Yazar: 21:00 İnceleme, Kitap İncelemesi, Roman • One Comment

Belleğin Kış Uykusu’na Kısa Bir Bakış

Tolstoy şöyle diyor: “Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.”

Belleğin Kış Uykusu’nda uyandığında kendine dair hiçbir şey hatırlamayan Bay M. bir sabah nedenini ve nereye varacağını bilmeden garip bir yolculuğa çıkıyor.

Mehmet Eroğlu bu yolculuk için treni seçmiş. Elbette trenin özel bir anlamı var. Freud psikanalitik teorisinin temellerini İtalya’da yaptığı bir tren yolculuğunda atmıştı. Yani belleğini kaybeden M. kendini bulmaya çalışırken hayata, var olmaya dair sorularını cevaplarken bu tuhaf trende birlikteyiz.

Bay M. bu trende kompartmanlar arasında zaman, mekân ve kişi algılarının yerle bir edildiği kaotik bir atmosferde. Bu trende üç ana karakter var. Kendisini zaman zaman kıyasladığı, kıskandığı Bay G. ve ona yol gösteren bir Palyaço. Palyaço’nun kurguda yüklendiği görev çok önemli. Çünkü o bir bilge ve aynı zamanda Bay M.’nin trendeki gerçeklikle tek bağlantısı. Palyaço ve M.’nin arasında geçen birçok diyaloğun altını çizdim. Palyaço bazen bana göre doğru bazen yanlış olsa da çok keskin ve ağır fikirlere sahipti.

Eroğlu’nun dokunduğu birçok konu vardı. Bunlardan biri “Acısız bir hayat mümkün müdür? Acısız bir hayat deneyimi nasıl olurdu?” Bu romanda yapılan acı güzellemesi değildi bence. Aksine, zıtlıklarıyla var olan şeylerden biri de mutluluk. Zaten mutlu olduğumuzu mutluluk anları bitince anlayabiliyoruz. O zaman neden acısız bir hayat diliyoruz? Acılarımız değil mi ki bizi sanata, edebiyata yönlendiren? Frida Kahlo, Sylvia Plath, Tolstoy ve daha niceleri gibi.

Sanat, kişinin bu dünyada bir iz bırakma, anlaşılma, benzerini bulma isteğinden kaynaklandığı gibi aynı zamanda bambaşka hayatlar deneyimleme şansı da sunar. Romanın bir yerinde Palyaço “Edebiyat bize yaşamadığımız, yaşayamadığımız ya da yaşayıp da farkına varmadığımız hayatlar hediye eder.” diyor. Tam da bunu sunuyor bize roman. Belleğimiz olmasa ne olur? Hayatımıza dışarıdan bakabilsek, o en kritik anda yapmaktan pişman olduğumuz seçimleri değiştirebilsek neler olurdu?

Eroğlu’nun sevdiğim bir özelliği de sinematografik anlatımı. Okuyucuyu betimlemelere boğmadan çok canlı ve çarpıcı bir anlatımı var. Böylesine büyülü bir kurguda bile Palyaço, Bay G. ve Bay M. okurken ayrı ayrı yerini belli ediyor. Daha önce Yarım Kalan Yürüyüş romanını okumuştum yazarın. Böylesine canlı bir anlatımın getirisi olarak 1996 yılında roman 80. Adım ismiyle beyaz perdeye uyarlanmış. Onu da mutlaka okumanızı öneririm.

Gerçeküstü bir ortamda, felsefik tartışmaların edebî kurgunun yer yer üstüne çıktığı bir romandı. Eroğlu’nun sinematografik anlatımı sayesinde tüm bu tartışmaları, çatışmaları ve Bay M.’nin iç bulantısını okumak daha kolaydı.

Bence okunması gereken bir roman. Kitapla kalın.

Altını Çizdiğim Satırlar

“Malum, çok gezen çok bilir; çok bilen de eninde sonunda delirir.” (syf.21)

“Bellek silinemez ve asla yok edilemez! Sadece unutkanlığın zarı anıların ışıldamasını engeller. Sonra bir darbe gelir ve o zarı parçalar. Hatırlamak budur…” (syf.30)

“Göğsündeki basıncın nedenini kestirmek için kâhin olması gerekmiyordu. Birini ya da birilerini özlemekti bu. Ama kimi?” (syf.39)

“Çirkinliğimle övünürüm ben; birçok değerli şeyin ya da kişinin ardında çirkinliği vardır. Mesela Sartre.” (syf.75)

“İnsanlar neden illa bir mezar isterler? Unutulmamak için mi? Mezarlar ölümün belleksizliğine karşı koymak için diktiğimiz işaretlerdir!” (syf.109)


“Unutmak da bir tür yok ediş…” (sy.121)

Visited 34 times, 1 visit(s) today
Close
Exit mobile version