Apartmanda Platon olur mu gerçekten? Yoksa bu, yalnızca bir bakkalın hayal gücünün oyunu mu?
Olur mu, bilemem. Hayatta her şeyin bir olasılığı var. Olmaz dersem de biri çıkıp olursa okurlarıma ne derim? Tabii ki bu, kurmaca bir eser ve gerçekler ile gerçek dışı olaylar çatışıyor. Burada esas olan şey, bakkalın tavrı. Bakkal, sıradan bir insan ama hayatın zorluklarını da epey kafaya takmış, bir türlü sıyrılamıyor. Sıyrılmanın yolunu felsefede buluyor, içine düştüğü büyük buhranı felsefe ile anlamlandırıyor. Kaç tane bakkal, felsefe kitabı satmaya kalkar? Felsefe kitabı sattı diyelim, hangi bakkal bunun için tutuklanır? Evet, bu yönüyle de hayali. Edebiyat -benim yaratmak istediğim- biraz da böyle bir edebiyat. Gelecek Asla Gelmeyecek‘te de gerçek gibi görünen ancak gerçek dışılığıyla öne çıkan olaylar vardı. Apartmanda Platon kitabı ve bu öykü özelinde bakacak olursak, neden olmasın? Sonuçta herkes bir şeyler düşünüyor, düşündükçe de bir cevap arıyor ve bulamıyor ancak arayış da sona ermiyor. Herkes bir çeşit Platon, Aristo, Sokrates yahut Descartes, Hobbes, Machiavelli… Herkesin bir düşünce dünyası var. Bakkalın da var, o da apartmanda Platon’a dönüşüyor.
Kitap boyunca devlet, toplum, birey ve felsefe sık sık tartışılıyor. Sence sıradan bir insan, büyük filozofların düşüncelerini gerçekten hayatına katabilir mi, yoksa bu sadece bir illüzyon mu?
Sadece kitap boyunca değil, insanlık tarihi boyunca tartışılıyor aslında bu kavramlar. Bence sıradan bir insan tek başına yapamaz bunu. Diyelim ki bireysel anlamda belli şeyleri kavradınız, bunu uygulamaya çalıştınız; bir fikir, taraftarı yoksa ne kadar uygulanabilir? Esas sorun da burada. Teoride her fikir mükemmeldir. Bugün Platon’a sorsanız kendi fikrini savunur, Heidegger de. Ancak bu fikirlerin kaçı pratikte mümkün olabilir. Önemli olan bence pratik ve düşünceler bu yüzden taraftar bulmak zorunda. “X” bir filozof bir şey düşünür, yazar; sonrasında kimse ona katılmaz, fikir unutulur gider. Önemli bir fikir olsa da uygulanmadığı sürece bir önemi kalmıyor, tarihin tozlu sayfalarında eskiyor bir başına. İllüzyon ile gerçeğin çatışması da burada başlıyor. İnsanlar bir şeye inanıyor her zaman, bu inandıkları şeyin kimi zaman içi boş fikirler olduğunu fark etmiyorlar yahut reddettikleri ve uygulamadıkları şeylerin de temelinde büyük fikirler olduğunu anlayamıyorlar. Büyük filozofların düşüncelerini bu yüzden tekil anlamda hayata geçirmek zor, çoğulcu yaklaşımlarla mümkün olabilir ancak o da teoride mümkünken pratikte çok daha zor bir hâl alıyor. Düşünsenize, filozoflar bile kendi kendilerine veyahut birbirleriyle çatışırken o büyük fikirler bir insan ya da topluluk tarafından nasıl benimsensin? Zor, günümüzde bireyselleşen dünyada çok daha zor.
Ana karakter, Platon’un Devlet’ini okuyor ama aynı zamanda kendi ‘devletini’ kurmaya çalışıyor. Gerçekten başarılı oldu mu, yoksa en başından kaybetmeye mahkûm muydu?
