Yazar: 12:19 Deneme

Aklımızın Gerisindeki Çağlarda

İnsanoğlu ilkel çağların anlamsız dönemlerinde bile henüz kör olan duygularını bir kenara bırakıp düşünceye erişmek için çaba harcamıştır. Tarihin yıkıcı dönemleri boyunca pürüzlü yollarda yaşamaya inat eden  insanlar, hayatı daha anlamlı kılmak adına  kendilerine bir gerçeklik üretecek bir çaba içinde olmuştur. Ve o gerçekliğin içinde kendilerine yetecek bir yaşam alanı inşa etmek için uğramıştır. Onca savaş, kıtlık, salgın ve kalabalıkları kırıp geçiren olumsuzluklar karşısında ne denli dersler çıkarıldığına ise tatmin edici bir cevap bulmamız zor olur.

Adları bu sahneden silinmeden önce derin izler bırakmış olan kavimler, sadece kendi ırklarının devamlılığını sağlayabilmek için kendi gerçekliklerini yaratıp yaşamlarını bunun üstüne kurmuşlardır. Tabii bu süreçler içerisinde kendilerinin yarattıkları gerçeklikleri, başkalarının yanlış kabul ettikleri yaşamlar olduğunu da gördük. Doğru kabul edilen yaratımlar, çok insanın felaketi olup neredeyse insanlığın sonunu getirebileceği dönemlere de şahit olduk. Albert Einstein ve Leo Szilard, atom çekirdeğini parçalayıp büyük miktarda enerji açığa çıktığını keşfettiğinde, bu keşfin ne gibi sonuçlar doğuracağını kestiremediler. Japonya’ya atılan iki bomba binlerce insanın ölümüne yol açtı. Bilim adına gerçekliği keşfe çıkan insanlar, kendi türlerindeki varlıkların sonunu getirecekti. Birilerini hayatta tutmayı amaçlayan bilgi, birilerinin sonunu getirdi.

Yürüdüğü yoldan asla sapmayan birey, kendi hakikatine ulaştığı an eriştiğini zannettiği gerçekliği yeterli görür. Ama bunun doğruluk ölçütü, kişiyi, kesinlik kazanmış olan gerçeğine götüreceği anlamına gelmez. Tecrübe ederek veya okuyarak elde ettiğimiz birikim, önümüze çıkacak bütün sorunlara çözüm olacak mı? Bazen tökezlediğimizde önümüze çıkan sorunlar karşısında çaresizlik ile boğuşurken elde ettiğimiz öngörü yetersiz kalır. Hedef olarak belirlediğimiz noktalara karşı tepkide bulunduğumuz eylemler, bizi mutluluk seviyesine  ulaştırır. Çoğu zaman vardığımız sonuç, yaşamı algılama şeklimizle bizi tatmin etse de mutlak gerçeklik ile aramızda ne kadar mesafe kaldığını görmeyişimizdir. Elimizdekiyle yetinip daha fazlasına kör olmamız, olduğumuz yerde yavaşça silinmemize sebep olur. Kendi belirlediğimiz yeterli düzeye ulaşmak, yegâne düzeyi buldurmaz. Ezberlediğimiz düzlükte ilerlerken belki de bir yanılgının merkezine doğru yerleşmeye karar almışızdır. Yanlış yoldaysak uyanmaya, doğru yoldaysak en kabul edilecek gerçeğe ulaşmaya ihtiyacımız vardır.

Bazen sürüler arasında ışığı bulan ve kabilelerini o aydınlığa taşımak isteyen insanlar bir armağan gibi ortaya çıkar. Her şeyi göze alarak, karanlığı yarıp bir mum ışığı yakmak ister. Hallac-ı Mansur, “Enel hak,” (Ben hakikatim) dediğinde kendi ırkından gelen gerici halk, bu felsefeye karşı çıkmış, o dönemde yaşayan alimler bile Hallac-ı Mansur’u kafirlikle suçlamışlardır. Oysa Hallac-ı Mansur, o dönemde cesaret gerektiren yolu, güçlü bir şekilde adımlarken çağın gerisinde yaşayan bütün kesimler buna karşı çıkmış, onu canice katletmiştir. İnsanlara; Allah’a giden doğru yolun insandan geçtiğini anlatmaya çalışmış, bunu da çevresindekilere anlatabilecekleri bir dille ifade etmeye çalışmıştır. Ama karanlıkta yaşamaya alışmış kalabalıklar, mum ışığını söndürüp gerçeğe sırtlarını dönerek zifiri karanlıkta uyumaya devam etmiştir.

