Bir döneme hem tanıklık etmek hem de yazarlığını yapmak nasıl his?
Söz konusu Perde Kapanmasa Görecektiniz’i kapsayan dönemse, sadece bir kısmına tanıklık ettiğimi söyleyerek başlamalıyım sanırım. Kitap, Kent Oyuncuları’nın kuruluş hikâyesini anlattığı için, benim doğumumdan öncesine de uzanıyor. Ama elbette 70li yıllarla birlikte benim tanıklığım da başlıyor. Ayrıca, geçmiş döneme dair dinlediklerim, araştırdıklarım, elimdeki dergi, gazete kupürü ve fotoğrafların bana sunduğu anılar var. Geçmişe gitmek, bana hem çok iyi geldi hem de hüzünlendirdi. Kaybettiğimiz değerlerin elbette hep farkındaydım ama tüm şiddetiyle yüzüme çarptı acı gerçek. 60lı yıllar ülkemizde sanat hayatının, özellikle tiyatro bağlamında, çok zenginleştiği bir dönem. Ve tam bir zarafet çağı… İnsanların birbirlerine davranışlarından giyim kuşamlarına, mesleklerine duydukları aşktan birlikte hareket edebilme, bir ekip olabilme yeteneklerine kadar müthiş doyurucu zamanlar. Sanat dallarının iç içe geçtiği, birbirine destek verdiği olağanüstü bir ortam var. Özendim, özledim, gıpta ettim. Kitap, benim kişisel tarihimi de yansıttığı, Kent Oyuncuları’nın kurucuları arasında yer alan babam Kâmran Yüce ile ilgili anılarımı da içerdiği için de babama olan özlemim arttı. Bir yandan da yeniden kavuşmuş gibi olduk. Kısaca, Perde Kapanmasa Görecektiniz’i yazma süreci herhangi bir belgesel kitabı oluşturma sürecinden çok daha fazla duygu barındırıyordu. Daha uzun uzun anlatırım da, sonu gözyaşları olur. Bu kadarla yetinelim.
Dijital dünyanın önümüze getirdiği en kırıcı durumlardan biri de “okumaktan uzaklaşmak”. Bu konuda siz ne düşünürsüz?
Dijital dünya aslında bizi tam anlamıyla okuma alışkanlığından uzaklaştırmadı sanırım. Başka bir okuma tarzı sundu. İnsanlar sosyal medyada birbirlerinin postlarını merakla okuyorlar. Twitterda birbirleriyle yazarak atışıyorlar, kavga ediyorlar, birbirlerine saldırıyorlar. Facebookta özlü olduğunu düşündükleri sözleri paylaşıyorlar, takipçileri de bunları like ediyor ve tekrar paylaşıyor. Derinlikli metinlerden uzaklaştık, çağın sığlığı okuma alışkanlığımıza da sızdı. Şimdi bu son zamlardan, kağıt yokluğu sorunundan sonra ne olacak bilmiyorum ama yayıncılar da dünyayı çok sıkı takip ederek birçok yeni kitabı okurlara ulaştırıyor. Yazarlarımız da yazmayı sürdürüyor. Asıl soru şu, bu kitapların ne kadarı insanlara ulaşıyor. Ve diyelim ki ulaştı, ne kadarı sosyal medyanın getirdiği yüzeysel okuma eğiliminden arınarak, derinlere inebiliyor…! Kırıcı, evet haklısınız, ama yine de kırılmak yerine bildiğimiz yoldan şaşmadan üretmeye bakmalıyız. Ve çağın bize sunduğu yüzeysel medya araçlarını bile dostlarımızı derinlere çekmeye çalışarak kendi zevklerimiz doğrultusunda kullanmalıyız. Biz kitapseverlerden kaçamazlar.
Deniz Yüce Başarır kimdir, nedir necidir, ne yapmak ister?
