dostça bir sözün, bu denli kızgın bir kimsece söylenmiş olmasına anlam verememişti. Bir alışkanlıktı kuşkusuz. Ne için olacaktı ya? 

II 

Beyaz 

Kanepede uzanmış, pek de derince dalamadığı uykusundan bir zil sesiyle uyandırılmış olan genç adam, bu yüzden olsa gerek irkilmişti. Çokça şaşırmışlara özgü bir tavırla elini başının üzerinde gezdirmiş, geriye atmakla kendisini yatıştıracağını umduğu uzun saçlarını henüz kestirmiş olmasına hayıflanarak doğrulmuştu. Kapıya bir heyecan içinde yöneldi. Beklediği bir şeydi bu. Kuşkusuz, o olmalıydı. Bu saatte kim gelebilirdi ya? Oydu bu. Derince iç çekti. 

Kapıyı açtı. Ardında duran kişiyi düş kırıklığı içinde karşıladı. Uzun saçlı, sarışın, elmacık kemikleri pek belirgin bir kadın çıkmıştı karşısına. Oysa kendisinin beklediği esmer, kısa saçlı, kara gözlü bir kadındı. Sevişeli çok olmamıştı. Bu denli değişmesine olanak yoktu. 

Bir şapka vardı kadının başında. Üzerinde de mavi bir kısa kollu. Göğüs kısmında bulunan logoyu da görünce anladı kim olduğunu gelenin. Oysa bundan önce kadının ellerinde tuttuğu koliyi görmeliydi. 

“Buyurun! Bir imza atın şuraya lütfen!” 

Uzatılan kâğıdı imzaladı. Kutuyu aldı. İçeri geçti. Gönderenin adını gördü önce. Bir de not iliştirilmişti kargoya. 

“Eşyaların. Kendine iyi bak!” 

Bir kez daha karşılaşmaya katlanamayacağını düşünmüş olmalıydı besbelli. Yine derince iç çekti genç adam. Canı pek sıkılmıştı bu duruma. 

III 

Kırmızı 

Yeni aldığı ve yine pek rahat uyuduğu yataktan, bir zil sesiyle uyandırılan adam, o denli rahat uyumuştu ki, bu güzel uykudan uyandırılmış olmaya bile sitem etmeksizin hafifçe doğruldu. Zili çalanın biraz daha bekleyebileceğini düşünerek perdeyi açtı. Güneşin yüzüne değmesi karşısında pek bir neşelendi. Kapıya yöneldi. Odasından çıkmadan önce, odasında bulunan aynaya bakarak saçlarını kontrol etti. İyice bir çekidüzen verdi. Kapıdakini çokça bekletmiş olduğunu düşünecek ki, koşar adımlarla kapıyı açmaya yetişti. 

Kapıyı açtığında karşısında genç, güzel, uzun sarı saçlı, elmacık kemikleri pek belirgin ve ayrıca kıpkırmızı, uzun boylu bir kadın gördü. Üzerinde yine kıpkırmızı, tek parça, hoş bir elbise vardı. 

“Yeni mi uyandın canım?” 

Neler oluyordu böyle? Bir adım geri attı. Şaşırmıştı apaçık. O da değildi bu, yadırgı bir güzellikti. Güzellikti ya, bir de hoş sözler ediyordu, önemli olan da buydu ne olsa. 

“Şey… Ben…” 

Sözüne devam edemeden susmak zorunda kaldı. Dudağından öpülmüştü çoktan. Birlikte içeri girdiler. 

IV 

Mavi 

Sıcak yaz gününün tatlı güneşi içeriyi aydınlatıyordu. Yatağında boylu boyunca uzanmış, derin bir uyku çekmekte olan adam zil sesiyle uyandı. Üzerinden fırlamış, gri renkli parkeye değmeye bile başlamış olan pikeyi çekiştirdi. Kısa bir uğraştan sonra kurtuldu mavi renkli pikeden. Öğrencilik günlerindeki mavi yatak takımlarını anımsadı. Güldü. Zili unutmuştu. Yeniden çalınca hatırladı. Kapıya yetişti. 

