Hayalimiz, düşüncemiz, bir şeyi tarif edişimiz.
Anlatmamız, dertleşmemiz, söyleşmemiz.
Şarkılarda tekrar ettiğimiz nakarattır kelimeler.
Şiirde histir. Duygularımıza tercüman olur biteviye…
Ağıttır, alkıştır, kargıştır.
Sevinçtir, hasrettir, gönençtir.
Mektupta yazandır.
Anne dilinde ninnidir. Yaratana yakarıştır; duadır.
Göz aydınlığıdır, muştudur.
Gönlün sevgiliye seslenişidir.
İnsanlık tarihi kadar eski olan ve yalnızca âdemoğluna verilen bu haslet, Adem’e isimlerin öğretilmesiyle başlar. İbrahim’i dost edinir, Muhammet’i “OKU’tur”. İlahi kudret muhatap almıştır onları kendine, onların şahsında hitap ettiği bütün bir beşerdir. O’nun adıyla okunur. Kalemle yazmayı öğreten de odur. Dolayısıyla onun buyruğudur okumak, yazmak ve dahi konuşmak. Nedir okunacak olan, kalemle yazılacak ve konuşulacak olan nedir? Kelimelerdir. Esas itibariyle kelimelerin gücü buradan gelir.
Etkili bir cümle, doğru ve yerli yerinde kullanılmış kelimelerle kurulmalı, anlatımı süsleme uğruna özden ayrılmadan, kısa, öz ve anlaşılır olmalıdır. Bu tıpkı bir virtüözün enstrümanından berrak bir ses çıkarmasına benzer. Zira kelimelerin de bir canı vardır ve yerinde kullanılmadıkları zaman bunu hissederler. Hatta bunu kendi dillerince söylerler. Usta bir yazar bu durumu sezebilir.
Kelime ve hayat arasında çok ince bir damar ve sinir ağlarıyla örülü münasebetler vardır. Küçük ses organizmalarından ibaret olan sözleri, hayat kadar mühim yapan da budur. Yerinde kullanılmayan bir kelime ebedi olacak bir mısrayı topal ve sakat yapar. Bundan dolayı sanatkâr kullandığı her kelimenin üzerine titrer. Yahya Kemal bazı şiirlerini 20-30 yılda tamamlayabilmiştir. Türk edebiyatının yetiştirdiği en büyük şair olma vasfını dil konusundaki bu titizliğine borçludur. Türk dili var oldukça onun şiirleri de yaşayacaktır.
Öte yandan edebi metnin amacı okura bir anlam zenginliği sunmaktır. Bunun için yazar metindeki dili günlük konuşma dilinden farklı şekilde kullanır. Kullanılan bu dil, yorumlamaya açıktır.Edebi bir eseri okuyan herkesin farklı yorumlaması ve yine metnin farklı zamanlarda okunduğunda ayrı anlamlar çıkarılması da bundandır. Edebi eserlerde kullanılan mazmunlar ve kelimelere yüklenen yananlam ve mecazlar zihni ve dili besler, zenginleştirir ve kibarlaştırır.
“Doğru kelime ile neredeyse doğru kelime arasındaki fark, ateş ile ateşböceği arasındaki fark gibidir. Söylediklerinizi büyülü kılan şeyler kelimeleri nerede ve nasıl kullandığınıza bağlıdır.” der Mark Twain.
Kullandığınız her bir kelime hayatınızı oluşturur. Kelimelerimiz müspet veya menfi ayırmaksızın beynimizce algılanır, beyin buna uygun tepkiler vermek üzere harekete geçer. Eski kaynaklarda (kadim bilgide) ve dini öğretilerde şükrün nimeti artırdığına vurgu yapılır. Şikâyet edilen mevzularsa sürekli başımıza gelmeye devam eder. Buna benzer bir ibare Mesnevi‘de de yer alır. Şöyle ki: “Bu dünya bir dağdır, bizim işimizse bağırmaktır. Sesimizin yankısı yine bize gelir.” der Mevlâna. Özetle; sözler düşündüğümüzden daha etkili ve güçlüdür.
