Yazar: 18:00 Deneme

Nietzsche ve Tarantino Arasındaki Nihilizm ve Şiddet

Alman filozof Friedrich Nietzsche, “Şen Bilim” adlı kitabında şunu yazar: “Bilim ve akılcılıkla örtülen modern yaşamın yüzeyinin altında, merhametten eser kalmayan barbarlık dürtüleri yatmaktadır.

Nietzsche’nin bu sözünde bahsettiği, görelilik ve tesadüf kavramlarına dayanan felsefesi, Tarantino’nun sinemasıyla kesişir. Öyle ki zemin aynı görünür ve iki yazar, eserlerini yazan da Tarantino’dur, sanki aynı dünyadan geliyormuş gibi görünür. Nietzsche, modern insanın kötü yanının bir bilgelik ve bilim maskesinin arkasında saklandığına; onun akılcılık ve aydınlanma iddiaları ile kötü niyetleri ve kana bulanmış ruhu arasındaki bariz çelişkinin kendisinin krizinin bir parçası olduğuna inanıyordu.

Modern çağın ve ötesinin insanı, medeniyetini her bağlamda göstermekten yorulmayan, bıkmayandır. Ama bu medeniyetin maskesinin arkasında öyle ya da böyle o katil var. Nietzsche’nin bize bahsettiği ve İngiliz filozof Thomas Hobbes’un ölümsüz cümlesiyle kendisinden önce ilan ettiği barbar güçler var: “İnsan, insanın kurdudur.”

Nietzsche’ye göre insan dünyasında sempati ya da acıma yoktur, varsa da yalnızca kendisine ait olanla birlikte ortaya çıkar. Ancak bu sempati, etkilendiğinde veya dikkati dağıldığında da ortadan kaybolabilir, bu da insanın gerçeğini ifade etmediği ve onun oluşumunun ayrılmaz bir parçası olarak görülmediği anlamına gelir.

Bu teorik konuşma, Batı sömürge dalgasının olduğu ve Avrupa’nın kendisiyle savaşa başladığı on dokuzuncu yüzyılda (Nietzsche’nin yüzyılı) Avrupa’daki pratik gerçeklikle doğrulandı. Bu fikir Tarantino’nun dünyasına yakın görünüyordu; zamanla onun şiddet ve mantıksızlık dünyasının katalizörlerinden biri haline geldi.

Tarantino’nun filmleri, fikirle karşıt arasındaki psikolojik manipülasyon barındırır. Bununla birlikte, insanın doğasında suça ve şiddete yatkınlığının olduğu, içindeki şiddet miktarını ancak medeniyet adına gizlediği algısını da taşır. Batı tarihi bu iddiayı kanıtlayan gerçeklerle doludur. Onun bilim ve akılcılık maskesinin arkasına saklanan diğer yüzünü bilmek için 19. ve 20. yüzyıllardaki Avrupa ve Amerika tarihini okumak yeterlidir. Batı bilgi felsefesi paradigmasında moderniteden öteye doğru yaşanan devrim, bilimin, akılcılığın ve yüce insani değerlerin bayrağını yükselten ışıltılı sloganlar ile milyonlarca kurbanı geride bırakan kanlı ve şiddet içeren gerçeklik arasındaki bu çelişkiden kaynaklanmaktadır.

O halde Tarantino’nun filmlerindeki şiddet, kanlı eğilimleri aracılığıyla insan doğasının yozlaşmışlığını açığa çıkarıyor. Bu şiddet genellikle intikam amaçlı ve intikam uğruna motive edilir. Gerçek şu ki Tarantino’nun filmlerinin çoğu intikamla besleniyor. Ancak intikam tek bir biçimde değil, birkaç biçimde olur. “Rezervuar Köpekleri”nde açık bir suç imajı, “Bill’i Öldür”de tamamen kişisel bir imaj, “Zincirsiz” ve “Soysuzlar Çetesi”nde politik bir imaj ve sosyal bir imaj vardır.

Filmlerindeki bazı karakterlerin ortak özellikleri ve diğerlerinde farklılıkları olmasına rağmen Tarantino, intikamı sanki doğanın önemli bir parçasıymış gibi karakterleri için güncel bir tema ve önemli bir itici güç haline getirme konusunda çoktan başarılı olmuştur.

İntikam teması

Tarantino, birkaç yıllık bir aradan sonra intikamı kendi kutlaması haline getirmek istedi ve bu yüzden “Bill’i Öldür” filminin iki bölümüyle geri döndü. Film bir intikam kutlamasıdır, karakterleri daha önceki bir olayın intikamcılarıdır ve intikamları sırasında içlerinden yeni bir intikam doğar.