Zaman dediğimiz akış, hayatı sürekli bir değişime iter. Yaşam biçimleri, düşünme tarzları ve daha aklımıza gelebilecek bizi var eden temel eylemler, hiçbir zaman aynı kalmayacak şekilde kabuk değiştirir. İnsan iyiyi bulmak adına değişim göstermeli, bir çağı kapattıkça daha ileriyi görebilme arzusuyla yoluna devam etmelidir. Ama vardığımız sonuçlar zıt yönde algılarımızı büyüttükçe daha kötüye gitmeyi keşfettik. Çünkü kolay erişebildiklerimiz, içimizdeki enerjiyi bitirmeye yetti. Artık insanlar bilme eyleminin getireceği iyiyi umursamıyor, ellerinden geldikçe kaçmayı amaçlıyor. İnsan doğrudan uzaklaştıkça daha mutlu olmayı öğrendi çünkü bunun daha basit daha ulaşılır olduğunu gördü. Kötü bellediğimiz eylemler, bazı insanların hayata tutunduğu gerçekliklerini yarattı. Onları tedavi etti, dertlerine çözüm oldu. İyi olmaya yönelmek için, içindeki bütün seçenekleri gözünü kırpmadan yok edebildi. Rengi alınmış bir gökyüzü, kokusunu hissettiğimiz bahçeleri ateşe vermeye yetti. Buna rağmen içi boşalmış kalabalıklara aldırmayıp, umudu olanlara iyi olmayı öğretecek küçük ama fikirleri büyük insanlar da birikti bu dünyada. Her çağda olduğu gibi, kendi dönemlerine ışık tutmaya devam eden bir sürü rehber hayata sunulan bir hediye gibi ortaya çıkmış ve cesaret hünerini sergilemiştir. Etraflarındaki insanların çok azı güneşin ışığını ve bahçelerdeki çiçeklerin rengarenk  kokusunu hissedebildi. Bu bakış açısını en iyi yansıtan Dostoyevski, aklımızın gerisinde kaldığımız çağları en iyi şekilde ifade etmiştir: “İnsan ne kadar çok bilir, ne kadar çok anlar ve ne kadar çok farkına varırsa o kadar yalnızlaşır.” cümlesini Yeraltından Notlar kitabında yazmadan önce hangi psikolojik noktada aklın kırıldığını hissetmiştir? İnsanları çözümleme şekli bu duruma varana dek, ne kadar acı çekmiş olabilir? Zamanın değiştirdiği insanları gözlemleyerek çözüm arayışları içinde olmuş, edebiyat yoluyla insanlara ışık olmayı amaçlamıştır. Ancak bu karşı konulan eylem onu yormuş, umudunu yitirerek içinde bulunduğu aydınlanmanın sadece kendi yüzünü karanlıktan sıyırabileceği kararı almasına sebep olmuştur. Artık kendi kalbimizi insansız bırakacak kadar yalnız kalmayı tercih edecek seviyede bitkiniz. Anlaşılmak, bizi kavrayamayan kalabalığın ortasında kaybolmaktadır. İnsan bildikçe daralan aklın yerini uzun bir aydınlanmaya terk eder. Ama karanlığı yaran ışığı görmeyenler, yolumuzu tıkamakta inat eder. Bunu görebilenler, bir çaresizliğin hüküm sürdüğü daracık alanda yaşamını yalnızlaşarak devam etmeyi kabullenmekten başka yolu kalmadığını anlar. Dostoyevski şöyle devam ediyor  paragrafında:  “Cehalet, mutluluktur. Çünkü insan ne kadar az sorgularsa hayat o kadar kolay olur.” Cehalet,bu çağımızda bile mutluluk getiriyor. Sorgulama yeteneğini yitiren toplumlar, günlük işlerin meşgalesi ile bütün düşünme yetisini kolayca harcıyor. Rahata kaçarak, fikir üretme zahmetinden uzaklaşan günümüz insanı, ezberlenmiş bir hayatı kadercilik anlayışıyla kabullenerek önüne konulmuş boşlukta uyumayı tercih ediyor. İnsanlık ne kadar ilerlerse ilerlesin, hep aklımızın gerisinde yaşamaya devam edeceğiz. Hayatının kirlenmiş suyunu değiştirmeyi başarabilen insanlar, insanlardan uzaklaşmayı hep en iyi seçenek olarak görmüşlerdir.

Federiko García Lorca: “Ölümden korkmuyorum, insanların kalabalığından korkuyorum,” dediğinde, cehaleti, ruhların körelerek doğruya giden yolları yok ettiğini ve insanların düşünmeyi bıraktıktan sonra toplumların çöktüğünü ifade etmiştir. Hangi uygarlığa bakarsak bakalım, doğru yoldan sapmış yokuş aşağıya sürükleniyor. Çürümüş bir geleneğe hepimiz kapımızı açtık. Kültür seviyemizi ölçecek bir kıstas yok artık. Aydınlanan yalnızlığa, körelen karanlığa doğru giden bir kalabalığa karıştık.

Visited 13 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version