Yazar: 13:23 Röportaj

Ruhşen Doğan Nar ile “Hıyar Hapı Meselesi” Kitabı Üzerine Söyleşi

Kitap boyunca absürt ile gündelik arasındaki o kaygan çizgide yürüyorsunuz. Peki sizce Türkiye’de gerçek absürt olan kim: Hıyar Hapı mı, onu satın alanlar mı?

Hayatın kendisinin başlı başına absürt bir nitelik taşıdığını düşünüyorum. Ama bu, onun değersiz olduğu anlamına gelmiyor. Benim bakış açımda nihilizm yok. Tam tersine, anlamı biz yaratıyoruz. Dünyadaki varoluşumuzun sebebini biz kendimiz buluyoruz. Özellikle Türkiye gibi geç kapitalistleşmiş bir ülkede ise her şey ortalamanın çok daha ötesinde bir akıldışılık barındırabiliyor. “İzahı olmayan şeyin mizahı olur,” denir ya, tam olarak o haldeyiz aslında. Yani bu bir bireysel gariplik değil, toplu bir saçmalık hali.

Hıyar Hapı’nın içeriğinde “Lihtenştayn hıyarı” geçiyor. Bu tercihin ardında kapitalizme bir taş mı var, yoksa gerçek anlamda Avrupa’dan medet uman bir ironi mi?

“Bir başkadır benim memleketim.” muhabbetini biraz tiye aldım diyebilirim. Elbette herkes memleketini sever, sevmelidir de. Ama bu sevgi, mantık sınırlarını aşıp ırkçılığa evrilmediği sürece. Lihtenştayn hıyarı da tam bu ironinin tam ortasında yer alıyor. Romanın ikinci bölümü olan Reklamlar kısmında geçiyor bu ifade. Bence kitabın en çarpıcı ve en komik bölümlerinden biri olabilir. Küçük bir sır da vereyim: O kısım aslında yıllar yıllar önce bir edebiyat dergisinde, tek başına bir öykü olarak yayımlanmıştı.

Serkan’ın eşine yaklaşımıyla reklamdaki kadına yaklaşımı arasında bir “arzu geometrisi” var sanki. Kadın karakterleri bilinçli biçimde yüzeyde mi bırakıyorsunuz, yoksa Serkan’ın bakışından mı biz onları göremiyoruz?

Hıyar Hapı Meselesi, temelde kapitalizmin tüketim çılgınlığını körükleyen reklam dünyasını ve bu reklamların özellikle kadınlara empoze ettiği ideal beden algısını eleştiriyor. Dolayısıyla kadın karakterlerin romandaki edilgen halleri tamamen tesadüf değil. Bilinçli bir tercih. Serkan’ın hem eşine hem de reklamdaki kadın figürüne yönelik bakışının kendisi sorunlu. Roman başka bir açıdan okurlar için bir tür ayna işlevi de görüyor.

Tufan karakteriyle “sınıf atlayamayan esnaf” stereotipini yazarken Türkiye’deki orta sınıfın hayal kırıklığını mı hedef aldınız, yoksa bu karakter sadece çaydan mı ibaret?

Türkiye’de orta sınıf mı kaldı? Fakirler ve zenginler var. Arada ise giderek genişleyen bir boşluk. Tufan; çayı fazla demli, muhabbeti bol, memurların başını şişirmeye bayılan tipik bir esnaf sadece. Daha fazlası değil. Ama bazen o çok da önem taşımayan yan karakterler okurun aklında yer edinebiliyor.

Reklam metnini neredeyse bir vaaz gibi yazmışsınız. Bu bilinçli bir “pazarlama dili parodisi” mi, yoksa Türkiye’de gündelik dilin zaten vaazlaştığına mı inanıyorsunuz?

Kitapta yer alan Hıyar Hapı reklamının esin kaynağı, 1990’ların sonu ile 2000’lerin başında televizyonlarımızda sıkça karşımıza çıkan, Amerika’dan adeta kopyala-yapıştır usulüyle ithal edilmiş, düşük bütçeli ve yüksek dozda saçmalık içeren ürün reklamları. Bu reklamlarda hep o klasik “önce-sonra” fotoğrafları olurdu, üstüne de “Şimdi arayanlara ikinci ürün bedava!” gibi vaatler sunulurdu. Yeni kuşak çok denk gelmemiş olabilir. Ama bir dönem bu reklamlara kanan bir sürü insan vardı. Ben de o reklam metnini yazarken bu pazarlama dilini bir parodiye dönüştürmek istedim.

Edebi gelenek içinde düşündüğümüzde, Serkan daha çok bir Yeraltı Adamı mı, yoksa Türkiye usulü bir Oblomov mu? Ya da ikisi arasında sıkışmış bir ezik mi?

Serkan, tam anlamıyla iki arada bir derede kalmış bir karakter. Türkiye usulü bir garip öğretmen o. Sistemin içinde sıkışmış, ezilmiş ama hâlâ küçük bir umut kıvılcımı taşıyan biri.

Metinde birkaç kez “çirkinlik” özellikle vurgulanıyor. Serkan hem kendini hem başkalarını fiziki olarak acımasızca analiz ediyor. Bu beden takıntısı Türkiye toplumunun röntgenci yanına bir gönderme mi?

Eskiden çoğunlukla reklamlarla, şimdi ise sosyal medya aracılığıyla topluma empoze edilen o ideal beden algısına dair bir eleştiri yapmak istedim aslında. Güzellik ve çirkinlik meselesi kitap boyunca oldukça işleniyor. Hem bireysel bir takıntı hem de toplumsal bir dayatma haline gelmiş durumda. Serkan’ın bu takıntılı bakış açısı, toplumun bir yansıması olarak öne çıkıyor. Bunu sadece bireysel bir saplantı değil, toplumsal bir eleştiri aracı olarak kullanıyorum.

Romanın merkezinde bir “anonim arzu nesnesi” olarak kadını konumlandırmak, erkek karakterin bastırılmışlığını anlatmanın aracı mı, yoksa okuru provoke etmenin mi?

Kadınlar kapitalizmde çoğunlukla edilgen bir arzu nesnesi olarak tasvir edilir. Erkekler genellikle “avcı” olarak konumlanırken, kadınlar da birer “av” gibi gösterilir. Hıyar Hapı Meselesi’nde de bir av var ama bu av beyhude bir av. Avcı, gerçek bir avcı değil; av ise hem sanılan hem de hiç de öyle olmayan bir şey. Sürprizbozan vermemek adına daha fazla detay veremiyorum ama kitapta çok katmanlı bir mesele var.

 “Hıyar Hapı” gerçek olsa, sizce en çok kim sipariş ederdi: Siyasetçiler mi, influencerlar mı, edebiyat dergisi yöneten tipler mi?

Bence en çok influencerlar sipariş ederdi. Yaz mevsimi yaklaşıyor. Hepimiz sahillerde, plajlarda biraz daha fit görünsek, fena mı olur? Hıyar Hapı tam da bu zamanda peynir ekmek gibi satılırdı. Gerçekten Hıyar Hapı işine mi girsek? Placebo etkisi sayesinde zengin olabiliriz.

Visited 16 times, 16 visit(s) today
Close
Exit mobile version