Sarı saçlı, elmacık kemikleri çıkık, yüzü apak, gözleri mavi bir kadın buldu karşısında. Mavi mayosunun üzerine yine mavi, ince bir elbise geçirmişti. Pek güzeldi. Heyecanlıydı. Üstelik gülümsüyordu. Genç adam, bu içten gülümsemeyi görünce bir şeyleri unuttuğunu çıkardı bundan. Soramadı. Sormasına da gerek yoktu. Olup biteni açıkladı öteki. 

“Yetmedi mi uyuduğun? Denize gidiyoruz. Herkes seni bekliyor. Haydi, çabuk ol!” 

Ne diyeceğini bilemedi. Bir an ardına baktı. Sonra yine kadının yüzüne çevirdi gözlerini. Bir süre bakışlarını bu güzel yüzden alamadı. 

“Sersemlemiş gibisin. Git yüzüne bir su vur!” diye yanıtladı kadın bu bakışları. Yine gülüyordu. Hele gözlerinin içi, pek güzel gülüyordu! 

Genç adam içeri geçti. Derhal bir şort, bir de kısa kollu bulup geçirdi üzerine. Uzun saçlarını bir güzel taradı. Kadını da yanına alarak daireden çıktı. 

V 

Sarı 

Rengini de aşmış, daha da çok sararmış kanepede uyuklayan adam, zil sesiyle uyandı. Uyku istiyordu canı ama uyandırıldığından da hoşnuttu. Bu kötü uykuyu öteki türlü bırakamazdı öylece. Ne olsa uykuydu, kötü de olsa tatlıydı. Gözlerini ova ova yürüdü kapıya. 

Sarı saçlı, elmacık kemikleri pek belirgin, yüzü solgun, mavi gözleri de aynı solgunluktan üzerine düşeni almış, pek güzel yüzlü bir kadındı kapıyı çalan. Saçları yağmurdan sırılsıklamdı. Üzeri de öyle. Gri montu apaçık renk değiştirmişti. Bir de mavi kot pantolon vardı üzerinde. Kaygı dolu bir bakışla süzdü adamı. Konuşmaya çabaladı. Yalnızca kendi içinde parlayan, dışarıdan bakılınca pek sönük görünen bir uğraş içinde olduğundan, bu olağanüstü çabayı öteki görememiş, bunun zorluğunu anlayamamıştı. 

“Senin için bir önemi var mıdır, bilmiyorum ama ben yakında evleniyorum.” 

Böyle mi cezalandıracaktı kendisini? Bir başkasıyla olmakla mı alacaktı hıncını? Ne yapmıştı gerçi? Bırakmış olmalıydı. Öylece çekip gitmişti besbelli, ne olacaktı ki ya? 

“İstediğim şey, yaşamın boyunca iç sızısı ile kıvranıp durman. Çok çok bir şey değil anlayacağın.” 

Öteki bütün bunlara anlam veremiyordu. Neredeyse gülecek gibi eğdi başını. Kadın bunu görünce pek sinirlendi. 

“Seni kıskandırmaya çalıştığımı mı sanıyorsun? Yakında görürsün. Evleneceğim adam, pek çirkin biri. Söz aramızda, hödüğün teki. Pişmanlık duymazsın, biliyorum. Yine de düşünürsün, acırsın bana. Beni onun insafına bırakan sensin. Bunu bilmeni istiyorum. Bir gün kıyarsa canıma ya da ilk günümüzde bıkkınlık içinde inlersem altında, kölesi olursam onun, izin vermezse hürce yaşamama-ki bunların tümü olacak- hepsi senin yüzünden. Görüşmek üzere!” 

Bu sözleri ettikten sonra öylece çekip gitti kadın. Genç adam bu kez söylenenleri ciddiye almıştı. Almamasına da olanak yoktu. Ağırdı bu sözler. Kimse, yeryüzünde yaşayan tek bir kimse bile bu sözleri işitecek denli alçalmamalıydı. Böylesine alçalmış olduğunu görmek bir yıkımdı kendisi için. Bu güzel kadın, yüzü solgun bu güzel kadın, böyle mi alacaktı öcünü? Kuşkusuz, böyle alacaktı. Çünkü neredeyse ilk andan bunun işe yaramış olduğunu görüyordu. Kapıyı dalgınlık içinde kapattı. 