Türkçe’nin zenginliği ile ilgili:
Berlin Dış İlişkiler Enstitüsü’nce düzenlenen, 60 ülkenin 2500 kelime ile katıldığı bir yarışmada Türkçe “yakamoz” kelimesi dünyanın en güzel kelimesi seçilmiştir. Bu anlamda kullanılan tek kelime İsveççede yer alan, “mangata”dır. Çoğu dilde bu kelimeyi açıklamak için en az bir paragraf yazmak gerekir. Yakamoz hem söyleyiş hem de yüklendiği anlam ile bu dereceyi hak eden bir kelimedir. Bunu şunun için söylüyorum, eskiden Arapça, Farsça, bir dönem Fransızca; şimdilerde İngilizce ağırlıklı Batı dillerinin Türkçemize üstünlüğü konusu zaman zaman gündeme gelir. Buna maalesef bizim aşağılık kompleksimiz çanak tutmakta ve insanımız yabancı kelimelerin ağırlıkta olduğu cümleler kurmayı marifet saymaktadır. Halbuki en kadim, işlene işlene en olgun halini bulmuş olan dilimiz sanatta, teknolojide ve hayatın her alanında kullanılacak zengin ifadelerle doludur. Başka bir zaman yine Türkçe “hicran“ kelimesi dereceye giren bir kelime olmuştur. Güncel Türkçe sözlükte hem ayrılık hem de ayrılıktan doğan onulmaz acı olarak açıklanıyor.
Türkçe, kavramları, durumları ve olayları karşılayan etkili kelimelere sahip olmanın yanında ayrıca bir olguyu bir durumu tarif eden pek çok kelime üretebilen doğurgan bir dildir.
Buna rağmen son dönemde yapılan bir istatistiğe göre bir Alman’ın günde ortalama 1200, bir İngiliz’in ortalama 1500 kelime ile konuşmasına karşın, bir Türk ortalama 400 kelime ile konuşmaktadır. Dilimizin bunca zenginliği karşısında insanımızın kelimeler konusunda bu kadar sığ kalışını neyle açıklayabiliriz? Nerede ve neyi yanlış yapıyoruz? Kelimeleri kıt olan bir zihin neyi üretebilir? Boş dönen bir değirmen gibi giderek kendini öğütüp tüketmez mi? İşte bilimde, teknolojide, hayal kurma konusunda gerileyişimizin altında yatan asıl neden. Şimdilerde iyi-kötü, güzel-çirkin, gibi daracık anlamlara hapsettiğimiz birçok hissi karşılayacak nice derin anlamlı kelime kadrosuna sahibiz. Olumsuz ruh halini üzgün veya stresliyim diyerek kısır bir ifadeye büründürenlere sormalı: Duyduğunuz his hicran mı, gam mı, kasavet, hüzün, acı mı, melankoli mi, keder mi dert mi, yerinmek, yazıklanmak mı? Eza, meyusiyet, teessür mü?
İtalyancanın kurucularından sayılan İtalya’nın en büyük şairi Dante, İlahi Komedya adlı eserinde 100 bini aşkın kelime kullanmıştır. Bu rakam bugünkü modern İtalyancanın %90’ına tekabül eder. Bunların 12.000’inin tekrarsız olduğu söylenir. 400 kelime ile hayatı idame ettirmek başka, 12.000 kelime ile düşünmek, hayal etmek ve konuşmak herhalde bambaşkadır.
Nasılsın? İyiyim. Saçım nasıl olmuş? İyi. Hava nasıl? İyi. Nasıl gidiyor? İyi. Günün nasıl geçti? İyi… Halbuki iyi kelimesine karşılık gelen yalnızca güncel sözlükte bile dokuz ayrı anlam mevcut. “Hava iyi” yerine “bugün hava şahane”; “güzelsin” yerine karşınızdaki kişiye “bugün fevkalade görünüyorsun” ya da “bugün ışıldıyorsun” dediğinizi hayal etsenize. İşte kelimelerin sihri…
Dil iletişim aracı olduğu kadar bir düşünme aracıdır da. Dili düşünmeden, düşünmeyi dilden ayıramazsınız. Hepimiz dilimizin sınırları ölçüsünde düşünebiliriz. İnsan öncelikle kendi diliyle düşünür, öğrenir ve yazar. Anadilde yazılmış bir metin ile sonradan öğrenilen yabancı dille yazılmış metin anlaşılabilirlik açısından çok farklıdır.
“Dil insanın evidir.” der Heidegger. Bunu ne için söylemiş olabilir? Bir ev insanı koruyan, saklayan, ona sığınak olan, içinde hayatını rahatlıkla idame ettirdiği yerdir. Dil de hayallerin, düşüncelerin, yeni fikirlerin doğduğu ve büyüdüğü bir zemindir. Bunu “İnsan dil içinde yaşar,” diye açıklar Mehmet Kaplan. “Alain, evin dışı tabiata içi insana göredir.” der.
