Yazar: 12:23 Röportaj

Fuat Sevimay ile 5 Soru – 5 Cevap (Ne dersiniz)

Edebiyat tutkunu biri olarak çevirmenlik dışarıdan bakınca çok zor geliyor bana ama bunun aynı zamanda tılsımlı bir şey olduğunu düşünüyorum. Çevirmenlik nasıl başlanması gereken bir tutku?

Sanırım ilk adım insanın kendini denemesi olmalı. Yani bir (veya birkaç) yabancı dile hakimsinizdir ve çeviri yapmayı arzu edersiniz ama önce oturup bir bakmanız gerekir. Gerçekten o cümlelerin içinden çıkabiliyor musunuz, metnin hakkını verebiliyor musunuz? Tanıdığım, dili iyi bilmekle birlikte çeviride tıkanan çok arkadaş var. Çünkü dil bilmek yetmiyor, Türkçede de iyi kalem oynatıyor olmanız gerekiyor. Hatta bence işin bu tarafı bence daha da önemli. O nedenle bu işe girişmek isteyen birinin önce kendini tartması gerekir. Sonrası yayınevleriyle temas ve saire.

Sohbet ettiğim bazı gençlerin, çevirmenin nasıl yaşaması, neler yapması, yola nasıl çıkması konularında kafası karışık. Başarılı ve adından söz ettiren bir çevirmen olarak onlara ne dersiniz?

Aslında bu sorunun detaylı yanıtını verdiğim iki kitabım var. Birisi “Çeviri’bilirsin” ki tam da çeviri yapmayı düşünüp kafası karışık olan insanlar için yazıldı. Metne nereden yaklaşılacağına dair bilgiler, ufak tefek tüyolar, denemler, sektörel bilgiler var içinde. Bir diğeri ise kurgu eser “Benden’iz James Joyce.” Bu roman Joyce’un baş karakter olup günümüz İstanbul’unda dolaştığı bir metin ve onun eserleri de romanda geziniyor ama diğer karakter de Çevirmen. Dolayısıyla roman boyunca yazar ile çevirmenin ilişkisini, meseleleri nasıl ele aldıklarını, benzeştikleri ve ayrıştıkları noktaları da okuyoruz. Dolayısıyla bu roman da fikir verebilir.

Ama yine de bir çevirmen adayına ilk önerim kendini denemesi olur. Bir sayfa çevirip sonra bir durup baksın. Neler doğru akmış, nerelerde metin sırıtıyor. Zaten bunları ayırt etmeye başlarsa yol almaya hazır demektir.

Nedir bu James Joyce hayranlığı? Nasıl başladı bu hayranlık nasıl şekillendi nereye kadar gider?

Aslında ilk tanışıklık ta lise yıllarına dayanıyor ama otuzlu yaşlarda Ulysses, Sanatçının Gençlik Portresi gibi eserlerin okunması sonrası durum okur hayranlığına dönüştü. Sonra da tüm külliyatını çevirerek mevzuyu baba-oğul haline getirdik. Gerçekten de edebi babam, düşünceleriyle yön veren yazar olduğunu söyleyebilirim. Çünkü yazım tekniğiyle bambaşka, sıradışı bir yerde duruyor ve detayına vakıf olduğunuzda müthiş ufuk açıcı bir isim. Ama hep söylerim, bu isim benim için Joyce olabilir, bir başkası içinse başka yazarlar olabilir. Önemli olan birkaç yazarı benimseyip, onun tüm eserlerine, hayata bakış açısına, edebiyatını nereden kurduğuna kafa yormak. Bu çok besleyici bir süreç ve insanı dönüştürüyor.

Öte yandan Joyce ile edebi ilişkimiz de sonlandı diyebilirim çünkü tüm eserlerini çevirip, üstüne bir de kendisini roman kahramanı yapmakla üzerime düşeni yerine getirdiğimi düşünüyorum. Bunan sonrası okura emanet.

Deniz Yüce Başarır’la Ben okurum programında Saramago ile ilgili nefis bilgiler verdiniz ve program çok keyifliydi. Edebiyat sizin hayatınızla iç içe geçmiş bunu anlıyoruz, izliyoruz ama gerçekten bu kadar keyif almak nasıl bir his? Aynı zamanda edebiyat inanılmaz kederli çünkü .- Doğru sordum mu bilmiyorum :)-

Ben tam tersi, edebiyatın kederli olduğunu düşünmem. Hatta ufaktan atasözüne dönmeye başlayan, başka yerlerde de sık sık dillendirilmeye başlayan bir söylemim var, şöyle ki; “Edebiyat bir derde odaklanmalı ama dertli veya kasvetli olmak zorunda değil.” Yani bu biraz da bizim edebiyattan ne umduğumuza bağlı. Eğer bir köşeye sinip, dünyada ne çok acı varmış mealinde romanlar okursak, elbette kederleniriz. Bunu, arabesk bir dille gerçekleştiren, acı satan, içimizi kanırtan eserlerle benim başım pek hoş değil. Oysa o sorunlarla nasıl başa çıkılacağını, dünyayı ve insanı nasıl tanıyacağımızı, kendimizle nasıl yüzleşeceğimizi anlatan bir dolu roman da var. İronik bir dille mücadele alanı yaratıyorlar. Ben hem yazdıklarımla hem okuduklarımla bu ikinci grupta olmayı yeğliyorum. Böyle olunca da edebiyat tutkuya, yol gösterici keyifli bir yoldaşa dönüşüyor.

Onunla yürümek, yemek, yatmak, okumak istediğiniz roman kahramanı var mı?

Tutunamayanlar’dan Günseli çok ilgimi çeker. Biz hep Turgut’u Selim’i konuşuruz ama romana bir bölümde, bağırmayan ama gürül gürül bir sesle giren Günseli ile sanırım çok sıkı dost olurduk. Selim’i unutur muydu bilmem ama isterse eskilerden, isterse bizden konuşmak, belki de Boğaz’da bir banka oturup sadece susmak ve denizin menevişine bakmak hoş olurdu. Evet. Günseli’yi çok merak ediyorum.

Visited 10 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version