Hilal Yıldız kimdir?
21 Ocak 1997’de doğdum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 2018 yılında mezun oldum. Mezuniyetimden bu yana da öğretmenlik yapıyorum. Öte yandan şiir yazmaya hep devam ettim. Bunun yanında müziğe olan ilgimi takip ederek çeşitli eğitimler aldım ve kendi bestelerimi üretmeye başladım. Yangın (2022), Kapılar (2023), Şubat (2024), Dediler (2024) adlı şarkılarımla 2022’den bu yana bağımsız olarak müzik sektöründeyim. Mayıs ayında ise ilk şiir kitabım Cennetin Afyonu Metinlerarası Kitap etiketiyle okuyucuyla buluştu. Şu an halihazırda mesleğime ve sanatıma devam ediyorum.
Cennetin Afyonu isimli şiir kitabını neden yayımladınız?
Kendimi bildim bileli yazıyorum. Zaten yazmamamın imkânı yoktu. Babam şair, abim şair… Ben en başta onlar sayesinde tanıştım şiirle. Daha ilkokulda Hasretinden Prangalar Eskittim‘i okudum. Şiir her yaşta bir ifade biçimi oldu benim için. Şiirle büyüdüm, bütün bir yolculuğumu şiire yazdım, kendimi şiirde okudum. Büyüdükçe ben değiştim, hayatı algılama biçimim değişti, değişmeyen tek şey şiirdi. Ama bir şiir kitabı yayımlamak konusunda çekimserdim. Çünkü şiirimi paylaşmak bütün çıplaklığıyla kendimi ortaya koymaktı. Eksiğiyle, fazlasıyla… Babam gençliğinden beri yazdığı şiirleri kitaplaştırınca bir ışık yaktı bende. Dönüp dönüp yazdıklarıma baktım, yeniden okudum, yeniden yazdım ve bir dosya oluştu ancak bu dosya da uzunca bir süre zamanını bekledi. Şarkılarım dinleyiciyle buluşunca ve güzel yorumlar alınca anlam dünyamı paylaşma konusunda daha da cesaretlendim. Ve “Ben buradayım!” demeye karar verdim. Bu bir anlaşılma arzusu belki bilmiyorum. Ama en çok da derdini anlatma mevzusu. Bir eylem. “Ben buradayım!” deme biçimi. Eller Mağarası‘na bırakılmış bir iz gibi.
Neden okuyorsunuz?
Belki çok klişe olacak ama ekmek gibi, su gibi benim okumaya olan ihtiyacım. Kendimi bildim bileli hep okudum. Okumadan geçen günün huzursuzluğunu duydum. Önceden maceraya açılan bir kapıydı okumak. Üniversite ile birlikte okumalarımdan beslenme şeklim değişti. Tekniğe, üsluba, izleğe, metafora dikkat etmeye başladım. Böylece okumadan aldığım lezzet arttı. Artık notlar almaya, okuduklarım üzerine düşüncelerimi ortaya koymaya başlamıştım. Her okumanın ardından muhakkak yazmaya oturdum. Zamanla fark ettim ki okumak benim için başkasının hikâyesinden öte kendime yaptığım bir yolculuk. Bir nevi kendini, zihnini izleme meditasyonu. İnsan ruhunun çeşitli hallerini görmek, insanı anlamak, kendine başka gözlerden bakmanın pratiğini yapmak, neticesinde kendine varmak. Okuyarak kendimi biliyorum, kendimi bildikçe sakinliyorum ve sakinlemek bütün ilişkilenmelerinizi iyileştiriyor. Çünkü anlayış kazanıyorsunuz. Anlamak da anlaşılmaya götürüyor. Bence en büyük derdimiz de bu. Okumanın “şimdiki ben”de hissiyatı bu.
Neden yazıyorsunuz?
Yazma hikâyeme de önceki sorularda az çok değinmiş oldum aslında. Yazmak benim için en başta bir derdini anlatma biçimiydi. Çünkü bence bizi yazmaya iten bir derdi olmaktır. Derdi olmayan insan neyi yazar? Beni yazmakla tanıştıran her şeyden önce kadınlığım oldu. Kendimi bildim bileli toplumun bana yüklediği kimlikle baş etmeye çalıştım. “Sen kadınsın…”la başlayan ardı arkası gelmez hükümler, geçmişte ve hâlâ her yerdeler ve en acısı evimizdeler… Ben en çok kadın olmak üzerine yazdım; toplumla, aileyle, tanrıyla olan kavgamı yazdım. Yazmak için dolmak gerekiyordu ve ne şanslıyız ki(!) biz kadınlar, özellikle bu coğrafyada, küçücük yaşlarda başlıyoruz dolmaya. Eğer sanatıma tutunmasaydım kendim olamazdım.
Öte yandan yazmak okumakla gelişen ve onunla tam olan bir şey. Ben hep okudum. Bu salt kitaplarla ilgili bir süreç değildi üstelik. İnsanı okudum, yaşamı okudum, kendimi okudum… Sanki herkesten daha çok bilmek zorundaydım. Ve bilmek zamanla meditatif bir hal aldı. Zihnimin karanlığında birbirini görmeden yer yer birbirine çarparak uçuşan düşüncelere dokunabilmek, kendimi anlamak demekti. Tüm kimliklerden, tüm rollerden hatta kendimi tanımlarken başvurduğum her bilgiden öte “ben”e varmak. İnsan olmanın âcizliğiyle karşılaşmak başta korkutucu da olsa cesaretle orada kalmak. Yazılı olanın bugüne etkisini görmek, sonuçları okumak ve fark etmek. Beni yazının kudretine inandıran da buydu belki. Benden önce yazılmış, benimle aynı acıyı duymuş, heyecanla altını çizdiğim sözler de vardı. Belki ben de bir başkasının heyecanla altını çizdiği, derdini bulduğu, kendini okuduğu bir söz bırakacaktım. Ve düşünmeye sevk edecek, iyileşmeye vesile olacaktım. İşte bu his içimde yazmayı kutsallaştırıyor.
Hayatın amacı sizce ne olmalı?
Aslında hayatın amacı yok. Hayatın amacı hayatta olmak. Hangi canlı türü bir amaç edinmiştir ya da bunun üzerine düşünmüştür? Biz farklı olmalıydık çünkü düşünüyorsak vardık, hayali misyonlar yükledik kendimize ve işte bu noktadayız. Mutsuz fakat inatla doyumsuz. Oysa yaşamaktır yaşamın gayesi. Olana teslim olmaktır. Eğer şiirlerimle, şarkılarımla bir iz bırakacaksam geride o da kanadımızı kıran bütün bu düzenin insan kurgusu olduğunu tekrar tekrar haykırmak olacaktır.
- Bir Yazar Beş Soru: Yonca Tandoğan - 5 Aralık 2024
- Onur Özkoparan Editörlük Atölyesi Başlıyor! - 20 Kasım 2024
- Bir Yazar beş Soru: Bilal Aydın - 17 Kasım 2024