Yönetmen: Ang Lee
Öykü: Yann Martel
Yıl: 2012
“Yaratıcı yarattığını yalnız bırakmaz, mücadeleyi bırakma!” Filmden hepimizin anladığı bu ortak mesajdan bahsetmek değil niyetim. Filmdeki aslında kitaptaki mecazlar, imgeler üzerine durmak niyetindeyim. Bunlar, sayesinde anladığımı anlatmak derdindeyim.
Pi … Daireyle ilgili problemlerin çözümünde kullanılan sonsuz uzunlukta irrasyonel sayı. Kahramanımızın adı. Bir insanı tanımlamak nasıl uzunsa ve sonsuz kelimeler dizisi gerektiriyorsa, pi sayısı da o denli sonsuz. Dairenin çevresini çapına böldüğümüzde elde ettiğimiz oran. Daire ne denli büyük olursa olsun -ya da küçük- pi, aynıdır. Kainatta her şey bir döngü halindeyken, bu sayının isim olması boşa değil, birliğe işarettir. İşte kahramanımızın adı gerçekte bu yüzden Pi. Filmde ve kitabında bu ismin verilme nedeni kahramanımız tarafından bir Fransız yüzme havuzu olarak belirtilir. Ve yine kahramanımız tarafından pi sayısına dayandırılarak açıklanır. Matemetiksel olanı ayrı bir keyif elbette fakat diğeri de sanıldığı kadar boş değil. Zira onun adı bir havuzun hem de kahramanımızın dünyanın her yerinde havuza girmek gibi bir merakı olan Mamaji’nin yani babasının en iyi arkadaşının gördüğü ve girdiği en berrak suya sahip olan havuzun adıdır. Babası, arkadaşının anlattığına göre “bu kahve yapılabilecek denli temiz” suyun hatırına ona bu adı vermiştir.
Ne demişti Tales: Varlığın özü sudur. Her şey sudan gelmiştir ve suya dönecektir. Dünya da sonsuz suyun içinde (okeanos-okyanus) yüzer. Bizim edebiyatımızda da Fuzuli Hz. Muhammed (s.a.v) için yazdığı Su Kasidesinde, suya (suyun) başını taştan taşa vurarak o ulvi ruhu aratır. Bir diğer şairimiz yine 16. yy.den Rehayi:
“Dila sanki giyeh idim zemini gamda bittim ben
Baharı ömrümün geçdi hazana şimdi yetdim ben
…
Heman ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben
San ol nilüferem kim suda bittim suda yittim ben” diyerek gam yüzünden sürekli göz yaşı döktüğünü, bu dünyaya ağlayarak geldiğini, bu sebeple suda biten ve suda olmasına rağmen ölüp giden nilüfere benzetir kendini. Hayat ana rahminde suyla başlar ve İslam’a göre abdestle mezara gömülünür. Su, “marifetullah”tır.
Diğer dinler için de kutsal yönü bilinir suyun. Örneğin filmde Pi bir sahnede bir iddia üzerine kiliseye gidip gizlice kutsal suyu içer. Kendisini fark eden bir rahip ona “Susamış olmalısın?” deyip bir bardak su verir. Bir yudum içen Pi, rahibe yaradılışın sırrını sorar.
Daha en baştan sırf ismiyle bizi bu denli düşündürür kahramanımız. Film baştan sona bu istiarelerle örülüdür.
Pi rengârenk ve her çeşit canlıyla bir arada bir hayat yaşamaktadır. Bu masalsı huzurun renklerle, varlıklarla ve müzikle seyirciye yansıtılışı gerçekten başarılıdır Pi’nin anne ve babası çocuklarını inançları konusunda özgür bırakan insanlardır. Baba materyalisttir. Pozitivizmi destekler. Pi ise insanlığın ilk büyük medeniyeti olan Hindistan’ın çok dinli çok kültürlü ortamında adeta sıkıştırılmış bir dünya mozaiğinde kendi aklınla gerçek dini, varlığın sebebini, Allah’ı bulmaya çalışmaktadır. Yıllar sonra onun hayatını yazacak olan yazar da aynı sorunun cevabını merak etmektedir. Bu sebeple Pi’ye gelmiş ve ondan muhteşem hikâyesini anlatmasını istemiştir. Yazarın Pi’ye gelmesinin asıl sebebi yazacak güzel, etkili bir konu bulma arayışıdır. Ancak bir ara Pi’ye “Bana nasıl inanacağımı anlatacaktın?” diye sorar. Onu Pi’ye yönlendiren de, iki yıl emek verdiği bir kitabını yayımlamaktan vazgeçip yırttığı anda bir “tesadüf” eseri olarak tanıştığı Mamaji’dir. Mamaji ona, Pi’nin hikâyesinin onun Tanrı’ya inanmasını sağlayacağını söylemiştir. Bir dine, bir yaratıcıya, bu yaratıcının dünyayı neden yarattığına dair sorularına Pi’nin verdiği ya da bulduğu- cevaptır aradığı. Ve Pi anlatır.
