1963’te Buenos Aires’te dünyaya gelen Gaspar Noé, on iki yaşından sonra ailesiyle birlikte Fransa’ya göç ederek Paris’te felsefe ve sinema eğitimi aldı. Bu yolculuk onu günümüz sinema dünyasının auteur yönetmenleri arasına taşırken yönetmen olarak birbirinden tartışmalı unutulmaz filmlere imza atmasını da sağladı.
Gaspar Noé denilince akla gelen ilk kelimelerden birisi her zaman “kışkırtıcı” olmuştur. Seyircisinin sabrını test etmek için tüm sınırları zorladığı, hatta yeri geldiğinde bu sınırları yerle bir ettiği gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Bu onun belki de sinemayı ele alışındaki birincil hedefi olmayabilir fakat ne olursa olsun izleyicisini kışkırtmakta her zaman başarılı bir yönetmen. Irréversible‘daki alt geçit ve kavga sahnesi veya Love filmindeki bar sahneleri bu sinematik davranışın akla ilk gelen örneklerinden…
Pandemi döneminde yaşadığı beyin kanamasının yanı sıra yakınlarını da kaybetmesinin ardından kendi deyimiyle o anki ruhsal sürecine uyum sağlayan bir şey yaratma gerekliliğini hissetti ve en “uysal” denebilecek bir filmle geri döndü.
Noé’nin son filmi Vortex bu sefer onunla özdeşleşen seks, uyuşturucu, şiddet temalarını içermese de yaşlılığı ve ölümü en çıplak haliyle anlatarak boğazımızda kocaman bir yumru bırakıyor.
Film açılış sahnesinden önce bizi bir dipnotla karşılıyor ve Gaspar Noé aslında filme dair en güzel ipucunu veriyor: “Yüreklerini yitirmeden önce akıllarını yitiren tüm insanlara adanmıştır.”
Vortex, Paris’te geçmişin izleriyle dolu bir dairede son günlerini geçirmekte olan çiftin hayatını ekrana taşıyan ilk bakışta oldukça sakin bir film. Çiftin hastalıklarının ayrıntılarını, günlük hayatlarının zorluklarını ve katlandıkları duygusal stresi izlemek ilk dakikalardan itibaren rahatsız edici bir hal almaya başlıyor ve Noé bunu izleyicilere alışılmadık bir yol ile sunuyor. Filmin neredeyse tamamı bölünmüş ekranda, yan yana yerleştirilmiş iki kare çerçeveyle aktarılıyor. Böylece iki ayrı eylem alanı aynı anda görüntüleniyor.
Usta yönetmen Dario Argento’nun canlandırdığı karakter kalp rahatsızlığı ile boğuşurken Françoise Lebrun tarafından canlandırılan karakter ise eşine paralel olarak giderek kötüleşen alzheimer hastalığı tarafından esir alınıyor. Bu noktada Lebrun’un belki de son yıllardaki en başarılı oyunculuk performansına da ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Kendi zihninin tutsağı haline gelen kırılgan, korkmuş kadını o kadar gerçekçi ve yalın aktarıyor ki filmi izlerken kendinizi o evin içerisinde ve bu çaresizlik karşısında elinizden hiçbir şey gelmeden öylece onu izliyor hissiyle dört bir yanınız sarılmış buluyorsunuz.
Vortex’in iki saati aşan süresi boyunca oldukça yavaş ilerleyişi yan yana yerleştirilmiş iki kare çerçeve tekniği ile birleştiğinde Anne ve Baba’nın hayatlarının ayrıntılarına dair izleyicilere sağlanan samimiyet büyük ölçüde sürükleyici bir hale bürünüyor. Tertemiz bir şekilde kadrajlanan sekanslar sanki seyirciler yaşlı çiftle kendileri ilgileniyormuş gibi, ihtiyaç duymaları halinde yardım etmeye hevesli ve sadece çaresizlik içinde bakabildiklerinde daha da acı çekiyorlarmış gibi sessizce Anne ve Baba’yı yaşam alanlarında takip ediyor.
Nihayetinde filmi bitirdiğimizde anlatısıyla, işlerin hiç kimse için hiçbir noktada, hiçbir zaman daha iyi olmayacağını anladığımız bir yere ulaşıyor. Vortex zor bir film, hatta ölüm temasını ele alış ve bunu aktarma tekniğiyle de oldukça acımasız bir film ama yine de Noé’nin ölümlülükle şu anki meşguliyetiyle teğet olarak var olma nedeni sonuna kadar takdir edilesi… Son olarak filmin açılış sekansındaki replikle yazımızı sonlandıralım:
-“Hayat bir rüyâ değil mi?”
-“Evet… Rüya içinde rüyâ…”
Editör: Melike Kara
- Gaspar Noé – Vortex Film İncelemesi - 9 Aralık 2022
- Burning (Şüphe) Film İncelemesi - 24 Mart 2022
- Whisky Film İncelemesi - 20 Ocak 2022