Yazar: 11:11 Öykü

Yeşillikler Boyunca

Boyunca yeşil otların arasına uzanmış, görünmüyor. Bir kuş kondu ayakucuna. Yırtık çoraptan çıkmış başparmağını gagalıyor. Sanki bir gülümseme alacak gibi dudaklarını ısırıyor. Günahkâr o. Burada böyle yatacak; yemeyecek, içmeyecek, gülmeyecek, uyumayacak, yaşamayacak. Kefaretini ödeyince yüce Tanrı, “Vaktin geldi, ödedin bütün günahlarının bedelini, haydi!” diyene kadar. O uzanıyor, kimse görmüyor. Ama geceleri, geceleri durmuyor; kalbindeki isyan haykırıyor: “Tanrım, beni affet!” Tanrı, elbette cevaplamıyor.

Başında üç beş adam. Önceki gün geldiler, baktılar ve gittiler. Ertesi gün yine geldiler, baktılar ve gittiler. Bir gün önceki günden önceki gün de gelip bakmış, gitmişlerdi. Bu defa elinde telsiziyle göbekli bir polis, yanında asker tıraşlı; saçlarına jöleyi boca etmiş genç bir üniformalı ve dün ya da önceki ya da evvelki gün, tekmeleyerek onu kaldırmaya çalışan ince bıyıklı, sivri burunlu adam. O, gözleri yumulu ne göbekliyi ne kendini tekmeleyeni ne de jöleliyi görmüyor. Göbekli olan soruyor:

“Adın ne? Ne yatıyorsun burada?”

“Komutanım, ben de kalk dedim, kalkmıyor,” diyor ince bıyıklı, tiz bir sesle.

Göbekli, ters bir şekilde bakıyor.

“Ne komutanı lan, askerde miyiz?”

“Askerde değiliz komutanım, mezarlıktayız.”

”O zaman öyle davran.”

“Peki komutanım, pardon amirim!”

 “Ölmüş olmasın?” diye soruyor göbekli olan.

“Allah korusun komutanım, pardon amirim, ölü değil.”

“Nereden anladın, dokundun mu, baktın mı?”

“Yok amirim dokunmadım valla, elimi sürmedim.”

“Eee nereden anladın?”

“Geceleri efendim. Geceleri bağırıyor.”

“Bağırırken ne diyor?”

“Tanrım, beni affet diyor!”

Mezar üstünde yatana gözlerini çeviriyorlar. Göbekli, ayağıyla hafifçe dürtüyor yatanı. Hafif bir rüzgâr esiyor ve o rüzgâr, burunlarını sidik ve bok kokusuyla dolduruyor. Genç polis, ağzını ve burnunu kapatıp, öğürerek oradan uzaklaşıyor.

Göbekli polis, yüzünü ekşiterek:

“S…min delisi, altına yapmış,” diyor.

“Komutanım, pardon amirim, kalkmadan yatıyor dört gündür. Nereye yapacaktı ki, tabii altına yapacak,” diyor ince bıyıklı. Sinsi bir sırıtma yayılıyor yüzüne.

“Kimin mezarı bu? Sahiplerini aradınız mı?”

“Aradık efendim, aradık ama ulaşamadık.”

“İsmi neymiş ölünün?”

“Güntaze Fidan, yirmi sekiz yaşında, genç bir kadın.”

“Güntaze mi?”

“Evet komutanım, amirim.”

“Allah Allah, isim yabancı değil… Aslında çok yabancı bir isim, ondan bir kere duyunca unutulmuyor.”

“Taze mezar efendim, üç aylık.”

“Bir dakika… Bu ismi hatırlıyorum, kendini asmış mıydı, atmış mıydı, neydi intihar etmişti birkaç ay evvel.”

İlerde duran genç polise sesleniyor:

“Lan manken, başka meslek bulamadın da polis mi oldun? Gel hele gel.”

Genç polis, tıslayarak ettiği küfürlerle yanına yaklaşıyor.

”Buyur amirim.”

“Lan oğlum, sen niye polis oldun? Neyse, şu kendini asan kadın vardı ya, üç beş ay evvel. Güntaze’ydi adı.”

“Güntaze Fidan. Yavşak kocası kadını köyden getirip sahip çıkmamış, aldatmış, o zavallı da çaresizlikten asmıştı kendini.”

“Bu üstünde yatan dümbük kocası mı, bak hele.”

“Vallahi amirim, adamı hatırlamıyorum. Genç, yakışıklı bir adamdı. Ağzını bıçak açmıyordu, “Şoktan,” demişti doktor. Ama konu komşusu ona küfürler belalar yağdırıyordu. “Ağlamıyor, seviniyor kadının öldüğüne,” diye.

“Bak bakayım, telefondan bulabilecek misin dosyasını? Fotoğrafları vardır muhakkak.”

Genç polis, elindeki telefona bakarak bir süre uğraşıyor. Bulabildiklerini amirine gösteriyor. Uzun uzun ekrana bakıyorlar birlikte. Ekrandaki fotoğrafta gece karası saçlı bir kız, gözleri ışıl ışıl yanıyor. Omzunda bir el var. Elin sahibinin kar beyazı suratında, iki zeytin çekirdeği gibi duran siyah ince gözler. Çapkın bir gülümseme, yanağına kondurduğu gamzelerle birlikte. Gençlikleri, tazelikleri, birbirlerini sevdikleri her hallerinden belli.

İnce bıyıklı mezarlık görevlisi de kafasını sokuşturuyor, görebilmek için. Ekran kilidi kapanıyor.

Mezarın üzerinde yatan, saçı sakalından yüzü görünmeyene yanaşıyorlar. Kokudan midesi bulanan genç polis uzaklaşıyor. Göbekli ve ince bıyıklı, yüzünün her milimini inceliyor. Yatan adamın suratı, tebessüm ederken donmuş. Uzun kirpikleri simsiyah. Sol yanağındaki ben, çiçeklenmiş bir çukur gibi sakalların arasında kaybolmuş.

Şişko polis, her santimini incelediği yüzün sahibine arkasını dönüp ilerliyor. Genç polise eliyle “Haydi!” işareti yapıyor.

İnce bıyıklı, peşlerinden koşarak:

“Amirim, ne yapacağız, bu böyle yatacak mı? Alıp götürmeyecek misiniz?”

 “Onun yeri burası, ataması bir iki güne yapılır. O ki gelmiş, bırak şimdiden yerleşsin,” diyor.

Editör: Aydın Kayabaşı

Latest posts by Elif Asma Kurt (see all)
Visited 40 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version