Yazar: 12:54 Anlatı

Hezarfen Kuşu

Annemin yüreğinin ve aylarca evim bellediğim o küçük geçidin beni dışarıya itmesinden sonra, kendimi adına ‘‘dünya’’ denilen bu acı çiftliğinin içerisinde buldum. Önce gözlerim kamaştı, sonra ilk silleyi yedim ebemin elinden. Beni ağlattılar, oysaki ben çoktan niyetliydim ağlamaya. Bu yabancı ev, sesler, sesim, hepsi bana fazla gelmişti daha ana karnından yeni çıkan bir bebeyken. Keşke geri dönebilsem, demiştim. Mümkün olsaydı, yapardım.

Ne ara büyüdü yumuk ellerim, ne ara gözlerimdeki fer söndü? Gökyüzünde süzülen bir sinek misali, yıllarım kayıp gidivermişti keçe saçlarımın arasından. Sandım ki zaman her şeyin ilacıdır, sürdüm o ilacı kavruk tenimin her hücresine. İyileştirmedi. Sinek değildi işte süzülen, benim ruhumdu. 

O zaman bildim boşlukta olduğumu. O zaman anladım, ne olduğumu. 

Çok ağırdım ben. Kendi yükümü taşıyamayacak kadar ağır, başkasından yardım isteyemeyecek kadar da yabani. Tahtadan kanatlarım vardı benim. Sırtıma batıyor, kasvetleriyle eziyorlardı beni. Kan damlaları birikirdi ayaklarımın ucunda. Ellerimle vücudumu yoklardım acı katlanılamayacak hale geldiğinde. Hâlâ sağlamdım. Ne yazık ki. Bedenimden değil, ruhumun ta içinden akıyordu koyu kırmızı kan. Alışmıştım bu tahta kanatların yükünü taşımaya. Yağmurda ıslandıkları olurdu kimi zaman, çürük et gibi kokarlardı. Güneş yükseldiğinde kurur, çürüklerini onarırlardı kendi başlarına. Uçmadım hiç, güvenmedim aciz tahta kanatlarıma.

Ben, kanatlarıma hiç dokunmadım. Onları taşıdım, besledim, kesmek istedim. Ama asla dokunmadım. Senelerce dikildim o yüksek kulenin balkonunda. Boşluğun tam da ortasında. Şehri izledim, insanları bekledim, kendimi gizledim. Açabilirdim kanatlarımı, zıplayabilirdim uzaklara ve uçardım sonsuza. Çok istedim, yapamadım.

Uyku, tek kaçış yolumdu o zamanlar kendimden. Çünkü ne olmak istersem o olurdum rüya aleminde. Kanatlarımın ağırlığını, ruhumun yalnızlığını, kalbimin kuruluğunu ancak öyle unutabiliyordum, gözlerimi onlar yokmuş gibi sıkıca kapatarak. 

Ama bir rüya gördüm.

Açılmamak için direnen kirpiklerimin ardında, bitmemesi için zamanı durdurmak istediğim bir rüya.

Rüyamda parmaklarımı sol kanadıma yaklaştırdım, hava güneşliydi. Kanadıma dokunduğum an, gözlerimi acıtan bir ışıkla kaplandı etrafım. Uzaklardan, kulenin en yüksek yerinden izlediğim kasvetli şehir  aydınlanmıştı. Beyaz ışık, beni sarıp sarmaladı. Tahtadan kanadım, ipekten bir kanada dönüşmüştü. Üzerinde geçmişin çürükleri yoktu artık. Umuttan daha temiz, sevgiden daha berraktı. Sağ kanadıma da dokundum sonra. Artık, ipekten kanatlarımla gülümsüyordum şehre doğru. Kanatlarımı açtım mutlulukla, ipekten tüyler gıdıkladı yüzümü. 

Uçtum.

İnanan, inanmayan, ağlayan ve gülen, düşmemi bekleyen o koca şehrin insanlarının üzerinde uçtum. Denizleri aştım, tepeler bana alçak geldi. Yükseğe, daha yükseğe çevirdi yönümü kanatlarım. Zamanı da unuttum, varlığımı da. Birleştim kanatlarımla, yükümü parça parça fırlattım. Ruhumla barıştım, kendimle tanıştım. Kahkahalarım, koca dünyanın görünmez duvarlarında yankılanıp ipek kanatlarıma çarptı. Her çarpışında daha da açıldı kanatlarım, daha da güzelleşti. Güneş gülümsedi halime, gökyüzü evim oldu.

Hezarfen kuşu dediler bana, aşağıda bıraktıklarım. Duydum. 

Hezarfen kuşu dediler bana, ben rüya aleminde kaybolurken. Duydum.

Ve sonra, uyandım.

Editör: Elif Türkoğlu

Latest posts by Çisem Arslan (see all)
Visited 5 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version