Ben FeKa. Bekliyorum. Yağmur. Kirli, sisli hava. Cebimde tartışılamaz bir bıçak var. Damağımda sinsi bir tat. Vakit akşam. Ezan okunuyor. Belediye otobüslerinde maskeli insanlar. Okul kusmuş, her taraf ergen. Şemsiyemin altında güvendeyim. Frekansı bozuk bu şehrin. Cızırtılı bir yalnızlık!
Cebimde bir bıçak. Keser. Deler. Sövüyorum. Sisli hava. Kirli de. Yağmur da var. Bekliyorum. Ben FeKa! Tükürüyorum. Sırıtıyorum. Bir kadın bana bakıyor. Şemsiyesi pembe. Kırmızı da olabilir! Tanrım iyi misin? Cebimde ne var biliyorsun değil mi? Kaderi bozuk bir bıçak. Lan sigara! Sigara. Çakmak! Lan çakmak! Oh buradaymış. Kadın! Bir siktir git. Pembe şemsiyen senden daha çirkin! Kadın baş örtüsünü düzeltiyor. Bana bakıyor. Orta yaşlarında ihtiyar! Kadın! Kıyafetin içinde çıplaksın biliyorum! Lan bu sigara da olmasa!..
“Kimlik!” Polis. Yakasında “çevik kuvvet” yazıyor. Kimliğime bakıyor.
“Çantada ne var?”
Dudaklarım kurumuş. Öpüşmüyorum aylardır. Konya kadar kurak. Sesim çatlak.
“İki cinayet ve suç aletleri.” Çantamı açıyorum. Çantadan önce suç ardından ceza çıkıyor. Ellerinde birleşiyor. Suç ve ceza! Bana bakıyor çevik kuvvetli adam!
“Hani lan suç aletleri?” Gözümle işaret ediyorum.
“Kitabın içinde!”
“Oğlum bir siktir git akşam akşam!” İçimizdeki şeytanla konuşuyor gibiydik! Aslında şeytanlarımız! Lan bizden daha iyiler! Çevik adımlarla uzaklaşıyor şehrin güvenliği. Kadına bakıyorum. Kadının yanında bir adam var. Ufak, tefek, ince bir sızı. Kitabı çantama koyuyorum. Cebimdeki tartışılamaz olan şeyi kontrol ediyorum. Duruyor. İzmariti şehrin anal bölgesine atıyorum. Giriyor.
Kadın ve adam bana doğru geliyorlar. Bir mevzu çıkarsa!.. Cebimde bıçak. Keser. Deler. Sövüyorum. Sisli hava. Kirli de. Yağmur da var. Bekliyorum. Ben FeKa! Tükürüyorum. Gelin bakalım!.. Gelin! Gelin!
Solumdaki vitrinlerin önünde duruyorlar. Eski kasetlere bakıyorlar. Adam, “Kablolu TV taktırma konusunu düşünmeliyiz,” diyor.
Kadın “Biliyorum,” diyor. Adam hastalıklı sanırım. Bağırsaklarında kurt var. Dudağının solundan sızan salya, ışıldıyor. Kuş markalı bir araba geçiyor caddeden. Bütün sesleri susturuyor egzozundan çıkan gürültü.
Video kaset satan dükkânın yanında bir hareketlenme var. Sahaf namazdan dönmüş. Kırk çeşit anahtarı var elinde, kapıyı hangisi açarsa… Deneyip duruyor. Çenesinde bir tutam sakal. Sövüyor mu, zikir mi ediyor? Belli değil. Açıyor. Işıklanıyor içerisi. Şemsiyemi kapatıp kapıda bırakıyorum. Çalarlar mı? Bilmem! Giriyorum. Sahaf, yaşlı adamdır. Aksi! Akşam akşam gazete okuyor. Bir an için gazetesinin üstünden bakıyor, okumaya devam ediyor. Yüzüm alev alev yanıyor.
Cebimde tartışılamaz bir bıçak var. Unutuyorum. Hey ihtiyar! Hayatı acı mı, tatlı mı yersin? Kahvenizi şekerle mi yoksa zehirle mi içersin? Cennet denilen mezarlıktan yer beğen kendine! Of ben kime bağırıyorum? Kendim bile duymuyorum kendimi. Çantamdan çıkarıyorum kitapları. Tezgâha koyuyorum.
“Bu Suç ve Ceza kaç lira eder?” gazetesinin köşesinden bakıyor, bayatlamış suratıyla. Dudak büküyor.
“Otuz.”
