Yazar: 20:49 Kitap İncelemesi

“Aslında Her Şey Yolunda” Kitap İncelemesi

Bazen gizleniyorum yüzünde. Öpüyorum, kokluyorum. Hem de nasıl… Görmeyince yaşanmamış, yaşamayınca hatırada kalmamış oluyor ama yanlış. İçimde biriktirdikçe seni, açmaya kıyamadığım kumbarama bakar gibi seyrediyorum, bilmem kaç kilometre uzakta işe gidip eve gelişini.

Bazen de yüzün dışarı atıyor beni. Yere düşen bin parçadan tek bir tanesi olmak, her an üstüme basabilirsin diye endişelendiriyor. Ama bunun adı ölüm değil. Kaba, gösterişten uzak, kendi halinde bir sevgi. Sen yine de bakma böyle konuştuğuma. Baya baya iyiyim. Aslında var ya… Aslında her şey yolunda.

İnsanı kıskıvrak yakalayan, zaman zaman yüreğini burkan, bazen utanıp sakladığı gülümsemelerini meydana çıkaran, kimi anlarda misafirlerin açamadığı evin kapalı kapılarını aralayan, gizlisi çıplak, meydanda olanıysa kat kat giysilerin arkasında, kısık sesli ama oldukça gürültücü bir öykü kitabı duruyor karşımızda: “Aslında Her Şey Yolunda.”

Korkunç bir rüyadan uyanıp her şeyin yolunda olduğunu fark etmekle başlayan “Çok şükür rüyaymış!” demeler ile derin derin “Oh be!” gibisinden iç çekmeler kadar rahatlatıcı bir kitap yazmamış Duygu Terim. Bireye odaklanırken, onu mümkün olduğunca minimalize etmekten kaçınmıyor. Haliyle sıkışan duyguların sağını solunu çarptığı duvarlar, derisine minik bıçak kesikleri atan rüzgâra kolaylık sağlayan yaramaz pencereler var bu hapishanede. Rutin hayat, her şey olağan ve en tuhaf hadiseler bile esasında herkesin başına gelebilecek cinsten, deseniz de birey, canını yakan şeyin gayet farkında. Ancak onun açtığı yarayı onarmakla da uğraşmıyor. Bilakis üzerine giderek kendini tanımlıyor. Bir fark ediş meselesi ya da ikinci kez uyanmanın sersemliği bu. Çok mu geç? Hayır, değil. Her şey yolunda mı? Sessizlik ve akabinde kaş, göz işaretleri… Kıymetli yazar Duygu Terim’in penceresinden bakmalı bir de.

Duygu Terim zorlamadan uzak, yalın dili; girinti ve çıkıntıları törpülenmiş anlatımı sayesinde okurunu engebeli yolları aşmak zorunda bırakmıyor. Ancak konu er ya da geç tek kişiye odaklandığı için, ister istemez zengin benzetmeler, tam köşeyi dönecekken frene basıp kırmızı ışıkta beklemeler, sürükleyiciliği sadece akıcı anlatıma bel bağlayarak değil de kimi anlarda öykünün finalini merak ettirerek sağlamalar var. Var da var, var da var. 

Kitabın içinden seçtiğim öykülere kısaca değinmek gerekirse:

“Kocamın Güneşi Terazi Burcunda” paylaşılan sevgiyle açılışı yapıyor. Yazarın akıcı dili daha ilk öyküde selamlıyor bizi. Merak unsurunun zayıf olması olumsuz bir özellik değil burada. Bilakis anlatı sahibi, kahramanın psikolojisine odaklanmamıza elçilik ediyor. Ele aldığı karakteri adım adım yoğuran, bilinmezlerini korunaklı gölgeliklerden gün ışığına çıkaran bir hikâyeleme tekniği mevcut.

“Sarı Duvar Kâğıdı” iseannelik üzerine sağlam bir öykü olarak dikkat çekiyor. Kadınsal kıyaslamalar, özellikle erkek okurların zihinlerinde pencereler açacak nitelikte. Karşı cinsi tek bir düzlemde algılamaya alışanların düşüncelerine birden fazla çivi çakmakta pek hünerli. İç seslerin yükselen gücüyse, anlatıya zenginlik katan ekstra bir lezzet.

“Karşı Kaldırımdakiler” kitabın iklimini değiştiren öykü olarak, çok zor bir soruya parmak kaldıran öğrenci gibi göze batıyor hemen. Yazarın kadın sorunları üzerinde tepinmesini ve yoğun kadınsallıkla okuru boğmasının önüne geçiyor. İronisi bol, zekice tasarlanmış. Başarılı tasvirleriyle hayat veriyor nesnelere. İlaveten çok geniş uzam sahip olması, zaman ile mekân arasında sıkışıp kalmamızı engelliyor.