Hindistan’dan hayvanlarıyla birlikte ayrılmak zorunda kalıp da Tales’in okyanusunda nasıl fırtınaya yakalandıklarını anlatır. Bitmek tükenmek bilmez gibi görünür okyanus. Yetmezmiş gibi tüm ailesini bu kazada kaybeder. Bir çakal, bir kaplan, bir maymun ve bir zebra ile bir filikada yol almaya başlar. Önce çakal çakallığını yapar. Zebrayı ve maymunu öldürür. Sonra kaplan çıkar ortaya. Doymak bilmeyen nefsiyle kaplan zaten zor olan okyanus şartlarını daha da zorlaştırır Pi için. Bu kaplanın adı Richard Parker’dır. Edgar Allan Poe’nun bir gemi kazasını anlattığı romanının kahramanının ismidir.Onunla çok daha küçükken tanışır Pi. Babasına inat hayvanın bir ruhu olduğunu ispat çabasındadır o vakit. Bu kaplan bize zaman zaman kendi nefsimizi sembolize eder. Kaplan filikadaki bütün hayvanları yedikten sonra Pi’ye yönelir. Pi okyanus ortasında susuzluğa, açlığa, güneşe ve fırtınaya rağmen kaplana av olmamak için onu balıklarla beslemekle uğraşır. Fakat bu durum onu ayakta tutmaktadır. Kaplanı doyurmak ve ona yem olmamak çabası Pi’nin hayatının anlamı olmuştur ona bir “amaç” vermiştir. Onu hayata bağlayan, diri tutan ensesinde nefesini hissettiği kaplandır. Bütün bunlar olurken Pi ara ara Yaratıcı’ya şükreder. Özellikle birkaç sahne önemlidir. Fırtına kopar, tekne alabora olur. Kaplan bir köşeye siner fakat Pi neşeyle kendinden geçerek fırtınanın tadını çıkarır ve yine şükreder. Kaplanını da çağırır bu “güzellik”i izlemesi için. Sanki dert üstüne dert verene şükrederek sınav vermektedir. Filmde daha önce kulağımıza fısıldanmış olan“Sınanmadıkça inancımızın ne olduğunu bilemeyiz” sözü şimdi bu sahnelerle anlatılır. Bir diğer sahnede vejetaryen olan Pi kaplana av olmamak için büyük bir balık yakalar ve onu çekiçle vurarak öldürür. Göz yaşları içinde ondan af dilerken şöyle der: “Sana şükürler olsun Allah’ım bir balık şeklinde karşımıza çıktın ve beni Mr. Parker’ı (kaplanın adı) ölümden kurtardın.” Filmde bizim geleneğimizde, tasavvuf zihniyetimizde olan “Her şerde bir hayır vardır.” öğretisi sıkça çeşitli mecazlar istiareler vasıtasıyla tekrar edilmektedir. Etobur ada da bunlardan biridir. Bu ada sayesinde biraz dinlenme ve yiyecek depolama fırsatı bulur fakat orada” tesadüf” eseri bulduğu bir insan dişi sayesinde de adanın etobur olduğunu anlar ve oradan uzaklaşır. Bu arada eğittiği, artık hükmedebildiği kaplanı da tekneye gelir ve bu okyanus yolculuğu nihayet bir gün son bulur. Karada onun yorgun bedenini insanlar bulmazdan önce kaplanı ardına bakmadan –Pi’ye göre onunla vedalaşmadan- çekip gider. Hayatının anlamı olan, onu hayata bağlayan amacının böyle gidişi onu çok üzer.
Kaza için sigortadan gelen adamlara tüm bu hikâye dayanaksız, âfâki hatta saçma gelir. Onların isteği üzerine onlara “inanabilecekleri” ve onların deyimiyle onları “aptal gibi göstermeyecek bir hikâye” uydurur. Adamların bu hikâye karşısındaki tavrı çoğumuzun din ve bize göre olan gerçeklik karşısındaki durumumuza bu ikisinin çatışmasına denktir. Hayvanların yerine annesini, geminin aşçısını koyarak öyküyü yeniden anlatır. Bu daha tatminkârdır sigortacılar için. Pi bu tecrübeyle Allah’a inanmıştır. Şimdi yazara, inancın kaynağını gösterecek soruyu sorar: “Sen olsan hangisine inanırdın?” Yazar hayvanlı olanı seçer, daha iyi bir hikâye olduğu için. Pi kendi kurduğu ailesiyle bir mutluluk tablosu çizerek bizi bırakır.
Film hemen hemen izleyen herkesin de dediği gibi görsel bir şölen. Bu görsel şölen bütün dinleri kapsayan bir inancın ve varlığın sebebini açıklamak iddiasında oldukça başarılı. Babasının sözüne rağmen Hindu, Katolik ve Müslüman olan Pi gerçekte tek bir din olduğunun farkında: Sevgi. Varlığın özünün bu sevgi olduğunun, severek, şükrederek bütünleşmek gerektiğinin, “birlik”in farkında. Adı gibi sonsuz. Pi sadece o materyalist babanın çocuğu değil; insanın hatta varlığın bir temsilcisi. Okyanus hayattır. Sonu belirsiz. Kendi başına sorun ve kendi başına nimet. Zorluklar, fırtınalar, köpek balıkları… Her şeye rağmen şükretmek, hayatın pahasına bir kaplanı bile sevmek…Pi herkestir. “Hepimiz Pi’yiz” desek yeridir. Çünkü Pi’ye göre gerçekten durum da böyledir. Her insan sonsuz bir irrasyonel sayı gibi okyanusta yaşam savaşı vermektedir.
Sevgiyle…
- Bir Yazara Bakmak | Yakup Kadri Karaosmanoğlu - 15 Ekim 2023
- Umudu da Gerçeği Gibi Büyüsünde Bir Edebiyat: Latin Amerika - 24 Ocak 2022
- Poetik Bir Soru(n) - 24 Kasım 2020