Dünya tarihi halkları kendi menfaatleri doğrultusunda ezmiş tiranlarla doludur; kimi tamamen zırdeli bir hevesin tutkunu kimi bir mecburiyetin maşası kimiyse sadece hiçbir akli sınıra boyun eğmeyen bir kendini bilmezliğin neferi olarak suni kavramların arkasına ellerinden geldiğince gizlenmeye gayret etmiş fakat nedense ancak öldükten sonra fark edilir hale gelmiştir. Okur halktır ve halkın biricik parçası olduğundan ezilmeye alışıktır. Yazının bütün türleri altında ezilmekten bir türlü yukarı bakmak aklına gelmemiş olsa gerek, belki de insanlık kadar eski bir tiranın tüm dünyada çekilen acıların, yoksunlukların, kayıpların ve kayboluşların sebebi olduğunu göremediler. Okur harfler sayesinde kör, sesler sayesinde sağır bir dünyanın esiri olduğundan belki bunu asla göremeyecektir ve bu artık kanıksanmış, uyuşuk bir mutsuz olmama durumunun sağlayıcısı niteliğindedir. Her şeye alışılabilir, bu mümkündür ve bir şey mümkünse, onun imkânsızlığı bize neyi anlatır?
Macar yazar Ferenc Karinthy tarafından yazılan Epepe okura asıl tiranın kim olduğunu gösteriyor aslında. Acı bir gerçek olsa da dilin tüm mümkün halleriyle bizi nasıl esir aldığını yine bir üst kavram olarak dilin imkânsızlaşmasıyla görüyoruz. Karakter kitabın ilk sayfalarından itibaren okurla iletişim içerisinde; anlatıcı dil üçüncü tekil şahıs olsa da gizli bir özne sürekli bize sesleniyor birinci ağızdan, çünkü başka çaresi yok. Eskilerin “İnsan konuşmazsa ya ölür ya çatlar,” sözünün olumlayıcısı bir kifayetsizlik içinde olan Dilbilimci Budai düştüğü bu durumda bir insanın hayatta kalabilmek için yapabileceği her şeyi yapmaya gayret ediyor. Buna acı çekmek de dahil, boğulmak da zira okur olarak bizler de bu iletişimsizlik çıkmazında sıkışmış hissediyor ve kimi zaman kitabı bırakmak istiyoruz. Çünkü gürültü içindeki sessizlik, görünmezlik, yok sayılma bir noktadan sonra bizim de insani ve hayatta kalma duygularımıza bir saldırı halini alıyor. Gelin görün ki bir şeyler bizi tutuyor, karakterin umuduyla karıştırılsa da bizi okumaya zorlayan şey, kendimizi karakterden üstün görüp aklımıza gelebilecek her şeyi düşünüp düşünemeyeceğini öngörmek arzusu. Roman boyunca, “Aslında şunu yapsa belki,” cümleleri dönüp duruyor zihnimizde fakat daha biz onu düşünemeden yazar o yöntemin beyhudeliğini bize birkaç cümleyle açıklıyor.
Kitabın aldığı bu cesur tavır sebebiyle kimi zaman kısır döngüye girdiği sanılabilir. Fakat durum bunun tam tersidir: Yazara göre dil iletişim aracı değil, iletişimi yok eden yegâne şeydir. Toplum olmanın bütünleştirici duygusunu yüreklere serpiştirirken aynı zamanda kapalı bir sistem yaratır ve insanlar artık iletişimin izdüşümü addedilebilecek bir biçimsizlikte konuşmak sandıkları anlaşmazlıkların kölesi haline gelmiştir. Bu hisse karakter bir türlü anlayamadığı dilin yapısını çözmeye çalıştıkça bilinen hiçbir metodun işe yaramadığını gözlemlediğimizde kapılırız; atılan her bir adımda sistem daha da karmaşık hale gelmekte ve hiçbir metot işe yaramamaktadır. Her şeyin aynı göründüğü karmaşada hiçbir şey aynı değildir ve okur bile kitapta karakteri her yere sürükleyen sonsuz kalabalık yüzünden oturup aklıselim bir şekilde sonuç düşünememektedir. Karakter dil kayasını sürekli tepeye bıkmadan, usanmadan itmektedir fakat Sisifos’tan onu ayıran ve durumu tatsız Kafkaesk’e çeviren şey Budai’nin işlediği suçun ne olduğunu bilmemesidir, tıpkı asansörde kendisiyle iletişime geçmek isteyen kadının isminin sürekli değişmesi gibi; gerçeği bir türlü öğrenememektedir.
Çok uzun zamandır böylesi nitelikli ve Dil denen tiranın gerçek yüzünü gösteren bir eserle karşılaşmamıştım. Kimi zaman hissettiğim çaresizlik anlarında karakterin umudunu hiçbir zaman yitirmemesi ve sürekli savaşması benim de kitabı gönül rahatlığıyla okumama sebep oldu.
Dilin hegemonyasında tanıdık gelen tek şey savaşın ve devrimin göze parlak gelen fakat kan ve etle yoğrulmaktan tanınmaz halde olan yorgun çarkı. O da bize zaten bu iki kavramın dilden ve kültürden münezzeh, hayvani bir dürtü olduğunu göstermektedir. Çünkü yazarın da göstermek istediği üzere, taraflar her zaman vardır ve zayıfın kaderinde anlayıştan muaf olarak ezilmek vardır; ezen pek muhterem Dil olsa da.
Editör: Mete Karagöl
- Epepe ve Sisifos’un Biçimsiz Kayası Olarak Dilsel Çaresizlik - 6 Haziran 2024
- Kar ve Su - 7 Aralık 2023