Yazar: 19:45 İnceleme, Öykü Kitabı

Dünya Bu Kadar Kitap İncelemesi

Âh Muhsin Ünlü’nün, “Burası dünya yahu, burası bu kadar işte,” dizelerine atıfla açılışın yapıldığı Dünya Bu Kadar adlı romanda, gelişi ile gidişindeki tercih dışılığına, aşk denilen zehirli baldan kâsenin elimize uzatılışına, servetin bir varmış bir yokmuş haline, bir günün gecesinde toplu kıyım misali hayatların sönüşündeki anilik ve şaşkınlığa, dünyaya her fırlatılanın kendi yazgısının içinde örselenirken kim bilir –Allah bilir- kimle örülü yazgısının bilinmezliğine kadar kelimelerin tükenip tek nefes ’Dünya bu ve bu kadar işte,’ dedirten bir kurgu sunuyor bize Mahir Ünsal Eriş.

Eser ilk etapta konusundan ziyade kurgusu ile bizi bir bocalatıyor. Alışılagelmiş roman kalıplarına pek sokamıyorsunuz eseri. Bu konuda okurlarını ikiye bölen (bu bir öyküler zinciri mi yoksa roman mı?) yazar, eseri roman sınıfına koymayı tercih ediyor ki yazarın yoğun sayıdaki karakterin yaşamlarını kesiştirmesi ve eserin sonunda çemberin başlangıç noktasına gelerek ördüğü kurgu ile eser romanlaşıyor.

Her hayat birdenbire bambaşka yöne akmasını sağlayacak kırılma anları saklar.

Eser üç bölüm ve bir sondan oluşup her bölüm “Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmedi” cümlesi ile başlıyor. Biz okurlar Güneş ile doğrudan muhatap olacağımızı düşünürken o anda mekânı oluşturan kim varsa onun yaşamına kısa bir bakış atıp bahsi geçen kişinin o anda adı zikredilen bir yakınına geçiyoruz. Elden ele taşınan bir testi su gibi. Yazar bu geçişleri oldukça yetkin, sohbetin tatlı akışında yapar gibi yapıyor. Başlangıçta acaba unutur muyum bu kadar karakteri diye kaygılanıp bir sayfa dolusu notlu bir liste yapsanız da bir yerde bırakıyor ve kendinizi akışın o tatlı haline teslim ediyorsunuz çünkü okuduğunuz kaleme güveniyorsunuz. Biliyorsunuz ki o sizi bir labirentin içinde gezdirip meselenin özünü kavratırken sizi oradan çıkaracaktır da.

Dünya denilen bir yanıyla derin bir yanıyla sığ bu gezegenin içinde hem bir damla halimizi hem biricik yanlarımızı gösteriyor bize. İnsan olmanın gereklerini, zaaflarını, hırslarını, mecburiyetlerini, acılarını seriyor önümüze yazar. Kore Savaşı’ndan Gölcük depremine, ekonomik darboğazlardan, dönemin siyasi yapısına kadar bir parça değiniyor yazar. Bunları yaparken insanlık hallerine ve ülkemizin birçok kültürel değerine de yer veriyor. Bizi diyar diyar Türkiye’m diyerek coğrafyanın türlü çeşit zenginliğinin içine atıyor. Bir an geliyor Şelhum asteğmen ve annesi ile Hatay’da Samandağ’da, Çevlik’te, Harbiye’de dolaşıyor; oruk, tuzlu yoğurt, biberli ekmekler, portakallarla o kültürü solurken an geliyor İmroz adasında iyot kokusu, deniz meltemi ile takıcı Nuri’nin gönül macerasına tanık oluyoruz. Bir anda yolumuzu İzmit’e düşmüş buluyor ve o gecenin acılığını derinden hissediyoruz. Derken insan hırsının sönmez arzusu ile kesişen hayatlar, elimizde mendil kadar bir define haritası ile Ankara’dan Niğde’ye bir maceraya sürükleniyoruz.  Yazarın bu konuda da oldukça birikimli ve iyi bir gözlemci olduğunu söylemeliyim.

Birini sevmek, onunla mutlu olmak neden bu kadar imkansız? Kendini dünyanın geri kalanından ayrı bir yere koyup birbirini seven iki insanın bir arada durabilmesi, neden bu iki insan dışındaki her şeye bağlı? Hayat ne güzel aşık olunca halbuki, her şey nasıl ışıl ışıl nasıl rengarek. İnsan değil sevmenin, dünyanın sonu gelmeyecek sanıyor sevince…

Esere üslup noktasında bakacak olursak oldukça akıcı ve yalın bir üsluba sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra yazarın söz varlığındaki zenginliği olaylar içine ustalıkla yerleştirmesi, ne bir eksik ne bir fazla kelama yer bırakmayışı anlatımını doyurucu bir noktaya taşıyor. Hâkim bakış açısı ile okuduğumuz eserde karakterlerin yaşamlarına, iç âlemlerine tanık olduğumuz gibi onların bilmediği ama bize bir adım sonranın işaretlerinin verildiği hatta açıkça ifade edildiği bölümleri okurken merak eksikliğini duyumsamıyoruz. Aksine yazgılarının birbiri ile yakından uzaktan ilintili bu insanların kesişim noktalarını tahminler ile götürmeye çalışıyoruz. Öyküleri ile tanıdığım Mahir Ünsal Eriş’in öykülerindeki tadı, özellikle nostaljik detaylara yer verdiği imzasını romanında da görmek beni mutlu etti.

Dünyada her güzel şey renkli balonlar gibi neşeyle oradan oraya salınırken hayatın dikenlerinden birine değip yok olmak zorunda mı?

Bu esnada her bölümün başında yer alan ve ikindi kahvaltısına gelmeyen Güneş’e ne mi oldu? Son bölümde bu aydınlanmayla birlikte bu kadarlık dünyada aşkın kişiyi bambaşka biri yaptığını, bir daha eskisi gibi olamayacağını söyleyerek yazımı tamamlama yoluna gireyim. Eser Can Yayınlarından çıkmış olup 199 sayfadan oluşmaktadır. Aşağıda okumam esnasında beğendiğim naçizane alıntıları paylaşacağım. Keyifli okumalar.

Visited 122 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version