“Suçu anladım da ceza bu kadar ucuz olmamalı.” O gülümsüyor. Ağzında kirli bir mutluluk var!
“Alaycı Kuş serisi?”
“Yetmiş beş veririm.”
Gözyaşlarımı yiyeceğim. Çok üzücü. Emin olun solucanların bile kalbi vardır. Ne kadar da vicdansız. Kitaplar alırken ucuz, satarken pahalı olmalı. İkinci el kitap… Okunmuş bir kitap, okuyucusun yareni olmuş kitap nasıl olur da hiç okuyucusu olmamış bir kitaptan ucuz olabilir?
“Babalar ve Oğullar için ne verirsin?”
“Altmış.”
“Altmış mı? Bütün bir aileyi satıyorum sana, bu kadar ucuz mu oğullar?” Gözyaşı neden rahatlatır insanı bilir misiniz? Çünkü ağırdır gözyaşı! Oysa bilmezler ki ikinci el kitaplar evlerin bir köşesinde duran kum saatleridir.
“Savaş ve Barış için ne dersin?”
“Seksen.”
“Barış ucuz da savaşın maliyetini ver bari!”
Gülsene be adam! Hiç olmazsa esprilerimi bu kadar kolay harcatma bana. Gülmek şaraba kesmektir. Sen hiç ham üzümden şarap yapıldığını gördün mü? Gülmek sarhoş etmektir karşı tarafı. Pis Adam! Olgun değilsin. Sen ne küpe girersin ne de şarap olursun! Cebimden bıçağımı çıkarıp tezgâha koydum.
“Çakım için ne verirsin?”
“Hiç.”
“Hiç mi? Ne demek hiç!”
“Bildiğin hiç! Ben bir sahafım. Bıçaklan işim olmaz.”
“İnsan öldürebilirsin.”
“Buna hiç ihtiyacım olmadı.”
“Tabii ki olmaz, çünkü bir bıçağın yok!”
“Hayır, çakını almayacağım, onu cebine koy.”
“Ama bir soru bankası almak için param yetmiyor.”
“Paranı tamamlayınca gelir, alırsın.”
Dışarı baktım. Kadın ve yanındaki adam hâlâ orada vitrine bakarak konuşuyorlardı. Gece rengini koyulaştırıyordu. Beyaz renkle “gece” yazmak istiyorum. Canım çok sıkkın!
“Sana bir öykü anlatsam onu on lira sayar mısın?
“Anlat bakayım.”
“Ayakkabısız bir çocuk gördüm geçenlerde, Meram’da. Annesi ölmüş. Yalan söylemişler çocuğa. Çocuk beş yaşında. Beş yaş… Her güzel yalana inanma yaşıdır, bilirsin. Demişler ki senin annen uyuyor. Gürültü yapma. O da sessiz yürümek için ayakkabılarını çıkarmış.”
“Nereden okudun bunu?”
“On liralık bir öykü işte. Nereden okuduğumun bir önemi var mı?”
“Tamam. Öykünü yirmi lira sayıyorum.”
“Sevdin mi?”
“Evet.”
Yerinden kalktı. Camdan baktı. Yağmur hızlanmıştı, damlalar yavaş yavaş gecenin malum organına batıyordu. Gecenin canı yanıyordu. Bunu neden kimse görmez. Neden bu zamanlarda yemek yemenin karanlığında kaybolur insanlar? Vakitlerin de canı acır bilmez misiniz? Gidip yanında durdum. Yağmur damlaları, ışığı kırıyordu. O ve ben yan yana, kırık aynadaki bir yara gibi duruyorduk. Bir saat önceki sinirim yatışmıştı. Tezgâha dayandım.
Döndü, raftan kalın bir paragraf soru bankası aldı, önüme koydu. Gitti sandalyesine oturdu. Gazetesini aldı, burnun ucundaki gözlüğünden bana baktı. Gazeteyi yüzüne çekti.
“Benim annem,” dedi. “Ben beş yaşındayken öldü.”
Soru bankasını çantama koydum. Çıktım. Kadın ve adam yoktu. Ben FeKa. Gidiyorum.
Yağmur…
Kirli, sisli hava…
Cebimde tartışılamaz bir bıçak yok.
Şemsiyemi alıp, açtım.
Annem beni bekliyor.
- Gece ve Kum Saatleri - 10 Nisan 2025
- Terazinin Karanlık Kefesi - 8 Aralık 2024
- Çeviri Öykü | Dehliz (Mohsen Towhidian) - 31 Ekim 2024