Doğru dramatik yapı tarifine başarılı bir örnek teşkil edecek olan “Küçük Kayalar” da pek çok öykü arasından kolayca sıyrılabilecek kuvvette. Kısa öykülerde olması gereken işlevsel özelliklerin önemli bir kısmına sahip. Belki yoğunlaşmayı engelleyen detaylar daha az olsaydı, çekirdeği çok daha sert bir öykü ile zirve yapabilirdi. Ayrıca bu öyküde duygusal aktarımı çok iyi sağlayan kıymetli yazar, belki okuyucusunun boğazını bir tık daha sıkabilir, yarattığı kuvvetli etkinin unutulmamasını sağlayabilirdi. Tabii bu kadar “edebilirdi, yapabilirdi” dedikten sonra altını çizmem gereken bir mühim husus var: “Söylediklerim bir eleştiri değil, bilakis benim alkışlama biçimimdir efendim.”

“Melike” adlı öyküye de değinmeden edemeyeceğim. Zira hayatın içinden koparıp getirdiği betimlemeleri, kesintiye uğramayan, yapaylıktan uzak, başarılı diyaloglarıyla okurda iyi bir tat bırakıyor. Kitapların belli kısımlarına hâkim olan gerçekçilik duygusu okuru nasıl rahatlatırsa, tam da öyle. Ayaklarımızın yere sağlam basması için biçilmiş kaftan.

Kenara ayırdıklarım arasında “Ölüm Makamı” da var.  Yoğun iç sesleriyle duyguları ön planda tutan, nezaketi yüksek bir hikâye. Gerçeklerin sertliğine fazla alışmadan, doğru zamanda duyguların ince desenleriyle daha ılıman bir iklime taşıyor okuru. Şimdilerde olmayan, eski zaman insanlarının derin düşünceleriyle de gülümsetiyor. Yazar çok haklı. Hisler örter kelimelerin üzerini.

Tam bu noktada “Hadi Elif Kendine Gel” de duygusal yoğunluğa yardım etmeye hevesli bir hikâye olarak göze çarpıyor. Milimetrik detaylarıyla takdir edilesi bir öykü. Yazar adeta ressam gibi satır satır çizmiş, kelime kelime boyamış cümleleri. Tam bir durum hikâyesi. Bir insanı karşısına alıp baştan aşağıya, ruhtan zihne, temelden çatıya, zeminden avluya, odalardan pencerelere… Her yerde, zamanda ve koşulda ustalıkla betimliyor. Biz de ruhumuzu alıştırıyoruz tüm bu renklere, desenlere, çizgilere.

“Konuşacaklarımız Var” ise, kitabın özeti gibi âdeta. Tam bir hesaplaşma hali mevcut. İki kişiyle daraltılmış çember, içinde saklanan mazi, yaptıkları ile yapmadıkları mukayese edilen bir aile üyesi, yani baba karşımızda. Ruh hali kurşun kadar ağır. Bir karakterden diğerine seken hikâye, dalgalı bir denizde yorulsak da sudan çıkmak istemeyişimizi andırıyor. Sürekli “Biraz daha” diyorsunuz. Devam eden boğuşma sancılarıysa, okuyucu üzerindeki etkiyi iki misli arttırıyor.

Son olarak “MacGyver Bile Durduramaz” kitabın ismiyle özdeşleşmiş ruha sahip, mevsimde yalnızca bir kere açan çiçeklere özeniyor. “Aslında her şey yolunda” hissi vermekle yetinmeyip “ama…” ile başladıktan sonra uzayıp giden pek çok şeyi bir arada tutmayı başarıyor. Gömülüp kalıyorsunuz yabani duygulara. Sonra içinizden bir ses, ona susmasını söylediğiniz için cezalandırıyor sizi. Hem de bir değil, birkaç defa. Sahi. İçtenlikle değil, gözlerinizi kaçırarak, beyninizle cevap verin şimdi: “Aslında her şey yolunda mı?”

Gülümsettiği yerde ışıkları söndüren, “Güneşin altında uyunmaz.” diyenlere inat gölgeden ve giysilerinden kolayca vazgeçen, pişman olmayı tabanca niyetine kullanan sahte cesurlara Osmanlı tokadıyla karşılık veren, saydam, dupduru bir kitap sunuyor bizlere kıymetli yazar Duygu Terim. O halde açın kollarınızı. Aganta Burina Burinata!

Keyifli okumalar dilerim.

Notos Kitap Yayınevi, 2023

Birinci Basım, Şubat 2024

Latest posts by Umut Kaygısız (see all)
Visited 10 times, 5 visit(s) today
Close
Exit mobile version