Yazar: 17:02 Film İncelemesi, İnceleme

Me and Earl and the Dying Girl Film İncelemesi

“Kötü bir durumun en kötü yanı bize yalan söyletmesidir.’’

Albaya Mektup Yok, Gabriel García Márquez

‘’It was the best of times; it was the worst of times.’’ Film, Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi romanının başlangıç cümlesini ilk sahneye işte böyle usulca yerleştirir: “Zamanların en iyisiydi; zamanların en kötüsüydü.” Alfonso Gomez – Rejon tarafından çekilen Me and Earl and the Dying Girl her şeyden önce parmak uçlarında gezinerek çığlık atmaya çalışacak her hissi aklayan bir yapıt. Zira sessizlik bize göre gerçek hissi duymak için çoğu kargaşadan daha mahirdir. İngiliz mizahıyla trajik bir ölümün sakince buluşmasını izleriz burada, kederimiz arttıkça mizah gücümüz de artar çünkü. Kavuşmadan çok tekmeleşmeye; mutlu olurken itişmeye şahit oluruz filmde. Ve nihayet hayat… Yani geç kavuşulanın zorunlu erken vedası.

Greg ve Earl akranlarıyla tek ortak noktası muhtemelen biyolojik yaşları olan içine kapanık iki ayrıksı dost. Küçüklüklerinden beri kült filmleri severek izlemeleri en sadık boş zaman etkinlikleri. Zaman geçtikçe sadece film izleyicisi olmakla yetinmezler; izledikleri klasik filmleri hem yönetmen hem de oyuncu olarak kısıtlı imkânlar kullanarak bir nevi yapı bozuma uğratırlar. Onlara kendilerince “aptalca” isimler vererek tekrar çekerler. İyi olan bundan sonra kendi elleriyle abes olana dönüştürülür. Filmlerin en iyisi artık filmlerin en kötüsüdür onlara göre. Dolayısıyla aileleri dâhil hiç kimsenin bu kötü (!) filmleri izlemesini istemezler.

Başkahramanımız Greg daha önce kendisiyle bir çift sohbet dahi etmemiş olmasına rağmen kısa bir süre önce lösemi teşhisi konulan okuldan arkadaşı Rachel’ın hastalığıyla -Greg’in annesinin bitmek bilmeyen ısrarları yüzünden- ilgilenecek kişidir. Greg nedense bizlere Rachel’ın ölmeyeceğini film boyunca birinci elden hatırlatır. Bu uyarıya hiçbir sahnede güvenemediğimizi itiraf etmeliyiz zira hatırlatmalar ne kadar güçlü görünürse görünsün bizatihi hatırlatma olması itibariyle insanı kaygıya çeken bilmeceler gibidirler. Bundan dolaydır ki Greg bir gün Rachel’a taze hayal güçlerinin yorumu olarak hakikatler balosunun başyapıtı bir Akira Kurusawa klasiği Rashomon’u hediye eder.

Rachel hastalığının son evrelerinde hastanede yatarken Greg okul mezuniyetine katılmaktan vazgeçer ve yanına uğrar. Yanında Rachel için uzun süredir çekmeye çalıştıkları filmi götürür. Bu yapıtın Greg ve Earl’ün alçak gönüllü geleneklerinin dışında klasik bir kopyası olmayan ilk film olduğunu okuyucularımıza ve sinemaseverlere duyurmak istiyoruz. Sarsılmaz alışkanlıklarının, tanık olunmasına dahi müsaade etmedikleri tercihlerinin güneş görmemiş yüzünü yaşama döndürdükleri kareleri izleriz bu sahnelerde. Kendisinin, Earl’ün ve Rachel’ın annesinin basit, canlı, açık ancak derin davranışlarını kayda almıştır Greg. Ne yazık ki Rachel hasta yatağında genç yönetmen arkadaşının armağanını izlerken rahatsızlanmaya başlar. Hemen sonrasında komaya girer ve yaklaşık on saat sonra hayatını kaybeder. Benzersiz bir an bundan dolayı trajiktir çünkü benzersiz olanın sonlu an’ın içinde değil sonsuz olmasını arzularız.

“Ölmeyeceğini söylediğimi biliyorum. Üzgünüm. İçten içe bir şekilde hayatını kaybetmeyeceğini düşünüyordum. Ama hayatını kaybetti işte.’’ Çaylak yönetmenimiz Greg, Rachel hayatını kaybettikten sonra itiraflarına bu cümleleri sığdırır. Rachel’ın baştan beri hayatını kaybedeceğini izleyiciler olarak biz de biliyorduk ama içten içe hayatını kaybetmeyeceğini düşünüyorduk. Ama oldu işte… Sanatçı bu anlamda yalanlara -mecazlara- her zaman inanmamızı bekler.

Kaynakça

Márquez, Gabriel García. İstanbul: Can, 2024.

Editör: Nisa Demirtaş

Visited 15 times, 7 visit(s) today
Close
Exit mobile version