Film, kızını gözünün önünde öldürerek intikam almak isteyen kadın kahramanla başlar, küçük kıza bakar ve ona yaptığı gibi intikam almaya geldiğinde onu bekleyeceğini söyler. Ardından film, kahramanın intikam almak istediği kişilerin hikâyesini ve bu kişilerin her birinin kendi intikam döngüsünü nasıl başlattığını anlatmaya başlar.

İntikamı kutlayan film, imajı ve içeriğiyle köklü gelenekleri ve zengin tarihiyle Japon toplumunu çağrıştırıyor: Japon sanat tarihi, samuray atmosferi, kostümler, efsaneler, yemekler… Tarantino’nun filmlerinde sanat tarihine değindiği gibi karmaşık sahnelerin bir kısmı Japon animasyon filmlerindeki gibi tasarlanmıştı ve filmde çok şiddetli samuray savaşları da çok hızlı hareketlerle somutlaştırılmıştır.

“Bill’i Öldür” filmi, insan doğasındaki saldırgan eğilimleri en üst düzeyde ortaya koyan intikamcı bir ruh haliyle izleyiciye bu şiddeti kabul ettiren ve bir nevi eğlenceli bir gösteri olarak onunla baş etmeye zorlayan garip bir absürtlük halini bünyesinde barındırıyor. Özellikle Tarantino filmdeki yanılsamayı kırmak için görünmez, çekici bir şekilde vaftiz ederken, filmini başından sonuna kadar izleyicinin filmle bir tür hafiflik veya ciddiyetsizlikle ilgilenmesini sağlayan ruhla sarıyor.

Ayrıca filmde sadece olaylarda değil, Tarantino’nun filmin bileşenleri içinde kurduğu bu tuhaf ve tutarsız karışımda da bir mantıksızlık durumu var. Film, ilk bölümünde Nancy Sinatra’nın, konusunun doğasına uymayan, ünlü, sessiz şarkısıyla, bilgeliğe daha yakın görünen bir sözle (intikam soğuk servis edilmesi gereken bir yemektir) başlıyor. Daha sonra kadın kahraman yalan söylerken son derece doğal bir olay yeri ortaya çıkar ve Bill ona sadist olmadığını ve onu bir kez öldüreceğini söyler, sonra birdenbire dengesiz, beklenmedik ve mantıksız olaylar başlar. Tarantino’nun sunduğu her şey yasalara tabi olmayan bir tür saçmalıkla sunuluyor.

Çekim yöntemi ve açıları, çok mantıklı bir sahneden absürd cinayet sahnelerine geçiş, ardından bir Japon animasyon sahnesi ve oradan absürd danslar ve çıplak ayak eşliğinde çılgın Japon müziğine geçiş, filmde her şey dengesiz ve standartsızdır; bu da bizi Tarantino filmlerinin Nietzsche’nin felsefesiyle paylaştığı ikinci özelliğe getiriyor.

Modern yaşamın saçmalığı ve nihilizmi

On dokuzuncu yüzyılda, Nietzsche’nin yüzyılında materyalist eğilimler güçlü bir şekilde hakim olmuş ve buna metafizik düşüncenin yokluğu eşlik etmiş, daha doğrusu Marx’ın maddenin Tanrı olduğunu ilan ettiği bir dönemde bu düşüncenin artık bir dayanağı kalmamıştı.

Daha sonra Nietzsche, metafizik Tanrı fikrinin ölümünü bildiren ünlü beyanı aracılığıyla bu ruhu kutsallaştırmaya geldi. Bu durum, içinde yaşadığımız dünyanın fenomenleri için açıklayıcı bir çerçeve olarak alınamaz. Bunun sonuçlarından biri, artık güvenilebilecek veya standartlarına başvurulabilecek bir merkezin olmadığı, aksine deyim yerindeyse normatif bir kaosun olduğu, normatif olmayan göreceliliğin tüm alanlarda hakim olmasıydı.

Bu soğuk dünya, kaçınılmaz olarak nihilizmin alanına düşecektir. Nihilizm, bireylerin hayatlarında anlam ve değer eksikliğini anlatan bir terimdir. Yüzyıllardır düşünceye hakim olan, dinden türeyen ahlaki yasama sisteminin yerini yeni bir sistem almadığında, insan nihilizmin tuzaklarıyla karşı karşıya kalacak; mutlak karanlığın ve gerçek değeri olan hiçbir şeyin olmadığı, hayatlarımızın artık hiçbir anlamının olmadığı ve tüm yaşam tarzlarının aynı olduğuyla açıklanabilir. Çünkü yargıların ölçüldüğü kapsamlı bir kriter yoktur.