Burada bir parantez açalım, kurmaya çalıştığı şey tam olarak “devlet” değil. Aslında bir devlet var, o sadece kendince barınabileceği bir yapı kurmaya çalışıyor. Hatta başarılı da oluyor, Platon Bakkal ile bir şekilde var ediyor yaşam biçimini. İşin sonunda esas devletin kim olduğunu öğreniyor tabii. Burada salt başarı veya başarısızlık üzerinden okumamak gerek kendisinin fikriyatını. Adamın tek derdi var, hayatını sürdürmek. İstediğini yapmaya çalışıyor. Başarılı oluyor diyebiliriz ama bu başarı, sorunları ortadan kaldırıyor mu? Hayır. Ancak adam, istediğini yapabildi nihayetinde. Tabii bu adamın hayatı da değişti, renk geldi fikirlerine. Zaten kaybetmiş biriydi, pek bir şey de değişmedi onun için. Tarih boyunca bir sürü filozof düşündü, yazdı, çizdi de sonra ne oldu, hangisi kazandı gerçekten?
Filozofları bir bakkalda raflara dizmek, onları market ürünü gibi satmak… Bu, kapitalizme bir eleştiri mi yoksa kaçınılmaz bir son mu?
Bu soruya iki şekilde bakalım: Kapitalizme eleştiri getiriyor dersek iki şekilde getirebileceğini söyleriz en başta. İlk olarak bu adam, standart ürünleri satmak yerine müşterisini şaşırtıyor ve onlara yeni bir ürün arz ediyor. Bu da kapitalizmin sevdiği bir şey değil midir? Tüketim süresinin sonuna gelen ürünler yerine yenisini koyarak müşterinin aklını çelmek, iyi bir stratejidir. İkinci olarak adam şunu da düşünmüş olabilir: Bunca zaman bu kadar ürünü sattık da ne oldu, başka bir şey satalım bu bakkalda da farkımız olsun. Aslında eleştiriyor olsa dahi kapitalizme çok zıt hareket de etmiyor. Sonuçta satılan bir ürün var, sadece içeriği farklı. Onun da bir müşterisi çıkıyor, alıyor, sonra bıkıyor. Ben burada adamın dünyayı anlama ve insanlarla konuşabilme gayesinin öne çıktığını düşünüyorum. Adam, kafaya takmış çoğu şeyi ve kafasındaki sorulara yanıt arıyor. İnsanlar okuyup öğrenecek ki adamla konuşsun, sorulara cevap bulsunlar. Burada adamın daha ulvi bir amacı var diye düşünüyorum.
Apartmanda yapılan felsefi tartışmalar, gerçekten anlamlı mı yoksa yalnızca karakterin kendini kandırma biçimi mi?
Kurmaca bir metin, kendi içinde anlamlı. Tabii ki adamın ya da diğer karakterlerin -çoğu da figüran gibi- tartışmaları, gerçekte sürdürülebilecek tartışmalara benzemiyor. Adam, felsefe kitaplarını okudukça iyice kafası bulanmış hâlde çoğu zaman. Hatta karşısında biri varmış da yokmuş da hiç umurunda değil. Felsefe konuşacak birini arıyor. Buluyor mu? Az çok. O kişiler gerçek bile olmayabilir, felsefe de her zaman somut gerçeklikleri ele almıyor nihayetinde. Karakterler kendini kandırıyor mu, orasını onlara sormak lazım fakat felsefe tarihinde her filozof bir türkü tutturuyor kendine. O da kandırmıyor mu kendini? Burada, tarihe de gönderme var. Bu bakkal, felsefe tarihinin kesişiminde yer alıyor. Yaşadıkları, düşündükleri, okudukları… Sonuçta bir düşünceye inanırsan, kendini kandırabilirsin. Apartman da onlar için güzel bir ortam, herkes birbirini kandırabilir. Burada “anlam” aranacaksa yapının kendisinde aranmalı. Yoksa her filozof çok anlamlı, pratikte de harika bir şey söylüyordur. Ancak kaç tanesi öyle? Ben de felsefe mezunu değilim, sadece iyi bir okur olmaya çalışıyorum. Dünyayı anlama ve anlatma çabam var, felsefe benim için de ihtiyaç. Ben de kandırıyorum belki kendimi, onlar gibi kendi kendime tartışıp duruyorum. Her şey mümkün.
