Yolcuların ve orospuların divanından sesleniyorum sana ey ulu! Suların kuruduğu, göğün yaradılışına döndüğü, gidenin geri geldiği, gelenin kendini vurduğu bir memleketin; yaralı halkının arasında geziyorum bir süredir. Bu halk ki sıcak yaralarına tuz basıyor nicedir, şiirler okuyor tabanları çatlamış yol işçilerine. Sıcak ekmeğe yeşil bir düş sıkıştırıyor. Ben bu memleketin divanından sesleneceğim sana. Sen kendine, ben kendime bakana kadar anlatacağım sana derdimi ey ulu!
Ne din ne iman soruyorum, tek bildiğim lisanı konuşuyorum onlarla, insan lisanını. Bu memleketin küllerinden yeni bir evren yaratılana kadar bucak bucak gezeceğim. Henüz adını bilmediğim, dilini duymadığım suskunluklar içinde bir memleket burası. Yolcuların ve orospuların divanından sesleniyorum sana.
Dehlizlerin renkli curcunasından karanlığa bakan bu memleketin suyundan içiyorum, ardımda bekleyenim yok. Gezeceğim karış karış bu memleketi. İnsana insanoğlu demeyen yeni doğacak bebeklerin adını okuyacağım kulaklarına. Bakire kadınların pamuklara sarılmadığı bu topraklarda, evler arasında uzanmış sağlam iplere asılı çamaşırlar içinde iki yeni beden olarak dünyaya gelene kadar mektuplar yazacağım. Işıkları yavaş yavaş sönen kentlere, imzasını tanımadığım hükümdarların adını bir bir söküp atacağım, hamile kadınların korkusundan. Üzerime geçirdiğim silüeti iki elimle yırtıp giriyorum divana; sorulardan, okyanusun sesinden, kılına zarar verilmeyen hayvanların dilinden ben dökülecek miyim diye bakıyorlar onların derin ve şinas gözlerine. Usulca kulağımı fısıldıyor ulak, “Gel!” diye. Yolcuların ve orospuların divanına varıyorum, tanımadığım yüzlerden efsaneler akıyor bazısı Mem-ü-zin bazısı Karacaoğlan… Saçları yırtık orospular, ayakları siyah yolcular sıralanmış divana. Kimin eli çiçek, kiminin bedeni gül bahçesi. Göz çukurlarında sözcükler saklı, buluta ve aya karışıyor sesleri. Mırıltılarıyla dans ediyor mevcudiyeti mahallelerde, beşiklerde ve boş mezarlar arasında saklanan varlıklarla. Alemi balanın ar damarını yamıyorlar dans ederken ve orospuların mırıltıları sese uzanırken. Birden gözümün feri sönüyor, ellerimden yukarı çıkan duman gözlerime ışık, ayaklarıma derman oluyor. Aralıyorum usulca gözlerimi, saçı mor, teni ak bir kadın elindeki fermanı okuyor. Divanda oturan orospuların ve yolcuların ayak diplerinde insanlar oturuyor. Renk, iman, ses ayırt etmeksizin. Hepsinin üstünden oluk oluk kan akıyor, kanın rengi kırmızıdan koyu, siyahtan açık. Yüzlerinde göz yok, dudakları silik. Hepsi yaralı bir hayvan gibi ürkek. Ferman bitiyor, söyledikleri dil başka, hissediyorum ama bu lisan insan lisanı değil, mor yüzlerin, uzun, ince narin bedenlerin kökeninden geliyor. Orospular ve yolcular kendi aralarında gülüp konuşurken saçları sarı; lülesi bozulmuş, memelerinden dikenler çıkan bir kadın çığlık atıyor. Ben asama dayanıp izliyorum onu, üzerimde bir gökkuşağı beliriyor. Bu neye işaret bilmiyorum. Korunaklı bir yerdeyim, çığlık beni korkutmuyor, orospular ve yolcular divanından bana zarar gelmez, biliyorum. Sesi delen bu çığlık kadının taa karnından, midesinden, kaburgalarından, belki de kalbinden geliyor. Ayak diplerinde oturan tüm erkeklerin yüzlerinden sinekler havalanıyor, hepsi aynı anda bir ürperme ile sarsılırken orospular kahkahaları patlatıyor acıyan suratlarına. Erkeklerin en esmerini seçiyor ruju dağılmış orospu, en ötekisini, ırkı en fazla kapı dışarı edilmiş olanını. İnce, uzun, yer yer sökülmüş parmaklarını, esmer erkeğin saçlarının arasından geçiriyor. Erkeğin sancıları dağılıyor orta yere. Ateş yanıyor hemen ortada, erkeğin sancıları ve orospunun çocukluktan kalma tükürüğü bir kavgaya tutuşuyor ve ikisi de aynı anda ateşe düşüyor. Orospu ağlıyor, erkek ölüyor. Hesabını soruyor erkeğe orospu, henüz küçük bir çocukken üzerine abandığı bedenin. Yer gök, gelmiş geçmiş, kedi, kuş, tüm evren zılgıtı basıyor orospunun zaferine. Divan dağılıyor; her gün, bir intikamı almak için yeniden gün veriyor başkan. Benim yola çıkmam gerek, divandan çıkarken bir kadın yaklaşıyor yanıma. Üzerinde kalın bir aba, gözlerinde siyah kalem, boynunda pranga var. Hatırlıyorum bu gözleri ben, bedenim ona doğru akarken geri çekilemiyorum. Beyin insanın bedenindedir derler, o geliyor aklıma. Kadının gözleri bana bakıyor. Onunla bir söğüt ağacının altına oturduğumuzu hatırlıyorum. Yıllar önce bir gece, onu bedenime hapsederken, bana nasıl vurduğunu anımsıyorum lanetle. Tövbenin bir anlamı olmaz mı sahiden o seni affetmeyince? Olmuyor, anlıyorum onun ateşten elleri bana değince. Ben ölüyorum oracıkta. Küçük bir kızken onun bedeninden akıttığım şehvet kefen oluyor bana. Orospular ve yolcular divanı bir sonraki hesaplaşma gününe kadar dinlenmeye çekiliyor.
Editör: Onur Özkoparan
- Polisiye Sesler: Alper Canıgüz - 20 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Halis Dokgöz - 13 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Timur Soykan - 6 Mart 2024