ÖNSÖZ
Okurken, kitabın kenarına ya da boş bir sayfasına mutlaka kitap, öykü, paragraf veya cümle hakkında bir şeyler yazarım. Son üç senedir alışkanlık hâline geldi. Her kitap içinde notlarım olmasa da genelinde vardır. Bu notları, 24 Haziran 2021 tarihinden itibaren genişleterek Mahal’de yayımlamaya karar verdim. Zira bu notlar kimi zaman inceleme veya denemeye kadar varabiliyor. Umarım okuyucu sıkılmaz.
Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar (Casanova, Stendhal, Tolstoy), Zweig – 24.6.21
Tolstoy üzerine yazılmış bütün metinleri büyük bir ciddiyet ve merakla okuyorum. Daha önce birçok defa bu dehaya, bu konta dair makale, inceleme, biyografi okusam da önünü alamadığım bir dürtüyle, saygı ve istekle yine kendimi Tolstoy’a dair yazılmış yazıların büyüsüne kaptırıyorum. Hele de yeni bir bilgi okursam, öğrenirsem ne mutlu bana.
Mesela bu kitapta, Zweig, Tolstoy’un bisiklet meselesini açarak, “Altmış yedi yaşına geldiğinde bir de bisiklet sürmeye merak salmıştı, yetmişinde patenlerini giyip buz pistinde rüzgâr gibi uçar, sekseninde bir jimnastikçi gibi her gün kaslarını çalıştırma egzersizleri yapardı ve seksen iki yaşına geldiğinde bile, ölümüne bir adım kala kısrağına atlar, dörtnala bir kilometre gittikten sonra at aniden durduğunda ya da şahlandığında öfkeyle kırbacını şaklatırdı,” diye anlatıyor. Yaşama böylesine bağlı ve güçlü bir profil olarak çağdaşlarından ayrılan Tolstoy’un hiç ölmeyecekmiş gibi, ama ölüm korkusunu da daima içinde yaşadığını bir kez daha, bir kez daha okuyorum bu kitapta.
Günümüzde yazarlar biraz daha savruk yazıyorlar galiba. Bir öykü yazan öykücü, belki de başka bir öykü yazana kadar eline kalemi almıyor. Romancı, roman bittikten sonra bir diğer romana başlayana kadar. Belki de çağımızda en istikrarlı yazarlar gazetecilerdir. Onların da adının başına yazar değil, gazeteci ekliyoruz. Tolstoy, bir roman veya bir öykü yazarken gazetelere ve dergilere de makaleler yazmayı ihmal etmiyordu. En ağır yazı işçilerinden biriydi Tolstoy. Zweig, Tolstoy’un yazarlık tutkusu için, “Tolstoy’un el yazmaları onun kesinlikle bir şeyi üstünkörü karalamadığını, aksine en yüce, en sabırlı, en çalışkan işçilerden biri olduğunu ve dünyayı anlattığı o muazzam fresklerin her birinin dikkatle ve büyük bir titizlikle gerçekleştirilen milyonlarca gözlemin içinden seçilmiş, biraz rengi olan, yan yana dizilmiş, sayısız taştan oluşan sanat ve emek şaseri bir mozaik olduğunu kanıtlar,” der. Ekleyerek, “Tolstoy da ilk çağların ozanlarının, mezmur şairlerinin ve tarihçilerinin efsanelerini anlattıkları gibi anlatır, insanlar arasında henüz sabırsızlığın kol gezmediği, doğanın varlıklarından henüz ayrılmadığı, insanların icat ettiği bir sınıf düzeninin kibirle ve insanı hayvandan, bitkiyi taştan henüz ayırmadığı ve şairin en küçükten en güçlü şeye kadar aynı saygıyı, aynı yüceliği gösterdiği dönemlerde olduğu gibi anlatır,” diye sürdürür.
Tolstoy’un doğayı anlattığı o anlatıların büyüsüne kimi zaman kendimi kaptırırım. Okuduğum bir paragraflık anlatının ardından sırüstü uzanır, gözlerimi kapatırım. Bir fresk canlanır gözümde. Tolstoy’un betimlediği, gözümde canlanan o muazzam görüntü. Savaş ve Barış’ın öncüsü diyebileceğimiz Sivastopol romanındaki gündoğumu tasvirini eklemek istiyorum. “Ve tıpkı önceki günlerde olduğu gibi, Sapun Dağı’nın üzerinde gök balkıyor, yıldızlar göz kırpmaz oluyor, ışıltıları soluyor, gürleyip duran karanlık denizin üzerinden sis çekiliyor, doğu ufkunu şafağın kızıltıları kaplıyor, uzun şeritler halindeki bakırsı bulutçuklar açık mavi ufukta dört yana dağılıyor ve yine hep olduğu gibi bütün gücü, göz alıcılığıyla güneş deniz ufkunda yükselirken, dirilen tüm dünyaya sevinç, sevgi ve mutluluk vaat ediyor.”
