Yazar: 21:51 bi' onluk, Kitap

Tolstoy’un Diriliş’inden 10 Ders!

Diriliş, Tolstoy’un son büyük eseri. Ve bana göre eserleri arasında en az Savaş ve Barış ve Anna Karenina kadar önemli olan, fakat ne yazık ki onların gölgesinde kalmış bir romandır.

İş Bankası Kültür Yayınlarının baskısından okuduğum bu roman için, yayınevi şu notu düşmüş.

1899’da yayımlanan Diriliş Tolstoy’un yaşadığı sırada çıkan son romanıdır. Tolstoy, yıllarca üzerinde düşündüğü ve pek çok kuramsal eser yazdığı insanlık sorunlarını bu kitapta edebi bir kurgu içinde ele aldı. Diriliş sadece Sibirya’ya giden bir mahkûm kafilesinin yolculuğunu değil, yaşamın anlamını kavramak adına kişinin kendini yeniden var etme sürecini anlatan bir başyapıttır.

Tolstoy’un ölümüne yakın yoğun fikir çatışmaları yaşadığını ve bu dönemde evden kaçmaya teşebbüs ettiğini biliyoruz. [1] Bu teşebbüsünden on sene sonra da gerçekten evden kaçacak ve bu kaçış onun ölümüyle sonuçlanacaktır. Tolstoy, Diriliş‘te Nehlüdov’un üzerinden bize kendi yaşamından ve zihnindeki fikir çatışmalarından açıklamalarda bulunmuştur aslında. Bu bakımdan elimizdeki eser yazarın bir diğer itiraflarıdır. [2] Hacimli bir eser olan bu kitapta yazar sık sık tartışma konularına dahil olmuş ve eseri didaktik satırlarla süslemiştir. Bu on dokuzuncu yüzyıl romanlarında sık sık karşımıza çıkan bir özellik olsa da, Tolstoy buna nadiren başvuran bir yazardır. Fakat Diriliş‘te önceki çalışmalarına göre didaktik satırlar fazladır.

Sanırım şu notu da paylaşırsak okuyucu biraz daha meraklanacaktır: Büyük Yazar bu romandan sonra bağlı olduğu Ortodoks Kilisesinden aforoz edilmiştir.

On maddede topladığım alıntılara geçmeden önce okuduğum çeviri Ayşe Hacıhasanoğlu’na aitti. Gayet temiz, güzel bir çalışmaydı. Okuyacak olanlara bu çeviriyi öneririm.

O zamanlar önünde sonsuz olanaklar bulunan, canlı, özgür biriydi. şimdi ise aptal, boş, amaçsız ve hiçbir anlamı olmayan bir hayatın ağlarına kıskıvrak yakalanmış hissediyordu kendini.

Her insan, bir işi yapabilmek için bu işin iyi ve önemli bir iş olduğunu kabul etmek zorundadır. Bu yüzden de insan hangi durumda olursa olsun yaptığı işin kendisine önemli ve iyi görüneceği bir yaşam görüşü oluşturur mutlaka.

İçinde yaşadığı o unutma halini artık yitirmişti, olanlar konusunda pırıl pırıl bir bellekle yaşamak ise son derece can yakıcıydı.

İnsanlar ırmaklar gibidir: hepsinde su aynı sudur, her yerde birbirinin aynıdır, ama bir ırmak dar, hızlı, geniş, sakin, temiz, soğuk, bulanık, ılık olabilir. İnsanlar da böyledir. her insan içinde tüm insan özelliklerinin ilk belirtilerini taşır ve zaman zaman bu belirtilerin bazılarını, zaman zaman da diğerlerini gösterir, sık sık da her şeyiyle aynı kaldığı halde kendine hiç benzemeyen bir insan olur. Bazı insanlarda bu değişiklikler çok keskin biçimde ortaya çıkar.

Hayat, yapmak zorunda olduklarımızı yapmamızdan başka bir şey gerektirmez.

Bu adamın ölümünün insanlarda uyandırdığı tek duygu, çürüyecek olan bu bedeni ortadan kaldırmak için gerekli koşuşturmaların yarattığı sıkıntıydı.

Bütün mesele, insanların, insana karşı sevgi gösterilmeyecek durumlar olduğunu düşünmeleridir. Oysaki böyle durumlar yoktur. Eşyalara karşı sevgisiz davranılabilir: Sevgisiz ağaç kesilebilir, tuğla yapılabilir, demir dövülebilir; ama tıpkı arılara karşı dikkatsiz davranılamayacağı gibi insanlara karşı da sevgisiz davranılamaz. Arıların böyle bir özelliği vardır. Onlara karşı dikkatsiz olursan, onlara da kendine de zarar verirsin. İnsanlara karşı da durum aynıdır. Başka türlü de olamaz zaten, çünkü insanlar arasındaki karşılıklı sevgi, insan hayatının temel yasasıdır.

İnsanlar kendilerine değil başkalarına inandıkları için çeşit çeşit din var. Ben de insanlara inandım ve taygada gibi yolumu şaşırdım, hem öyle bir şaşırdım ki bulabileceğimi ummuyordum. Çeşit çeşit tarikatlar. Her inanış bir tek kendini över, göklere çıkarır. Bak işte hepsi de kör enikler gibi dağılıp gittiler. İnanç çok, ama ruh bir tanedir. Sende de, bende de, onda da. Demek ki her birimiz kendi ruhumuza inansak hepimiz birleşmiş olacağız. Her insan kendine inansa herkes bir araya gelecek.

Tüm insanlar kısmen kendi düşüncelerine, kısmen de başkalarının düşüncelerine uygun olarak yaşarlar ve hareket ederler. İnsanlar arasındaki en önemli farklardan biri, insanların ne dereceye kadar kendi düşüncelerine, ne dereceye kadar başkalarının düşüncelerine göre yaşadıkları konusunda ortaya çıkar. Bazı insanlar çoğunlukla kendi düşüncelerinden bir zekâ oyunu olarak yararlanırlar, kendi akıllarını aktarma kayışı çıkarılmış bir çark gibi görürler, davranışlarında başkalarının düşüncelerine, geleneğine, yasasına uyarlar; diğerleri ise kendi düşüncelerini bütün davranışlarının en önemli harekete geçirici gücü sayarak hemen hemen her zaman kendi akıllarının istediği şeylere kulak verirler ve ona uyarlar, ancak arada sırada da başkalarının kararını uygun görürler, tabii ki bu kararı eleştirdikten sonra yaparlar bunu.

Bence eğer işimizi yapmak istiyorsak, bunun birinci koşulu, hayal kurmamak, her şeyi olduğu gibi görmektir. Halk kitleleri için her şeyi yapmak ama bu kitlelerden hiçbir şey beklememektir; kitleler bizim etkinlik konumuzu oluştururlar, ancak şimdiki gibi ilgisiz oldukları sürece emektaşımız olamazlar. Bu yüzden de onları hazırladığımız gelişme süreci gerçekleşmediği sürece bu kitlelerden yardım beklemek son derece hayalci bir davranış olur.


Visited 87 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version