Yağmurun pencereme ritimli vuruşuyla masamdaki kalemi elime alıyorum. Odamdaki alacakaranlık mum ışığının titreşimleriyle dans ediyor. Bazen kalemim mahzenin karanlığına bazen rutubetli kayanın dibine gidiyor. Sanat ve karanlık ardında gizlenen eşyalar odamın duvarında tablo gibi devleşiyor. Karanlık üzerine düşünüyorum, karanlıkta saklananların bilinmezliklerin, özlemlerin peşine düşüyorum. Kitaplığımda parmaklarımı gezdiriyorum. Edebiyatın başyapıtları ne demiş derken en önemli malzemenin karanlık olduğunu keşfediyorum.
Arap Edebiyatı’nın en güzel eserlerinden biri olan Binbir Gece Masalları’nın gecesi dikkatimi çekiyor. Karanlığı çağıran kelime “gece”. Orta Çağ’da kaleme alınmış olan Orta Doğu kökenli edebi eser, Prenses Şehrazad’ın hükümdar kocası Şehriyar’a anlattığı hikâyelerden oluşuyor. Anlatım hep gece sürüyor.
Romanlarda yer alan kahramanların umut arayışları, çaresizlikleri, melankolik halleri hep karanlığı çağrıştırır. Yazar kahramanlarını aydınlığa çıkarmak için elinden geleni yapar. İlk modern romanımız Mai ve Siyah, Ahmet Cemil adlı kahramanıyla mai bir gecede başlayan hayallerini gerçeğe siyaha dönüştürmüştür.
Edebiyatımızın önemli şairlerinden “akşam şairi” olarak bildiğimiz Ahmet Haşim’in şiirlerindeki tema da karanlıktır. Ondaki karanlık hayallerle beslenir. Kâh ay ışığını kâh denize yansıyan grup vaktini anlatır.
Cumhuriyet Dönemi şairlerinden Necip Fazıl’ın Kaldırımlar şiiri de karanlıktan beslenir. Şair Kaldırımlar adlı şiirinde sokakları ölüm kokan bir karanlığa benzetir. Evler adeta gözlerine mil çekilmiş âmâya benzer. Başıboş dolaşan devlerden korkarlar. Bir süre sonra tanıdık bir hal korkunun yerini alır. Artık sevilen bir eşya da karanlık olarak karşımıza çıkar. Böylece Şair der ki:
“Ne sabahı göreyim ne sabah görüneyim
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim
Örtün üstüme örtün serin karanlıkları”[1]
Rus edebiyatında karanlık oldukça kasvetli melankolik bir şekilde eserlere konu olmuştur. Dostoyevski “Suç ve Ceza” adlı romanında Petersburg’un dar ve kasvetli sokaklarını, binaların içerisindeki yıkık dökük merdivenleri, odaların kasvetli havasını, pencereden sızan Işık hüzmesini dahi yok eder. Hep karanlık kapkaranlık içerisinde Raskolnikov’un suçlarını meşrulaştırıcı, çıldırtıcı bir an olarak vermiştir. Kahramanlar aydınlığa çıkmak için hep bir umutla hareket ediyor. Ama dönemin kasvetli havası roman kahramanlarını bu çıkmaza saplanmış bir halde bırakıyor.
Bertold Brect sanat şiirinde şöyle der:
“Karanlık dönemlerde peki,
Şarkı da söylenecek mi?
Elbette şarkılarda söylenecek.
Belgeleyin karanlık dönemleri.”[2]
Dönem için umut verici bir şiirdir. İyilik aydınlıkla, kötülük karanlıkla eş tutulmuştur. İnsanın dünyayla tanıştığı anda bir suçlu olarak yaşaması gerektiği inancı toplumun karanlığa boğulmasına neden olur. Anthony Burgess tarafından yazılan “Otomatik Portakal” adlı eserde karanlık kahramanı doğrudan suça götürür. Eser, dönemin modernleşme ve değişim sancılarını bireylerde yer alan özgürlük ve baskı hallerini anlatır.
Karanlıkla anılan bir diğer yazarımız Edgar Allan Poe. O, hep korku romanlarını gece ile bütünleştirmiştir. Onun eserlerinde kendimizi bir anda karanlığın içinde buluruz.
Oğuz Atay’ın Demiryolu Hikâyecileri adlı eserde hikâye yazıcıları akşama doğru uyanır. Gece yarılarına kadar hikâye yazarlar. Karanlık onları gizler ve besler. Savaş dönemindeki karartmalar, onu takip eden şiddet olayları karanlıkta ortaya çıkar. Gerçekler karanlıkta gizlenir. Kimsesizlik karanlıkta hissedilir.
Türk edebiyatının önemli bir bölümü eski Türk edebiyatında saklanır. Bu dönemde gazellerde ve kasidelerde işlenen kadın karanlıktır. Saklıdır. “Leyla” karanlık gece demektir. Saçları uzun ve siyahtır. Leyla hem aşkı hem karanlığı anlatır şiirimizde. “Şeb-i Yelda” en uzun geceye işaret eder. Sembolizmin şairi Cahit Sıtkı, yaşama bağlılığını karanlıktan korktuğunu söyleyerek anlatır.
Şair der ki:
“Eskiden ne vakit baksam ışıldayan
O dünya ne oldu, Nedir bu karanlık?
Bir kara kedi mi aramızda zaman?
Yalnızım; havuzu doldurdu karanlık.”[3]
Fazıl Hüsnü Dağlarca karanlık üzerine der ki:
“İşte karanlık büyümüştür.
Dağ daha dağ su daha su.
Yıldız daha Yıldız olmuştur.
Ötelerde işte karanlık büyümüştür elle.”[4]
Ümit Yaşar Oğuzcan ise;
“Senin ümitlerin, senin arzuların olmalı.
Bütün karanlıklara razıyım.
Yalnız uzaklarda çok uzaklarda
Bir gemici feneri yanmalı.
Bu korkunç ağırlıkları kim koydu.”[5]
“Ay Karanlık” adlı şiirde sevgilisine olan duygularını Ahmet Arif dile getirmiştir.
“Maviye
Maviye Çalar Gözlerin,
Yangın mavisine
Rüzgârda Asi
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık…”[6]
Karanlık ister ilham versin ister sessizliği sağlasın. Sanatçıya her daim her dönemde yol göstermiştir. Birçok ürün bu karanlıkta görülen ufacık bir ışıktan doğmuştur. Şimdi söyleyin karanlık olmasa biz yolumuzu edebiyatla nasıl aydınlatırdık?
[1] Kısakürek Necip Fazıl, Kaldırımlar,1928.
[2] Brect Bertold, Sanat.
[3] Cahit Sıtkı Tarancı, Ömrümde Suküt, Şeb-i Yelda.
[4] Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yenilen Büyür.
[5] Ümit Yaşar Oğuzcan, Karanlığın Gözleri, Bir Gün Anlarsın.
[6] Arif Ahmed, Ay Karanlık.
Editör: Melike Kara
- İnsan Sancısıyla Doğar - 18 Temmuz 2023
- Karanlıkları Aydınlatan Edebiyat - 29 Mayıs 2023
- Sahtekâr Film İncelemesi - 21 Eylül 2020