Yazar: 18:50 Öykü

İnsan Sancısıyla Doğar

Hatalıydım, ağacın yapraklarını dökmesi gibi müebbet bir yalnızlık içinde kalmıştım. Ölü bedenime alışmam zaman alıyordu. Kişiliğimdeki tutarsızlıklarla yaşamaya çalışıyordum. Yağmur başka yaklaşıyordu bedenime. Durup durup ağlayamıyordum. Basitleşen bir dünyanın amaçsız insanlarıyla yolculuk etmeye çalışıyordum. Bıyık altından gülen, damarları çıkmış karanlık yüzlerin vaatleriyle küçük adımlı çocuklar gibiydim. Bir yıl önce çizgilerim belirginleşti, şimdi de beyazlarım arttı. Kaplumbağalara sık rastlar oldum. Senden gelen sinyalleri alıyorum. Sabahları uyandığımda kitap okumaya çabalar oldum. Boş vermişliğim evimdeki eşyaya, maddi dünyaya.

Sokağa çıktığımda tahta tabureleri olan çay ocağına sığınıyorum. Seninle de giderdik. Çaydan gelen dumanla, çocuklukta yanan sobanın üstündeki ateşi ve seni anımsıyorum. Huysuz Çaycı Ahmet, en demli çayı hep bana getiriyor. Şekeri de hep eksik veriyor. Şekeri bırakacağım güne kadar eksik verecek. Terzi Oktay, molalarında çay ocağına geliyor. Selam verip köşe masaya o da çöküyor. Sıcak bir portakallı oralet, diyor. Her defasında tansiyonunun yükseldiğini anlatıyor.

Muharrem Abi her gün gelmiyor, geldiğinde bana nasıl olduğumu soruyor. Herkesin başına gelir, deyip teselli ediyor. Sonra da kendi parasızlığından yakınıyor. Her zaman yeni bir haber veriyor. Bülbül Sokak’ta yeni bir kafe açılacakmış, diyor. Amacı bizim huysuzu daha da huysuzlandırmak. Birbirlerini kızdırmaktan oldum olası hoşlanıyorlar. Moral olsun diye ben gitmem alıştığım yerden, verdiğim sözden dönmem, diyorum. Huysuz yine huysuz. Kaşını kaldırıp dudağını büküyor. Bir kedi geçiyor önümüzden. Sırtını kamburlaştırıyor. Gözlerini bana dikiyor. Simidimden uzatıyorum bir parça, “Verme,” diyor Huysuz. “Alıştırma şunları, sonra hepiniz gidiyorsunuz. Çöpüyle ben uğraşıyorum.”

Akşam ezanı okunmaya başlayınca, yavaş yavaş tabureler boşalıyor. Ben de bu saatleri çok seviyorum. Yokuş aşağı yürüyorum, her akşam sana biraz daha yaklaşıyorum. Çamaşırların asılı olduğu sokaklardan geçiyorum. Evlerden gelen çocuk seslerini dinliyorum. Hele o yemek kokuları. İşte onlar, bir an olsun çocukluğuma götürüyor beni. Zaman nasıl da sabun gibi erimiş, diye geçiriyorum içimden. Ben şimdi kaybolmuş bir balon gibi havanın kararmasıyla gökyüzüne yükseleceğim. Sonra başımı yastığıma koyacağım ve seni düşüneceğim. İlk günkü gibi güzel gözlerini, yumuşak tenini, beyaz ellerini, sakin sakin anlattıklarını, doğum hikâyemi, sancılarını, yaşamın içindeki ayrılıkları, bazı kişilerden korktuğunu, bazı kişileri anlayamadığını, dargınlıklarını, kadınlığın kabuğunda kalan kırıklarını, sessizliğinde konuşan gözlerini… İnsan kendi hikâyesini yaşarken yazıyor. İnsan sancıyla doğuyor, sonra bu kadar basit ölüyor.

Editör: Hatice Akalın

Latest posts by Suay Arsev (see all)
Visited 15 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version