Sadık Özkan
Bu akşam da şehir tiyatrolarında son perde, Keşanlı Ali’nin bileklerine takılan kelepçeyle kapanmış, seyirciler oyuncuların performansını ayakta alkışlayarak birer ikişer terk etmişlerdi salonu. Yaklaşık bir aydır sahneleniyordu bu oyun ve her defasında Ali Efendi bambaşka bir final sahnesi yazıyordu kendi hayal dünyasında. İsim benzerliğinin dışında ortak ne çok yönleri vardı, ikisi de şehrin varoşlarında hayatta kalma mücadelesi vermiş, ikisi de suçsuz yere cezaevine girmiş, ikisi de sevdiği kadına kavuşamamıştı. Keşanlı karakterini bu kadar kendisiyle özdeşleştirdiğinden olsa gerek, hayalinde hep bir mutlu son vardı Ali Efendi’nin. Varoşlarda hayat acımasızdır, iklim serttir, kaya olsanız kâr etmez bazen. Ali Efendi yirmisine yeni basmış yağız bir delikanlıydı cezaevine ilk adımını attığında. Soyulan kuyumcunun önünden bile geçmemiş, o gece evde tek başına radyoda çalan sevda türküleri eşliğinde, yüreğinde bir kor ateş gibi taşıdığı Ayşe’sini düşünerek iki tek atmıştı. Hırsızların kaçarken yaraladığı polis memuru, kaldırıldığı hastanede bir hafta yoğun bakımda kaldıktan sonra şehit düşmüştü. Meramını anlatmak istedi ama şahidi olmadığı için üzerine atılan iftirayı ne karakoldaki polis amirine ne de sonrasında mahkemede gördüğü savcıya anlatabildi. Dile kolay ömre zor yirmi beş koca yıl yattı cezaevinde, hayallerini, sevdiği kadını, gençliğini ardında bırakarak… Çıktığında hiçbir şey aynı değildi artık, uzunca bir süre iş aradı ama bulamadı. Umutsuzca şehrin sokaklarını arşınladığı bir gün, kapıda yazan ilana ilişti gözü, tiyatroya temizlik görevlisi aranıyordu. Oldukça kısa süren işe kabul görüşmesinin ardından şehir tiyatroları serüveni başlamış oldu. Sabahları erkenden geliyor, her yeri temizledikten çöpleri boşalttıktan sonra öğlen yemeğini telefon kulübesi büyüklüğündeki odasında yiyor ve saat üç matinesini izlemeye koyuluyordu. Lüküs Hayat, Cibali Karakolu, Kanlı Nigar ve Yedi Kocalı Hürmüz sevdiği oyunlardı ama Keşanlı Ali Destanı’nın ayrı bir yeri vardı onun için. Hikâyeleri benzerdi bir kere, her ikisi de haksızlığa uğramış, sevdiğinden ayrı düşmüş iki mert delikanlıydı. Farklı olarak Keşanlı Ali cezaevinden çıkınca mahallesine muhtar seçilip bozuk düzene meydan okurken Ali Efendi sessiz sedasız kendi kabuğuna çekilmişti. Şehir Tiyatroları ile tek göz oda evi arasında mekik dokuyordu gönüllü olarak. Sahne tozu yutmak onun için bir deyim olmanın ötesinde hayatın ta kendisiydi artık. Oyunları bir eleştirmen dikkatiyle izler, benim diyen oyunculara sufle verecek kadar ezbere bilirdi replikleri. Kulisteki duvarda asılı duran, “Tiyatro, insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır.” sözünü anlayamamıştı önceleri. Ne zaman ki Keşanlı Ali Destanı oyunu sergilenmeye başlandı, o zaman anladı ki aslında hayatın kendisi bir tiyatro sahnesiydi ve zaman, her zaman mutlu sonu yazmayan en usta yazardı.
- Selma Hangül’den İnsan Olmanın Ağırlığına ve Bir Umut Işığına Tutunan Ruhların Dokunaklı Hikâyesi: Gölgesiz Ağaç - 29 Mayıs 2025
- Zaman - 28 Mayıs 2025
- Çok Yönetmenli Oyun - 27 Mayıs 2025