Bakkalın devletleşme sürecini bir siyasi metafor olarak okuyabilir miyiz? Sence burada bir “darbe”, bir “bürokrasi” veya “halk hareketi” metaforu var mı?
Yok yahu, bence öyle bir süreçten söz edemeyiz. Daha önceden de dediğim gibi bu adam dümdüz bakkal, sadece kafayı bozmuş felsefe ve dünyadaki sıkıntılarla. Hatta öykünün sonunda da bir Sokrates göndermesi var, komik bir gönderme, kendisiyle özdeşleştiriyor durumu. Bir de bu kavramların olması için sanki öykünün biraz daha geniş ve farklı çerçevelerden ele alınması lazım. Derin bir öykü, çok gönderme var ama felsefe tarihi ve dünyevi meselelerle alakalı göndermeler bunlar. Adam her şeyi eleştiriyor, sonra kendini eleştiriyor. Bir çeşit felsefi kriz, başka politik bir şey de yok. Ayrıca bakkalın devletleşmesi de mümkün değil, adam sadece kendi kendine bir heyecan yaratıyor, ötesi yok. Darbeyi de kendi kendine yapıyor, hayatına düz bir biçimde devam edebilirdi. Halk hareketi olması için de tartışmaya açık mevzular olması lazım ki eserde o da yok. Platon’un Devlet‘ine gönderme çok tabii, devletleşme süreci derken kafayı Platon ile bozduğunu da söylememek olmaz. Yoksa bu düz ama felsefe ile kafayı yemiş adam ne anlar bürokrasiden, darbeden, halk hareketinden? İşi gücü filozofluk, bakkallık. Filozofluğu bakkallığından iyi, orası ayrı mesele. Ben de yazmayı seven, farklı şeyler deneyen birisiyim; edebî açıdan da çoğu şeyi eleştiriyorum onun felsefeye bakışı gibi, dipsiz kuyudan su çekmeye çalışıyoruz ikimiz de. Bu da normal bir şey. Herkesin eleştirdiği şeyler vardır hayatta, kendimizle alakalı da epey çoktur. Ancak bu adam da devletini, halkını, dünyayı sevmiyor değil ki. Ben de seviyorum, bizim ülkemiz kadar zengin bir kültüre sahip başka bir ülke olmadığını da her zaman söylüyorum herkese ancak bu dünyada tonla derdimiz de var kendimize göre, kimi zaman bu dertlerin ağırlığı altında eziliyoruz elbette. Bu bakkalın da derdi siyasi bir şeyle değil, kafasındaki ve okuduklarındaki dünya ile. Ben de böyle birini yaratıp, absürtlük içerisinde sunmak istedim esasında. Bu yüzden siyasi söylemlerin bu öykü ile uyuşmadığını düşünüyorum, felsefe tarihi üzerinden yaratılan bir kurgu nihayetinde.
Apartmandaki karakterler, gerçek mi yoksa sadece anlatıcının zihninde şekillenen kavramsal varlıklar mı?
İşte burası muğlak benim için de. Teknik anlamda ikisi de mümkün. Adamın psikolojisi pek iyi değil. Felsefe ile kafayı bozduğu için konuştuğu herkesi birine benzetiyor olabilir. Bu durumda da onunla konuşan kim olursa olsun felsefi bir mesele çıkıveriyor ortaya. Bu kişiler gerçekse yine komik bir durum var, adamın diğerleriyle felsefi kavgaya girmekten çekinmemesi de çok ilginç bir durum. Okuyucuya bırakıyorum. Nasıl hissederlerse öyle düşünsünler. Burada adamın ruhunu, zihnini ve eserdeki felsefi izdüşümleri hissetmek benim için çok önemli. Felsefe de kavramlara değinir, adam da bu kavramlarla kafayı bozmuş. Belki şu anda ben de onunla konuşsam beni de felsefi bir meselenin içine çekebilir. Daha önceden de dediğim gibi gerçek ve gerçek dışılığın iç içe geçtiği bir öykü bu.