Üniversitede psikoloji okudum ama gönlüm televizyona kaydığı için meslek seçimimi yayıncılıktan yana kullandım. Üniversiteye başladığım yıl, babamı kaybettiğim için kendimi TRT’nin seslendirme koridorlarında buldum. Galiba televizyon konusunda aklımı çelen biraz da bu gelişme oldu. Seslendirme, çeviri, metin yazarlığı, kitap programı editör ve sunuculuğu yaptım, sonunda kitap yayıncılığına vardım. Editörlükle başladığım yayınevi serüvenini genel yayın yönetmeni olarak sürdürdüm, bundan üç yıl önce de o serüvene bir noktalı virgül koydum. O zamandan beri sesli kitap alanındaki çalışmalarıma ağırlık verdim. Storytel.tr’de birçok kitaba sesimi verdim. Ayrıca, yine storyel.tr’in sponsorluğunda kitaplar hakkında dostlarımla sohbet ettiğim, fikirlerimi ve kitaplardan alıntıları paylaştığım Ben Okurum adında bir podcast hazırlıyorum. Meslek hayatım böyle işte. Hep sevdiğim işleri yaptım. Şanslıydım, yeteneklerim ilgi alanlarımla örtüştü. Bedeli varsa ödedim ama karşılığını da aldım. Oyuncu kızı olduğum için sanırım, kültür sanat alanından hiç uzaklaşmadım. Özellikle kitaplar, yaptığım işlerin ve hayatımın hep odağında kaldı. Eşim Başar Başarır da bir yazar. Bir de 17 yaşında kızım var, Hazan.
Ne yapmak ister sorusunun yanıtı da, “ömrünü üreterek tüketmek ister” sanırım. Yine bildiği ve keyif aldığı gibi. Ve sevdikleriyle…
Sesinizin cümlelerin ruhu olması size nasıl hissettiriyor ve dijital dünya ile gerçeklik arasındaki algıyı nasıl dengeliyorsunuz diye sorsak, ne dersiniz?
Ben okuduğum cümlelerin ruhuna girmeye çalışıyorum gerçekten de. Ama dinleyene çok da müdahele etmeyi sevmiyorum. Biraz da onun duygularına alan bırakmak istiyorum. Bu dengeyi tutturmak için uğraşıyorum. Umarım başarıyorumdur. Sevdiğim metinleri yüksek sesle okumak çok büyük bir zevk veriyor bana. Zaman zaman kendimi o kadar kaptırıyorum ki, gözyaşlarıma engel olamıyorum. Bazen de durup kahkaha atıyorum. Aslında bir yandan profesyonel biri gibi, bir yandan da keyfi için okuyan bir okur gibiyim. Çok zevkli iş kitap seslendirmek. Tabii kitap ve çeviri güzelse. Öbür türlü biraz keyfi kaçıyor.
Dijital dünya da bizim gerçekliğimizin bir parçası artık galiba. Ama hayatı tamamen dijital dünyadan ibaret saymaya başlarsak, büyük bir yanılgıya düşeriz. İtiraf edeyim, benim de hayatımın önemli bir kısmına sızdı. Ama gerçek dostlar, ailem, kitaplarım (yani ellerimde tutarak okuduğum kitaplarım, ki çoğunlukla öyle tercih ediyorum) hayatımın tamamen dijital olmasına zaten izin vermez. Çünkü onlar her şeyden değerli. Denge de kendiliğinden geliyor böylece.
Hayat yeniden güzel olur mu, ya da nasıl olur?
Hayat güzel zaten. Her şeye rağmen ve her zaman güzel. Biliyorum, çirkinlikler sardı etrafımızı, bayağılıklar… Zorluklar bitmek bilmiyor. Kızdığımız, kırıldığımız, isyan ettiğimiz o kadar çok şey var ki! Ama ben hep şunu söylüyorum kendime: bir kere geldik bu dünyaya, hiçbir zorbanın onu elimizden almasına izin vermemeliyiz. Direneceğiz… Bildiğimiz yolda yürüyerek, kahkahalarımıza sahip çıkarak…
- Polisiye Sesler: Alper Canıgüz - 20 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Halis Dokgöz - 13 Mart 2024
- Polisiye Sesler: Timur Soykan - 6 Mart 2024