Eskiler, nesir için “inşa” derlerdi. Güzel manalı bir terimdi bu. Yazı hatta konuşma, tıpkı ev gibi inşa edilir ve bu evin içinde insan oturur. Eski şiirin tabii ünitesi “beyit”tir. Bu kelimenin manası da evdir. Gerçekten beyit ev gibi inşa edilmiştir ve bunun içinde de insan oturur. *
Maksim Gorki fırıncı çıraklığı yıllarında Tolstoy’un bir hikâyesini okurken öylesine kendinden geçer ki acaba kâğıdın içinde büyülü bir şey mi var diye havaya kaldırıp bakar. Onu bu denli büyüleyen kelimelerdir. Kelimeler sayesinde ağacı konuşturabilir, ölüleri diriltebilirsiniz. Bu büyü değil de nedir?
“İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.” diyor Yahya Kemal, Deniz Türküsü şiirinin son dizesinde. Yeterli miktarda kelimemiz yoksa nasıl hayal kurarız? “Benim kudretimin ulaştığı yerlere onların hayalleri bile yetişemez” diyen koca padişahı yetiştiren ecdattan bugün hazır sunulanla yetinen tüketici bir nesle evrildik. Acaba bunda kelimeleri yitirişimizin, onlara sahip çıkmayışımızın, onları sanal alemde uydurulan dile kurban edişimizin etkisi olabilir mi?
Konfüçyüs’e, bir ulusun yönetimi kendisine bırakılsa ilk ne yapacağı sorulduğunda “O ulusun dilini düzeltirdim.” diye cevap vermiş.
Yazarlar ve şairler de kelimelerin gücünü kullanır. Onların malzemesi sözlerdir. Sevdiğimiz, kendimizle özdeşleştirdiğimiz şiirler veya şarkı sözleri yaşadığımız ancak kelimelere dökemediğimiz duyguları işleyen manzumelerdir. Burada duyulan hayret ve hayranlık şair ve eser ile okur arasındaki bağı kuvvetlendirir.
Bir ortak söyleyiş olarak İstanbul Türkçesi
Ziya Gökalp’in konuşurken kıstas olarak alınmasını tavsiye ettiği İstanbul Türkçesi’nin ne anlama geldiğini Nihat Sami Banarlı şöyle açıklar:
“İstanbul Türkçesi, Türk milletinin sahip ve hâkim olduğu her yerden gelerek İstanbul’da konuşan, şiir ve şarkı söyleyen Türkler tarafından meydana getirilmiş güzel lisandır. “
Yahya Kemal; “Türkçe ağzımda anamın ak sütüdür.” der. Dilde sadeleşme hareketlerinin başlayıp hız kazandığı 1912 ve sonrasında “özleştirme” adı altında “Türkçe değildir” diyerek Türkçeleşmiş ve halka mal olmuş birçok kelimeyi dilden atmaya çalışanlara Atatürk, Yahya Kemal Bey’in konuşma ve yazı dilini ölçü almalarını tavsiye etmiştir.
İstanbul Türkçesini beğenen ve şiirlerinde onun güzelliğine yer veren Divan şairleri de vardır. Bunlardan biri de Nabi’dir.
“Ba‘dî leke hitâplarından gelir mi hîç
Lafz-ı a cânım, ây efendim halâveti. “
(A canım, ay efendimin sevimliliği, tatlılığı, Ba’di leke hitaplarından gelir mi hiç) diyerek İstanbul dilindeki bazı kullanışların Arapçadan daha güzel olduğunu vurgular.
(Halavet: Sevimlilik, şirinlik, tatlılık)
Kelimeler hayatımız, kelimeler dünyamız, kelimeler bizi biz yapan değerleri seslendiren, onlara hayat vererek görünür kılan sihirli anahtarlardır. Ömrün her safhasında karşılaşılan cümleler; eşyayı ünleyen, canlandıran, vasıflandıran ifade biçimleridir. Anadil ise bir milletin kültürel şifrelerini barındıran, geçmişten geleceğe durmadan akan koca bir nehirdir. O nehrin zayıflayıp nihayet tükenmemesi için onu işleyerek bugüne ulaştıran ecdat gibi yeni nesil de üzerine düşen vazifeyi yapmalıdır. Şüphesiz millet olmak bunu gerektirir.
Editör: Gülçin Yurdaer
- Kelimelerin Gücü - 12 Ocak 2025