Yazar: 11:23 Kitap İncelemesi, Öykü Kitabı

Alıngan Öyküler

                                                           “İnce ruhlular, kalın derililerin dünyasında hep yara alır.”

                                                                                              Nietzsche

.                                                                   

Duygu Harmancı Karagülle, 1987 yılında İzmir’de doğdu. Yüksek kimya mühendisidir. Çeşitli dergi ve seçkilerde yayımlanan hikâyeleriyle edebiyat dünyasında adını duyurmuştur. Kadınlık, aile içi şiddet, yalnızlık, suçluluk ve kimlik arayışı gibi temaları işleyen yazar, bireysel ve toplumsal katmanları ustalıkla iç içe geçirir. İlk kitabı Doğurma Beni Naime, Alakarga Yayıncılık tarafından Eylül 2025’te yayımlanmış ve güçlü anlatımıyla dikkat çekmiştir. Günümüzde yazarlığın yanı sıra editörlük çalışmalarına da devam etmektedir.

Kitap, doğrudan birbirine bağlı olmayan ancak ortak duygusal ve düşünsel eksenlerde buluşan on beş öyküden oluşmaktadır. Öykülerin merkezinde çoğunlukla aile bağları ve toplumsal beklentilerle kuşatılan, aynı zamanda çevreleriyle kurdukları ilişkilerde yabancılaşma hissi yaşayan karakterler yer almaktadır.

Kitaba adını veren öykü, ölüm ile doğum arasındaki sınırı yok eden, bedensel ve ruhsal çürümeyi öfkeye dönüştüren bir metin olarak öne çıkmaktadır. Süleyman’ın annesi Naime’ye yönelttiği sözler, toplumun dışına itilmiş, “istenmeyen” tüm varlıkların sesi haline gelerek insanın reddedilişle şekillendiği karanlık bir dünyayı resmetmektedir. 

Öykülerde dikkat çeken yönlerden biri, bireysel hikâyelerin çoğu zaman kolektif acılarla birleşmesidir. Maklube, adını bir yemekten alan ama aslında insanın insana ettiği zulmü, bir çocuğun gözünden anlatan; Maraş Katliamı’nın sembolik ve sarsıcı bir yeniden anlatımıdır. Yemeğin hazırlanışındaki ritüel, toplumsal şiddetin ve unutturulmak istenen tarihin hatırlanışına dönüşür. Kurgusuyla kişinin anılarının toplumsal felaketlerle nasıl kesiştiğini gözler önüne serdiği gibi edebi olarak da farklı bir anlatı sunmaktadır.

Benzer şekilde İlk Önce Kardeşimi Yedim Ben öyküsü, okuru “kimin canı daha değerli?” ve “hayatta kalma meşruluğu nedir?” gibi zor sorularla yüzleştirir. Burada insanlığı reddedilmiş bir varlık aracılığıyla ahlaki çarpışmanın geldiği nokta tartışılmaktadır. 

Havvalar Ormanı ise erkek şiddetiyle yok edilen bir kadının, ölümünden sonra doğa tarafından onurlandırılışını anlatır. Kadının ruhu ve bedeni, şiddetle yok edilse de doğa tarafından yeniden diriltilen bir varlık olarak karşımıza çıkar. Öykü, ormanın erkek terörüne karşı kurduğu adalet metaforuyla dikkat çekicidir.

Öte yandan, kitapta insana ait bir kaygı da işlenir. “Kocaman bir boşluk dünya. İnsan hep serbest düşüyor.” cümlesi öykülerin genelinde yankılanan eksiklik duygusunu somutlaştırır: İnsan, hiçbir zaman tamamlanamayan bir varlık olarak sürekli bir düşüş halindedir. Bu düşüş, bazen annelikle, bazen eş olmakla, bazen de toplumun yüklediği kalıplaşmış statülerle derinleşir. Ve insan, tüm bu eksikliğin ve düşüşün içinde kaybettiği anlamın izini sürerek kökünü aramaya koyulur; kim olduğunu, nereden geldiğini ve neye tutunabileceğini sorgular. Ayakta kalmanın çaresini arar.

Harmancı Karagülle’nin dili, yoğun metaforlarla örülüdür. Doğum, kan, anne gibi imgeler tüm öyküleri birbirine bağlayan ontolojik bir leitmotiv gibi kullanılmıştır. Dil, yer yer şiirsel bir yoğunluk kazanırken, yer yer de keskin bir ironiye yaslanır. Kısa ve ritmik cümleler, karakterlerin içsel gerilimini daha da görünür kılar. Bilinç akışı ve iç monolog tekniklerinin kullanımı, okuru karakterlerin zihinsel dünyasına doğrudan taşıyarak kurguyu soyut bir düzleme taşır.

Eser, günümüz okuyucuları için bir yüzleşme alanıdır. İnsanın, toplumsal konumuna, uğradığı şiddete ve belleğin hassaslığına dair açtığı tartışmalarla yazarın öykücülüğünü öne çıkarır.

Editör: Melike Kara

Visited 3 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version