Yazar: 22:54 Deneme

İnsanlık Metal Kutuda

İnsan olmanın bir özelliği olan düşünme yetisinin verdiği zararla güne başladım. Uyandığımda, zihnim gece bıraktığı yerden devam eder gibi hâlâ bir şeyler sorguluyordu. Kendimi susturmak yerine, bu düşünceleri izlemeye karar verdim. Ardımda sıralanan ve otobüste yer kapmaya çalışan insanların da bu yetiye sahip olduğunu fark edeli pek bir zaman geçti doğrusu. Ama onlar, bu yetiyi benim kadar ciddiye almıyor gibiydiler. Yani sabah sabah varoluşu düşünmek yerine, otobüsün cam kenarına oturabilmek daha gerçek bir meseleydi onlar için. Haklıydılar da belki.

Zira insan için o andan daha mühim pek bir şey de yoktu. Günü kurtarabilmek, işe zamanında varmak, yorulmadan ilerlemek… Bunlar da bir tür hayatta kalma savaşıydı. Anlıyorum. Otobüsün içi her zamanki gibi sıcaktı. Hatta ilerleyen duraklarda samimileşmiştik bile. İnsan teri, sabah mahmurluğu, kulaklıklarından dışarı taşan müzikler ve buram buram tüten endişe…

Bir otobüs yolculuğundan bile çıkarılacak o kadar çok ders vardı ki. Mesela bindiğiniz otobüsten o muhitin yaş ortalamasını –ki bu Ulus’ta 65+’tır– ve doğal olarak da otobüsün hızını ve duraklarda geçirilen süreyi tahmin edebilirsiniz. Yaşlı insanların biniş ve inişleri genellikle daha yavaş olur, bu da otobüsün genel seyrini etkiler. Bir şehirde otobüs ne kadar yavaşsa, zaman da o kadar ağır akar sanki. Otobüs, zamanın teneke bir kutuda birikmiş halidir.

Ayrıca, otobüsün içindeki samimiyet ve insanların birbirine gösterdiği sabır, toplumun ne kadar iç içe olduğunu ya da iç içe olmayı ne kadar unuttuğunu da gösterir. Her bir yolcu, kendi hikâyesi ve acelesiyle birlikte, o küçük metal kutu içinde bir araya gelir ve bir süreliğine aynı kaderi paylaşır. Belki de modern hayatın bize sunduğu nadir ortaklıklardan biridir bu: Aynı durağı beklemek, aynı virajda savrulmak.

Düşünme yetisi bize bu tür gözlemleri yapma ve anlamlandırma imkânı verir. Ancak bazen bu yeti, gereğinden fazla analiz yapmamıza ve basit anları bile karmaşık hale getirmemize neden olabilir. O sabah otobüste yaşadıklarım da tam olarak buydu. İnsanların yer kapma telaşı, bir yandan hayatta kalma içgüdüsünün bir yansıması gibi görünürken, diğer yandan da modern yaşamın getirdiği bireysellik ve rekabet duygusunu ortaya koyuyordu. Cam kenarına oturmak, güneşten kaçmak, tutunacak bir yer bulmak… Herkesin kendi küçük savaş alanı.

Ama bu savaşın içinde incelikler de vardı. Otobüs yolculuğunun ilerleyen dakikalarında insanların birbirine karşı gösterdiği küçük nezaket hareketleri dikkat çekiyordu. Yaşlı bir kadına yer vermek, bir annenin çocuğunu korumak için yaptığı ani bir hamle, ya da bir yolcunun diğerine gülümseyerek “Buyurun” demesi… Bu küçük detaylar, aslında insan olmanın bir başka yönünü gösteriyordu: empati ve dayanışma. Belki de düşünceyle değil, refleksle yapılan bu davranışlar, insanlığın asıl kaynaklarıydı.

Otobüs, sadece bir ulaşım aracı değil, küçük bir toplum simülasyonuydu. Her durak, farklı bir hikâyenin başlangıcı ya da bitişiydi. Kimisi hastaneye gidiyordu, kimisi üniversiteye. Kimisi yaşlıydı, dünyaya veda etmeye hazırlanıyordu; kimisi gençti, hayata meydan okuyordu. Ama o an, hepsi aynı yerdeydi. Aynı metal kutuda, aynı sallantıya maruz kalıyor, aynı şoförün ani frenlerinden etkileniyorlardı. Hayatın eşitleyici bir gücü vardı burada. Paranın, statünün, diplomanın pek de hükmü yoktu. Ayakta durmak için dengeniz, tutunmak için bir yeriniz olmalıydı. O kadar.

Yolculuk ilerledikçe dışarıya bakmak da ayrı bir anlam kazandı. Binalar, insanlar, trafik… Her biri bir başka düşünceyi tetikliyordu. Hayatın akışını izlemekle kalmıyor, onun içine karışıyordum. Ve düşündüm: Biz, metal kutularda birbirine sürtünen insanlar, acaba gerçekten nereye gidiyoruz?

Otobüsün penceresinden dışarı bakarken, bir duvara yazılmış şu sözü gördüm: “İnsan dediğin, yürüyen bir sorudur.” Belki de bütün mesele bu. Cevap değiliz, hepimiz birer soru taşıyoruz. Kimimiz bunu bilir, kimimiz unutur. Ama her sabah yeni bir cümleye başlıyoruz, tıpkı bu yazı gibi.

O gün yolculuğum bittiğinde, otobüsten indiğimde kendimi bir parça daha yorgun ama biraz daha bilinçli hissettim. Düşünme yetisi bazen bizi gereğinden fazla yorabilir, evet. Ancak aynı zamanda etrafımızda olup bitenleri anlamlandırmamızı ve belki de daha derin bir bakış açısı kazanmamızı sağlar. Otobüs yolculuğu gibi sıradan bir deneyim bile, eğer dikkatle izlenirse, hayata dair önemli derslerle doludur. Çünkü insan dediğin, gözlemleyerek var olur.

Belki de insan olmanın en güzel yanı, bu tür küçük anlardan büyük anlamlar çıkarabilme yeteneğidir. Metal bir kutuda sıkışmış onlarca bedenin, birbirine dokunmadan hissettikleriyle bile bir bağ kurabiliyor oluşu… Bu, modern çağın içindeki küçük bir mucizedir.

Latest posts by Furkan Kılıç (see all)
Visited 7 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version