Sayın Özgür Boran, “Bir Yazar Beş Kısa Soru” isimli yazı dizimize katıldığınız için teşekkür ederiz. Yazı dizimiz önceden belirlenmiş ve isim ayırt etmeksizin yazarlara yönelttiğimiz beş kısa ve net sorudan oluşuyor.
Özgür Boran kimdir?
1979 yılında öğretmen bir baba ve bankacı bir annenin ikinci oğlu olarak Ankara’da doğdum. ODTÜ Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölümünü kazandıktan sonra, henüz hazırlık sınıfındayken Türk Hava Yolları Ankara Satış Ofisinde part-time bilet satış memuru olarak çalışmaya başladım. Mezun olana kadar hem çalıştım hem okudum. Mezuniyet sonrası, kariyerime Türk Hava Yollarında devam etme kararı aldım. On altı yıl boyunca şirketin İsviçre, Sırbistan, Brezilya ve İsveç gibi yurtdışı ofislerinde yöneticilik yaptım. Sonrasında yirmi dört yıl emek verdiğim şirketimden kendi isteğimle ayrıldım ve içinde bulunduğum konfor alanını terk ederek hayallerimin peşinden gitme yolunu seçtim. Edebiyat dışında müzikle de ilgileniyorum. On beş yaşından beri gitar çalıyorum. Söz ve müzikleri bana ait yirminin üzerinde bestem var. İngilizce ve Fransızca biliyorum. Eşim, iki çocuğum ve köpeğim ile birlikte İsveç’te yaşıyorum.
Kafes isimli kitabı neden yayımladınız?
“Uzun yıllardır cebimde biriktirdiğim kelimelerin ve hatıraların harmanlanmış hali olan bu kitap, içimdeki yazma güdüsü ve edebiyat sevgisi ile birleşip…” Ne güzel olurdu sorunuza bu şekilde başlayan bir girişle cevap verebilmek. Belki ileride. Daha aydınlık günlerde böyle başlarız cümlelerimize… Çünkü isyandır Kafes’in yazılma sebebi. Haksızlıklara, hukuksuzluğa ve göz göre göre bizleri karanlık bir kuyuya iten adaletsizliklere karşı bir itirazdır. Başkaldırı oluşturur Kafes’in omurgasını. Ve aynı zamanda hafifletici bir sebeptir benim açımdan Kafes. Yıllarca bir konfor alanına sıkışıp oradan göz ucuyla bütün bu olup biten haksızlıklara seyirci kalmış bir birey olarak, kendim için yazılmıştır. Yüreğimde beraatı kabul görmeyen vicdan azabımı az da olsa hafifletebilmek için…
Neden okuyorsunuz?
Farklı bakış açılarını ve fikirleri anlayabilmek, öğrenebilmek için okuyorum. Bambaşka bir dünyanın içine girip orada yeni karakterlerle tanışmak için. Zihnime kazıdığım bazı karakterleri yol arkadaşı belleyip onların bana öğrettiklerini zaman zaman yaşamımın belirli anlarında kullanıyor olmak mutlu ediyor beni. Elbette, okumanın bir yazarın yazım dilini geliştirmesindeki önemli rolü de göz ardı edilemez.
Bir yandan sayfaları ardı sıra çevirirken bir yandan da hayatı okumayı ihmal etmiyorum bu arada. Evde, yolda, sokakta, parkta… Her yerde. Zira hepimizin malumu, yazarlar en kolay yaşadıklarını, gördüklerini ve bildiklerini kağıda dökebilirler.
Neden yazıyorsunuz?
Hem roman hem şiir hem de şarkı sözü yazan birisi olarak bu soruyu iki farklı açıdan değerlendirmek istiyorum. Her ikisinde de vereceğim cevap aynı olsa da bu cevaba giden yollarım biraz farklı.
Roman, kendimi rahat şekilde ifade edebildiğim bir özgürlük dünyasıdır benim için. İçinde birçok ülkenin, şehrin, karakterin, şivenin, insan tipinin, eşyanın olduğu kocaman bir yapboz dünyası… Sahibi olduğum bu dünya, herhangi bir cümle ya da kelime sayısı kısıtlaması olmadan gezindiğim, hikâyeme istediğim gibi yön verebildiğim, uçsuz bucaksız bir hayal âlemidir benim için aynı zamanda. Karakterlerimle buluştuğum, konuştuğum, onlarla zaman geçirdiğim ve kendimi rahat hissettiğim bir sohbet alanıdır.
Şiir-şarkı sözü ise bu bahsettiğim kocaman dünyada yer alan küçücük bir kasabadır sadece. Ne istediğim gibi dolaşabilirim orada ne de başına buyruk davranabilirim. Dikkatli olmam gerekir ayrıca. Çünkü çok fazla özgürlük ve hareket alanı bırakmaz bana bu küçük yer. En vurucu en doğru kelimeyi seçebilmek için çok ama çok az şansım vardır.
Ancak başta da söylediğim gibi bu soruya her ikisi için de vereceğim cevap aynı olacaktır. Haz almak için yazarım. Bir okuru, dinleyiciyi hayal dünyama misafir edip yüzünde keyifli bir mutlulukla uğurlayabilirsem, müthiş haz alırım. Yazdığım şiir de olsa roman da olsa şarkı da olsa…
Hayatın amacı sizce ne olmalı?
Hayatın amacı, hayatı çocuklara anlatmak olmalı. Çünkü bu dünyayı yeniden şekillendirecek olanlar bizler değil, bizim çocuklarımız olacak.
Bilgi, emek ve sevginin; para, ihtiras ve güçten daha kıymetli olduğunu anlatmalıyız onlara. Hiç kimseyi inandıklarından ya da inanmadıklarından ötürü ayrıştırmamaları gerektiğini öğütlemeliyiz. Silahtan, mermiden, kavgadan değil kitaptan, kalemden, bilimden yana olmalarını söylemeliyiz. Başka fikirlere saygı duymalarını, aynı görüşte olmasalar dahi onları dinlemelerini nasihat etmeliyiz. Kadın ve erkeğin eşitliğinden bahsetmeliyiz. Mesela alıp karşımıza onları, âşık olmayı anlatmalıyız uzun uzun. Hatta âşık olmak kadar birinden ayrılmanın da ne kadar doğal bir şey olduğunu izah etmeliyiz. Bir kedi ya da bir köpek alıp yelelerini okşamalarını istemeliyiz onlardan. Yeşilin, ağacın ve onun tek bir dalının ne kadar kıymetli olduğunu öğretmeliyiz. Sanatın, sanatçının ne olduğunu bilmelerini sağlamalıyız. Anlatmalıyız çocuklara. Bıkmadan usanmadan anlatmalıyız. Çünkü bu dünyayı yeniden şekillendirecek olanlar bizler değil, onlar olacak.
- Bir Yazar Beş Soru: Yonca Tandoğan - 5 Aralık 2024
- Onur Özkoparan Editörlük Atölyesi Başlıyor! - 20 Kasım 2024
- Bir Yazar beş Soru: Bilal Aydın - 17 Kasım 2024