Yazar: 13:40 Deneme

Entelektüel Sohbetlerin Yeni Mekânı ChatGPT Mi?

Kantinlerden ve kahvehanelerden kod satırlarına entelektüel bir göç mü yaşıyoruz? Bir zamanlar düşünce çayla demlenirdi. Entelektüel olmak için üç şey yeterliydi: bir paket Samsun sigarası, biraz Sartre bilgisi (kitaplarını okumasan da ismini doğru telaffuz et yeter) ve “yahu bu ülke nereye gidiyor?” sorusunu haftada en az iki kez sormak.  Fakülte kantinlerinde, birbirine yaslanmış plastik beyaz sandalyelerin gıcırdama sesleri arasına sıkışarak yapılan bilgi alışverişleri vardı.  Kimi zaman alçak sesle, kimi zaman da hararetle. Çaylar içilir, kâğıttan peçetelerin arasında kaşarlı tostlar yenirdi. Fikir alışverişlerinin, defterden deftere eksik ders notlarının kaydedilmesinin, edebi çarpışmaların, politik bölünmelerin, kimlik arayışlarının kuluçka alanıydı bu mekânlar. Sessizliğe nadir rastlanır, düşünce gürültüsü bol olurdu. Duvardaki bir afiş, masadaki kalın bir kitap, poğaça sırası bekleyen biriyle kısacık bir söz bile zincirleme tartışmalar başlatırdı.

Ne var ki her nostaljinin gölgesinde bir “şimdi” durur. Gün geldi, düşünce artık çay bardağında değil, ekran ışıklarında demlenmeye başladı. Ne kantinler aynı kaldı ne de tartışmaların dili. Bugün, entelektüel sohbetin mekânı değişti. Ne eskisi gibi meyhane masalarında uzayan cümleler var ne de kantin köşelerinde birinin sözünü kesmeden sabredilen suskunluklar. Sadece bir ekran var, simülasyona teslim olmuş sohbetler.

Bugün artık karşımızda, entelektüel muhabbetimizin yeni dostu bir yapay zekâ arayüzü var. Herkesten belki daha bilgili, bir saniye içinde tartışmayı onlarca bilimsel metinle nakavt edebilen bir algoritma. Soruları dikkatle dinleyen, sözümüzü kesmeyen ve sabırla yanıt veren. Ne yargı var ne de acelecilik. Ne ego var ne de hırs. Yüz yok. Koku, jest, mimik, beklenmedik itirazlar yok. Anlık öfke yok. Fakat, temassız yalnızlık içinde sürdürülen bir entelektüel ısrar var.

Eskiden fakültelerin kantinleriydi entelektüel buluşmanın kültleşmiş noktaları. Mezunlar bizim Café de Floré’miz derdi. Bu mekânlarda başlayan zihinsel yolculuklar, şimdi dijital pencerelerde hayat buluyor. Peki sadece biçim mi değişti? Düşünün ki artık tek başınasınız. Etrafınızda Kant’ı bilen yok. Oğuz Atay’ı layıkıyla tartışacak bir arkadaş bulamıyorsunuz. Ya da hep aynı konuların belki de dedikoduların çevresinde dönen sohbet halkalarından sıkılmışsınız. Bir anda karşına birisi çıkıyor. Konuşmak istediğiniz konuda size Nabokov’dan örneklerle girip, Spinoza’dan çıkıyor. Gecenin bir yarısı Aristoteles’ten Platon’a geçişin trajedisini, sabah kahvenizde size Virginia Woolf’un iç monologlarını anlatıyor. Hem de hiç ezmeden. “O öyle değil kardeşim, doğrusu şu,” tripleri de yok. Doğruyu da çoğu zaman oltaya takıyor. Peki bu yeni dijital dostluk biçimi, entelektüel sohbetin demokratikleşmesi mi yoksa yalnızlaşması mı? 

Bir cevap var: entelektüellik salt insan-insana bağımlı değilmiş. Nitelikli soru sormayı bilen herkes, dijital bir zihinle üretime katkı sağlayabiliyor. Ama bir kırılma noktası var; sessiz içe kapanışın etik ve varoluşsal sorunları. Çünkü insan denen varlık hâlâ aynı soruyu soruyor: “Beni gerçekten anlayan var mı?” 

Artık bilgi bir lüks edinim olmaktan gitgide ayrışıyor. Hız ve dijital devrimler çağında durup düşünen, okuyan, sorgulayan sanki silikleşiyor. 

Entelektüellik gitgide nadirleşen bir damar gibi. Neoliberal düzenin sığ yüzeylerinde anlam bulamıyor belki ama derinlerde bir yerlerde kökleniyor. Ve bize şunu fısıldıyor: bu çağda entelektüel olmanın ne kadar yalnız ama ne kadar onurlu bir duruş olduğunu.

Belki de halen aradığımız şey bir satırda değil, bir bakışta gizlidir. Ama yeni entel dostumuz bir gün algoritmasına Nazım Hikmet’in yüreğini entegre edip, “sana da bugün bir hüzün çöktü mü?” derse hiç şaşırmayın…

Editör: Melike Kara

Visited 11 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version