Kitabın en kritik sahnelerinden biri devlet görevlilerinin bakkalı kapatması. Sence burada felsefenin toplum tarafından nasıl görüldüğüne dair bir mesaj mı veriliyor?
Hem öyle hem de adamın bir bakkalı olmasına rağmen kanuni yükümlülüklerini yerine getirmediğine de değiniyor. Felsefeyi umursayan yok, bu kadar tartışma ne işe yaradı diyebilirsiniz. Tabii bu adamın para kazanması da lazım ama devlete de vergisini vermesi gerekiyor, bakkalda kitap satabilir mi izinsiz? Yine aynı yere dönüyoruz: Aslında burada tek bir devlet var, adam kendi kendine bir oyun oynuyor. Tabii buraya gelen süreçteki absürt olaylar ve muhabbetler bambaşka, yazarken ben de çok keyif aldım. Umuyorum ki okuyucular da keyif alır, felsefi göndermeler ve toplumsal eleştirilerin mizah ile süslenişi hoşlarına gider.
Eğer bu kitabın bir sinema uyarlaması yapılsaydı, başrolde kimi görmek isterdin?
Kemal Sunal. Bana kalırsa Türk sinema tarihinin en iyi oyuncusu. Dram oynar, mizah oynar, karaktere ruh katar, farklı filozofları yaşar ve yaşatır. Tabii kendisi şu anda aramızda yok. Yahut Levent Kırca, Rasim Öztekin gibi isimler de yaşasa oynasın çok isterdim.
Güncel olarak Engin Günaydın, Serkan Keskin, Çağlar Çorumlu, Cengiz Bozkurt gibi hem dram hem de mizah yönü kuvvetli oyuncuların başkarakteri oynayabileceğini düşünüyorum. Başka isimler de eklenebilir elbette ama şimdilik aklıma gelenler bunlar.
Apartmanda felsefi tartışmalara katılan karakterler arasında en çok hangisinin tarafında yer alırdın? (Ama “Platon Bakkal” demek yasak!)
Muhtemelen ben eşinin tarafında yer alırdım. Hayata, yaşlandıkça çok daha realist bakmayı öğrendim. Mai ve Siyah‘taki Ahmet Cemil gibi olmak günümüz dünyasında çok mümkün ve makul gelmiyor bana. Bu öyküde ailenin hayati dertleri varken adam macera arıyor. Kadın da haklı tavır koymakta kocasına. Adamın para kazanacağı daimi ve iyi bir işi var, geliştirmesi lazım. O ne yapıyor, felsefe işine giriyor. Yahu, neyine felsefe senin? Otur evinde, kazan paranı, çocuğunu büyüt. İllaki felsefe yapacak, illaki zorlayacak sınırları. Sonunda ne oldu, götürdüler adamı. Kızı ve eşi kaldı arkasında. Eşiyle diğer karakterler gibi dikine bir tartışma yapmadığını kabul ediyorum fakat onların arasında da hayata bakışları arasında da ciddi bir fark var, bu fark da gittikçe büyüyor. İkisi de farklı şekilde düşünüyor, eylemlerini de bu düşünceler şekillendiriyor. Bu da bence bir çeşit tartışma, çatışma var temelinde.
Sorular için çok teşekkür ederim Mahal Edebiyat’a. Apartmanda Platon Türk edebiyatı ve felsefesine hayırlı olsun. Okuyucularımdan ricam: Bu eser, gerçek ve gerçek dışılığın kesişiminde bir yer arıyor kendine. Çok derin anlamlar aramayın, gelin bakkalın yaptığı gibi eser üstüne hep beraber konuşalım; başka türlü sorulara cevap bulamayız, ne bakkal oluruz ne filozof… Yazması benden, okuması sizden!
- 21. Geleneksel Şiir Yarışması Başvuruları Devam Ediyor! - 7 Nisan 2025
- Derya Onaran ile “Apartmanda Platon” Kitabı Üzerine Söyleşi - 6 Nisan 2025
- Güfte Edebiyat 23. Sayısıyla Yayında! - 6 Nisan 2025