Tarantino’nun “Ucuz Roman” filmi izleyicileri için bu anlamları canlı bir şekilde somutlaştırıyor. Hikâyelere ve kısa anlatımlara bölünmüş, bulmaca şeklinde yeniden düzenlenmiş uzun bir anlatımdır. Tek bir polisin bile olmadığı bir gangster filmi! Kel kafası bandajlı bir gangsterden cahillere, Avrupa’daki Amerikan fast food markaları hakkında konuşan siyah takım elbiseli gangsterlerden smokinle sabahın erken saatlerinde akşam yemeği partilerine katılan bir sorun gidericiye kadar tuhaf karakterlerden oluşan bir film şeridi. Peki film neyle ilgili? Genel olarak filmin Amerikan nihilizmini konu aldığı söylenebilir.

Tarantino’nun son derece ustalıkla hazırlanmış senaryosu, filmi eşsiz bir marka haline getiren dairesel bir şekle bürünüyor. Açılış sahnesi, çemberin başlangıcı ve sonudur. Hırsızlığın karmaşık olacağından ve kötü sonuçlar doğuracağından korkan iki deneyimsiz hırsız, güvenli hırsızlık için en iyi yerler konusunda uzun ve ilginç bir tartışma yaşarlar. Boş bir tercihle, çalacak en iyi yerin oturdukları restoran olduğuna, çalacak en iyi anın da konuştukları an olduğuna karar verirler. Çemberi başlatmak için tabancalarını kaldırıyorlar.

Tarantino’nun bu filmdeki en ünlü manipülasyonu, filmin neredeyse tüm kahramanlarının açtığı evrak çantasıdır. İzleyici, evrak çantasının içini görmez ama içindekilere hayran kalır. Bazıları çantanın içindekileri dini yorumlarla, bazıları müzikle, bazıları da geleneksel yorumlarla yorumlar.

Bu absürt göndermeler ilk bakışta bu sembolleri eleştiren ya da destekleyen bir tür kültürel anlatı gibi görünüyor. Ancak gerçek şu ki bundan daha derin bir boyut var. Buradaki fikir, bu kişiliklerin hayatlarımızla olan ilişkisinde özetleniyor. Çağımızda dinin yerini alan, etrafımızdaki şeylere anlam kazandıran ve değerini belirleyen popüler sanat ve televizyon programlarının ikonları ve sembolleri. Bu referans noktaları, kendimizin ve başkalarının ne kadar boş ve ölümlü olduğunu anladığımız şeylerdir.

Deri çantada ne var?

Bu soru bir aldatmacadır. Cevap, gerçekten önemli değil. Kendisiyle yapılan bir röportajda Tarantino’ya çantanın içeriği sorulduğunda şöyle yanıt verir: “Çantanın içinde olan şey izleyicinin hayal ettiği şeydir.” Deri çantanın içinde ne olduğu, hiçbir şeyi değiştirmez.

Önemli olan tek şey Marcellus’un bunu istemesi… Eğer Vincent ve Jules’un hayatlarında bir değer ve anlam temeli olsaydı, deri çantanın nihai değere sahip olup olmadığına ve onu geri almak için yaptıkları her şeyin haklı olup olmadığına karar verebilirlerdi. Böyle bir şeyin yokluğunda, deri çanta, tam da Marcellus öyle söylediği için başlı başına nihai bir değer haline gelir ve bu nedenle, ona sahip olma amacına yönelik her türlü davranış, tabii ki cinayet dahil, meşru hale gelir.

Bu tür bir otorite Jules ve Vincent’ın hayatlarında tamamen yoktur. Onun yokluğunda popüler kültür, bu ikisinin iletişim kurabileceği ve birbirini anlayabileceği bir semboller ve referans noktaları kaynağı haline gelir. Filmde herhangi bir yüksek otoritenin yokluğu, polislerin bariz yokluğuyla tasvir ediliyor. Film, insanların vurularak öldürüldüğü, başkalarının uyuşturucu kullandığı, dikkatsizce araba kullandığı bir gangster filmi. Araba kazaları oluyor ama tek bir polis bile yok.

Tarantino’nun filmlerindeki her şey kendi başına anlamsızdır. Yaptığınız şey pekâlâ hayatta kalmanıza ya da ölüme yol açabilir. Güç, hak ve hakikat hepsi görecelidir ve klasik anlamda gerçeklik yoktur, aksine fantezilerimizden, yanılsamalarımızdan, arzularımızdan kendi yarattığımız başka bir gerçekliğimiz vardır. Ortaya çıkan çatışma, gerçekliği kendimize uyarlama arzumuzun bir ürününden başka bir şey değildir. Tarantino’nun filmlerini izleyenlerin ulaşacağı nokta: Para, seks ve güçtür.

Editör: Çisem Arslan

Visited 42 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version