Yazar: 14:00 Öykü

Ustabaşı

Dayamışım sırtımı çınarın koca gövdesine, başım yukarıda, gözlerim çınarın yapraklarında, burnumda toprak kokusu, ellerim toprakta, kalbim huzurda. Derin bir nefes alıyorum, tüm hücrelerim o nefesle beraber açılıyor, dilimde; yitip giden türkülerin pas tutmuş tadı. Ömür dediğin, ağaç ile yaprak arasındaki bağ. Seyrek yaşıyorum bu hayatı, dönüp arkaya baktığımda yarım kalmışlıkların kırıntıları. Oysa hep toplardık biz sofradan kırıntıları, bunu hayata yansıtamadık. Her seferinde yeni dedikçe yeniden dedikçe, yeni görünen yansımalarda boğulduk. Kim bilir bu yansımalar bize tanrı tarafından biçilmiş bir kaftan, olamaz mı? Olabilir elbette. Saçma haller fabrikasında işe başlamışım, haberim olmadan hem de, kiminle iş görüşmesi yaptım hangi ara evrakları teslim ettim bilmiyorum. Bir baktım mesai başlamış, tepemde de bir ustabaşı, henüz tanışmadık kendisi pek yüzünü göstermeyi sevmezmiş, şimdilik onun buyruğu altındayım, o ne derse o oluyor. Süresiz iş sözleşmesinden de imzalamışım, bak sen şu işe. “Olacaklardan bir haber yaşıyorsunuz gençler,” diye bir ses yükseldi caddeden, sonra durdum. Aslında baya durmuşum sonradan fark ettim, olacaklardan bir haber yaşıyoruz evet, ama ya haberimiz olarak yaşasaydık o zaman da şu anki gibi mi yaşardık? Çok karışık bir şeymiş gibi geliyor, ama değil. Farkında olarak yaşasaydık o zaman bir farkı olur muydu? Galiba öncelikle şu anki durumları bir ayıklamak gerekiyor diye düşünüyorum. Mesela ilk olarak hep sonrasında ne olacak diye düşündüğümüz an dediğimiz o halleri yaşayamıyoruz, o zaman da bunun bir sonu gelmiyor eğer bilseydik bu sefer hep en sonunu görmek isteyecektik böylelikle de adım atacağımız olsa bile atmayıp yerimizde sayacak olurduk, en azından şimdi korkarak bile olsa adım adım ilerlemeye çalışıyoruz. 

Ustabaşı verdiğim bu cevaptan tatmin olmadı ki ses etmedi hiç. Fabrikadaki işimden kovar mı acaba diye düşünmedim değil hani. Yüzünü görsem en azından tahminlerde bulunacağım ne düşünüyor diye ama o da yok. Çaresiz bekleme sancıları devam edecek gibi duruyor. Bir sonraki ses nereden ne zaman gelecek bilmiyorum tabii, beklemek her daim sıkıcı olmuştur ama ben idmanlıyım, balık tutmayı çok sevdiğimden mütevellit beklemek benim için oldukça sıradan bir eylem haline dönüşüyor… Çok bekledim galiba mesai bitmiş, eve dönmek üzere yola koyuldum, hava orta şekerliden hallice yürüsem açılırım gibi, aklıma dedemin söylediği cümleler düşüyor birden. Hayat herkese eşit davranıyor, ama bunu anlamamız için zaman geçmesi gerekiyor. Oysa herkes eşit. Görünen bütün ağaçların kökünde toprak var, kesilen ağaçların kökü hâlâ toprağa bağlı. Sanırım apartmanın önünü kapattığı gerekçesiyle kesilmeye mahkûm olan ağaç bu cümleleri getirdi aklıma. Dedem görseydi kesildikten sonra hemen gider toprağın köküne bakar ve bıyık altı sırıtırdı. Bilirdi çünkü kökü toprakta ve nihayetinde gökyüzüne doğru ulaşacaktı. Eve vardığımda direkt olarak uyumak istedim. 

Sabah fabrikaya girdiğimde ustabaşını aradı gözlerim, göremedim. Nasıl olsa yanıma gelir düşüncesiyle kendimi rahatlatsam da içimdeki tedirginliğe engel olamadım. Huzursuz hissettim kendimi, oysa böyle hissetmeme sebep bir şey yoktu somut olarak. Ama işte soyut olarak olması yetiyordu huzursuz olmama. Ustabaşı anlamış olacak ki çay göndermiş bana çırakla. İyi geldi doğrusu, temiz hava bir de çay eşlik edince güzel denklem. Kendimi iyi hissetmediğimi söyleyip attım kendimi dışarıya, başım vücuduma ilk defa bu kadar ağır gelmişti, ayaklarımda bir o kadar hafif, bu zıtlık beni çok şaşırtıyordu. Alışık değildim böyle reaksiyonlara, aklıma ilk geleni yapıp kendimi deniz kenarında buldum. Çocukluktan beri bildiğim beynime kazınmış olan, deniz havası iyi gelir düşüncesine sığınmıştım. Bir yandan derin nefes alıp burnumun deliklerinden ciğerime dolan deniz havasının tadını çıkartmaya çalışıyordum, diğer yandan ise başımın kendi ağırlığına gelmesini bekliyordum. Sanki birazdan ölecekmişim gibi gözlerimin önünden film şeridi gibi geçmişim akmaya başladı, korkmadım desem yalan olur, soğuk soğuk terlemeye başladım. Görmek istemesem bile buna imkân yoktu. Boğulacak gibi oldum, bağırmak âdetim değildir ama o kadar çok bağırmak istedim ki sessizliğimde boğuldum resmen. Sanki bir şey bana bağıramazsın diyordu, sen sessiz kalacaksın, herkes bağıracak içindekileri söyleyecek ve sen sadece susacaksın. O kadar çok konuşmak isteyeceksin ki, susacaksın… …  Sırtımı sıvazlayan bir eli hissetmemle kendime geldim. O an ilk defa ustabaşının yanımda olduğunu hissetmem beni iyi hissettirmişti. “Hadi dedi, git sen hikâye topla biraz.” Nasıl yani hikâye toplamak mı? 

“Evet, neden şaşırdın ki buna?”

“Bilmem beklemiyordum.”

“Hayatta her şeyi beklemezsin zaten, bir bakmışsın içinde bulmuşsun kendini. Hadi git toplanacak çok hikâye, yürünecek çok yol var. Sen sadece yürü, yollar kesişir sonra kendiliğinden ayrılır, o yol ayrımına kadar zaten seninle kesişenlerdir hikâye. Yollar uzun, yollar dar, yollar uzak.”

Bu üç kelime beynime öyle bir yerleşti ki, ben mi yerleştirdim yoksa zaten varlar mıydı? Anlayamadım. Sağ tarafım komple deniz, sol tarafım alabildiğine çınar ağaçları. Elimde ise ustabaşının imzaladığı istifa mektubu.

Latest posts by Ceyhun Yağmurlar (see all)
Visited 29 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version