Yazar: 18:40 Anlatı

Gar

Trendeyim.

Garip bir şeyler var. Sanki bir zaman bükücü gibi zamanı doğrusal olmaktan çıkarıp onu elinde lastik gibi çeviriyor ve zaman birden döngüsel bir hal alıyor. O andan sonra zaman akan bir şey olmaktan çıkıyor. Artık dönmeye başlıyor. Kafanın etrafında dönen kuşlar misali dönüp duruyor. Sen, o bulamacın ortasında içinde olduğun anı yakalamaya çalışıyorsun sadece. Başta, sonda, ortada… Yine başta. Şimdi sonda. Hayır, hayır orası orta. Artık bulunduğun an nerede bunu anlamak o kadar zor ve aramak öyle saçma gelmeye başlıyor ki yavaşça bakmayı bırakıyorsun. Kendine sorup duruyorsun: Şu an, nedir ki? Dönüp duran bir yuvarlığın içinde yakalamaya çalıştığın bir nokta sadece….

Bu düşünceler içinde tren camından gördüğüm heykeli izliyorum. Kendi içinde dönüp duruyormuş, yuvarlaklar çiziyormuş gibi duran heykeli. Bir tren garına sadece içerisi de çok boş durmasın diye konulmuşa benzeyen bu çelimsiz, şekilsiz heykelin anlatmak istediği şeyler var sanki. Şekilsizliğine acınarak bir köşeye atılmayı bile hiç umursamıyor gibi görünen heykeli, mağrur bir ifadeyle bana bakarken canlandırıyorum gözümde birden. Neden bilmem, boynunda -yüzü olarak düşündüğüm yuvarlaklak çizmeye başlıyormuş gibi duran çıkıntının hemen altında- kırmızı bir fular ve yüzünde dikdörtgen çerçeveli bir gözlükle hayal ediyorum onu kafamda. Yüzünden ukalalık akan bir ifadeyle çenesini kaldırıyor ve bilmişçe gülümsüyor. Beni öylece bir kenara atmaya çalıştınız ama ben aslında tam da olmam gereken yerdeyim, diyor sanki. “Hah, beni yok edemediniz. Aslında var ettiniz. İnsanların veda ettiği, kavuştuğu; aslında kendini en çok kaybedip bulduğu buradayım ve benim bu şekilsizliğim ancak buradaki insanlarda bir şekil oluşturabilirdi.”

Haklı, diye düşünüyorum. Bu garip heykeli ancak ben ve benim gibi kendine tamamen tanıdık ve aynı zamanda tamamen yabancı bir halde öylece bekleyen ama neyi beklediğini bile aslında bilmeyen biri bu kadar incelerdi. Gözlerimi kısıp ona tekrar bakıyorum. Sonra genişçe açıyorum gözlerimi, her biçimsiz tarafını iyice görmek için. Bir anda yaşlanıyorum. Yürümeye üşenmeye başladığım, huysuzlaştığım, hayattan koptuğumu hissettiğim için panikle daha sıkı tutunmaya çalıştığım yaşlardayım. Ne işim var burada, diyorum. Bu yaşımda bu gezme hevesi nereden çıktı ki? Sabah yataktan çıkarken bile uyandığı enerjinin yarısını yitirmiş olarak kalkabilen ben burada durmuş bu eğri büğrü heykeli izliyorum.

Gençleşiyorum. Ama, diyorum, ne güzel yaşamak. Geziyor, görüyor, tadıyor ve karşımdaki bu ilginç heykeli yorumluyorum. Sonra sıkıldığımı hissediyorum, keşfedecek yeni şeyler olmalı orada. Ufuklarda. Tadacak yeni tatlılar ve pastalar, oynanacak yeni oyunlar, kurulacak yeni arkadaşlıklar…  

Büyüyorum. Güneş ışınları yüzümdeki güneş gözlüğüne çarpıp yansırken halsiz bir şekilde sadece dağınık bir topuz yaptığım saçlarımla bu şekilsiz heykele bakıyorum. Bana ne söylediğini bilmeye ihtiyacım var, bir şeyler bilmeye, kendimi bilmeye… Yolumu arıyorum. Gözüm heykelde, ondan bir cevap bekliyorum. O hâlâ kendi içine içine dönüyormuş gibi öylece duruyor karşımda.

O anda… O an diye bir şey yok. Hem yaşlıyım; hayatım bitmek üzere endişesiyle kaybettiğim zamanı telafi etmeye çalışıyorum. Hem gencim; kendi yolumu bulmaya, bir yandan da doya doya yaşamaya çalışıyorum. Hem de küçük bir çocuğum, büyümenin bana getireceği tüm o heyecanları büyük bir merakla beklerken oyunlar oynuyor, eğleniyorum. Aynı anda hepsi ve hiçbiriyim.

Tren hareket etmeye başlıyor. Üç ben de gözlerini kırpıştırıyor. Havadaki boşluğu öylece izlediğim dakikalardan sonra, anladım, diyorum. Bu heykel tam bir saçmalık. Zamanı büküyor, döndürüyor. Bununla onu giderek anlamsızlaştırıyor. Geçmiş, gelecek, şimdi… Hepsi aynı anda olmaz, hepsini aynı ana toplamak bir saçmalık. Hayır, diye düşünüyorum. Hayır, zaman dönmemeli. Zaman akmalı. Yavaş yavaş, tıpkı kendi rayında giden bir tren gibi. Her demiri ‘şimdi’yle döşeli olan o rayda yavaş yavaş akmalı. Sonunu düşünmeden, başlangıcı aramadan. Yavaş yavaş… Aynen öyle.

Başım koltuğa yaslı. Tren raylarda sallana sallana ilerlerken vardığım sonucun verdiği rahatlama hissiyle gözlerim hafif hafif kapanmaya başlıyor ve kendimi huzurlu bir uykunun kollarına bırakıyorum.

*Fransızca gare “büyük demiryolu durağı” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Eski Fransızca garer veya guarer “korumak, muhafaza etmek” fiilinden türetilmiştir. Bu sözcük Germence yazılı örneği bulunmayan *waran veya *weran “bakmak, gözetmek, korumak” fiilinden alıntıdır.

Editör: Melike Kara

Latest posts by Zeynep Aryaman (see all)
  • Gar - 14 Mart 2023
Visited 18 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version