Yeni bir bilgi edinirsem ne mutlu bana demiştim… Bu kitapta daha önce bilmediğim bir bilgi öğrendim. Tolstoy evden üç kere kaçmış. Çünkü o zamana kadar inkâr ettiği tanrısını arama yoluna düşüyor. İlki 1884, ikincisi 1897 yılında. Sonuncusu da ölümüyle sonuçlanan yolculuğu. İkinci kaçışında karısına şu mektubu bırakıyor. “Kaçmaya karar verdim, zira birincisi geçen yıllar boyunca yaşadığım bu hayat tarzı nedeniyle kendimi gittikçe adeta boğulmuş hissettim ve artan bir şiddetle yalnızlığı özledim, ikincisi çocuklar artık büyüdü ve benim evdeki varlığıma gerek kalmadı. Önemli olan -altmış yaşına geldiğinde ormana kaçan Hintliler gibi- her dindar insanın yaşlandığında son yıllarını şakayla, oyunla, dedikoduyla ve tenis oynayarak değil, Tanrı’ya adayarak geçirmek istemesidir. İşte şimdi benim ruhum da yetmiş yaşına geldiğim şu sıra bütün gücüyle vicdanımla uyum içinde yaşayabilmek için ya da -bunu tam başaramazsa- hayat ve inanç arasındaki çok açık bir şekilde görülen, adeta bağıran bu çelişkiden kurtulmak için huzur ve yalnızlığın özlemini çekiyor.” Ancak çok geçmeden eve dönüyor. Sonra haykırıyor. “Bana bir inanç armağan et, Tanrı’m.”
Orhan Kemal’in Dünya Evi romanında Tolstoy ile ilgili romantik düşüncelerim şöyle özetlenir. “Bu kitabı Tolstoy yazmış. Koca Tolstoy. Bir dev. Dünyanın en büyük yazarlarından. Bir Tolstoy olabilmek!”
Döngel Dünya, Ethem Baran – 25.6.21
Bir öykü, bir başka öyküyü hatırlatır. Bunda çok öykü okumuş olmanın etkisi büyüktür muhakkak. Ve tabii yıllardır öykülerde neredeyse tüm konuların yazıldığı da etkilidir. Ethem Bey’in bu öyküsü (Göğün Yenisi), İshak Edebiyat’ın yöneticilerinden ve Cıs isimli güzel bir öykü kitabı bulunan Hakan Bey’in Zincir adlı uzun öyküsünü anımsattı bana. Konusu benzer. İşleyiş farklı. Orada, şehre yeni gelen biri. Burada da şehre gelen bir kuş. Yine gizemli bir hadiseyle bir kuş firarı. Ama dediğim gibi orijinal konu tükendi -gibi. Her konu defalarca yazıldı. Ve yazılıyor. Korkarım ki bir süre sonra işleyişler de birbirine benzeyecek. O zaman edebiyat, Tolstoy’un, “Bütün mutluluklar birbirine benzer,” dediği gibi birbirine mi benzeyecek? Korkarım ki. Öyle olursa, “Yazmasam deli olacaktım,” diyen Sait Faik’in izinden gitmek isteyen bizler, sahiden deli mi olacağız?
Yöremiz Efsaneleri, Abdullah Toroslu – 29.6.21
Efsaneler, destanlar ve mitler; bir milleti, bir bölgeyi ayakta tutan sözlü veya yazılı edebi ürünlerdir. Bugün bile hâlâ dilden dile, kulaktan kulağa, yazıdan yazıya aktarılıyorsa kimse sırt çeviremez. Yabancı ülke yazınlarında efsane ve destanlardan yazarların ne kadar etkilendiklerini okuyor ve görüyoruz. Bizde birtakım yazarların, grupların bu efsanelere sırt çevirdiklerini, bunlardan utandıklarını büyük bir üzüntüyle görüyorum. Sırt çevirmek, yok saymak büyük saçmalık; neyden utanıyor, intikam alıyoruz: insanlardan mı? Geçmişte de, bugünde de, gelecekte de bu insanlar yine bu insanlardır.
Sputnik Sevgilim, Haruki Murakami – 29.6.21
Gerçekten Murakami ile tanışma kitabının hayal kırıklığı yaratmasını beklemiyordum. Belki yanlış kitap belki de genel olarak eserlerindeki kurgu, dil ve işleyiş böyle. Ama şunu net söyleyebilirim ki bizde Türkiye piyasasına bile doğru düzgün açılmamış daha iyi yazarlar var. Bu, kesin, kesinlikle böyle.
***
30.6.21
Sumire’nin ortadan kaybolmasıyla bir tık daha iyi olmasına karşın istediğimi alamadım. Bir insan bir romandan ne isterse onu.
Veba Geceleri, Orhan Pamuk – 3.7.21
Bu kadar eleştiri karşısında nasıl objektif olacağımı düşünüyor ve korkuyordum. Ancak ben kurguyu sevdim. Tarih kitabı gibi yazılmasından ötürü bir problemim yok, zaten tarih kitaplarını okumayı severim. Dil konusunda da beni aşırı rahatsız eden bir durumla karşılaşmadım. Yer yer çok sıradan, sıkıcı olsa da genel itibariyle bölümler kuru değildi. Kendi içerilerinde heyecanlı; mantıklı bir giriş, gelişme ve sonuç düğümü vardı. Ayrıca bu kitapta da Tolstoy ile karşılaşmanın şaşkınlığını yaşadım. 1899-1901 yılları arasında Çin’de yaşanan Boxer Ayaklanması olarak bilinen olaylar hakkında şöyle bir paragraf var. “Abdülhamit’in simgesel olarak destek verdiği işgalci orduların karşı vahşetine, acımasızca akıtılan kana dünya kamuoyunda açık şekilde bir tek romancı Tolstoy karşı çıkmıştır. Virginia Woolf’un deyişiyle “romancıların en büyüğü”, Rus Çarı’nı ve Alman Kayzer Wilhelm’i yaptıkları katliam için suçlamış, isyan eden Çin halkını savunmuştu.Tolstoy; romancıların en büyüğü...”
- Hayal Otel’de Rezervasyon Yaptırmak İçin Tıklayın | Hayal Otel Kitap İncelemesi - 29 Eylül 2024
- Evlilik Üzerine Bir Düşünce - 1 Ekim 2023
- Siyasi Faruk veya Vatanını En Çok Seven Ümit Besleyenlerdir - 5 Eylül 2023