VI 

Yeşil 

Kanepede sızıp kalmış olan genç adam, zil sesiyle uyandı. Kalktı. Yürüdü. Kapıyı açmazdan önce yüzünü yıkamayı geçirdi aklından. Tuvalete geçti. Musluğu açtı. Suyun akmadığını görünce canı sıkıldı. Aynaya baktı. Pek de kötü görünmediğini düşünüp kapıya açmaya koyuldu. 

Sarı saçlı, güzel ama solgun yüzlü, elmacık kemikleri gözler önünde bir kadın karşıladı kendisini. Üstünde yeşil, desensiz, tek parça bir elbise vardı. Kolunda ise yine yeşil, ufak sayılabilecek bir çanta asılıydı. Yüzü gülüyordu. Kapıyı açanını dalgınlığını görünce daha da çok gülümser oldu. Neşelenmişti. 

“Buralarda mısın daha?” 

“Evet. Bir sınav daha var.” 

Niçin bu sorunun sorulduğunu, dahası niçin bu yanıtı verdiğini anlayamıyordu genç adam. Yine de kendisini denetlemekten oldukça uzak olduğunu da görebiliyordu. Tüm bunların bir anlamı olmalıydı. Düşüncelerinde hür, olup biteni çözmeye çalışır bir hali vardı ancak davranışlarında tümüyle denetimi yitirmiş, dahası bir başkasının denetiminde bulunan birine dönüşmüş olduğunu görebiliyordu. 

“Ben artık memlekete gidiyorum. Sınavlar bitti. Seni görmeye geldim. Tatil dönüşü görüşürüz!” 

“Görüşürüz!” dedi genç adam. Sonra, gitmekte olan kadını durdurdu. 

“Yarın benim doğum günüm. Burada kimse kalmadı. Eve de gidemiyorum. Ararsın, olur mu?” 

Şimdiden bir kutlamada bulunmanın pek yersiz, dahası pek özensiz olacağını düşünen kadın gülümseyerek karşıladı bu öneriyi. Karşısındakinin durumuna acımıştı. Eve uzak bir yerde, böyle gülünç ve kimsenin önemsemeyeceği bir nedenden ötürü bir başına kalmış olduğu için üzülmüştü onun adına. Gülümsemesini sürdürdü. 

“Peki. Açarsan konuşuruz.” 

Apaçık bir iğneleme vardı burada. Yine de gülümsemeye yüz buldu ev sahibi. El salladı ve bu güzel, elmacık kemikleri pek belirgin, tek parça yeşil elbiseli güzel kadının gidişini izledi. 

VII 

Pembe 

Uzun siyah saçlı genç adam zil sesiyle uyandı. Yatağından kalktı. Ağır ağır doğruldu. Yine aynı yavaşlıkla kapıya doğru yürüdü. 

Kapıyı açtığında karşısında genç ve güzel, sarı saçlı, elmacık kemikleri pek belirgin, yüzü capcanlı bir kadın göründü. Üzerinde pembe bir ceket, siyah da bir pantolon vardı. Elleri, elleri pek güzeldi. Yazık ki bu ellere bakmamıştı genç adam. Uzun ve ince parmakların bir yıkıma yol açacağını da görememişti böylece. Kısa bir süre, boş ve belirsiz bakışmalarla geçti. 

Kadın, elmacık kemikleri pek belirgin kadın, o pek güzel ellerinden birini havaya kaldırdı. Bir tabanca tutuyordu bu el. Apaçık karşısındakinin yüzüne doğrulmuş bir tabanca. Siyah renkteydi. -Tabancalardan pek anlamadığı için yazarın üzgün olduğunu belirtmesi gerekli. Böyle olmasaydı, bu pek korkunç görünümü olan tabancayı daha net, daha açık bir biçimde sunabilirdi okuruna.-  

“Her şey için üzgünüm.” 

İnce ve uzun parmaklardan biri tetiğe dokundu. Çekti. Vurdu. Çekip gitti. 

Latest posts by Varol Mengüverdi (see all)
Visited 19 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version